
“Yarın savaşta beni düşün,
ve yüreğin kanla dolsun.”
– Shakespeare, Richard III
İspanyol edebiyatının dilin sınırlarını zorlayan, düşünceyle anlatıyı iç içe geçiren en özgün yazarlarından biri Javier Marías. Türkçeye Seda Ersavcı tarafından kazandırılan Yarın Savaşta Beni Düşün (Mañana en la batalla piensa en mí), ilk kez 1994 yılında yayınlandığında yalnızca bir olay örgüsünün değil; bir vicdanın, bir zihnin romanı olarak da dikkat çekmiş. Romanın adı, Shakespeare’in Richard III oyunundan alınma bir dize ve kitap boyunca hem bir hayaleti hem de bir suçluluğu çağırıyor. Aynı zamanda da sessizlikle konuşan, zamanla örülen, kimlikleri silikleştiren bir anlatının içinde yankılanan o cümleyi yeniden düşünmeye bir davet: Yarın savaşta beni düşün.
Romanın anlatıcısı Victor, bir gece evli bir kadınla birlikteyken kadının aniden ölmesiyle sarsılır. Ölüm, bir trajedi olduğu kadar bir sırra da dönüşür. Victor polise gitmez, kimseye haber vermez, cesedi içeride uyuyan çocukla evde öyelece bırakıp oradan ayrılır. Ancak roman, bu olaydan sonra daha çok onun ruhsal içe dönüşünü, ölümle temas etmiş bir insanın kendi içindeki karanlıklarla nasıl boğuştuğunu anlatır. Daha en başından Yarın Savaşta Beni Düşün, ölümün değil yaşamanın yükünü omuzlar. Marias çok rahatlıkla polisiye haline gelebilecek bir konuyu, çözülmesi gereken bir olaydan ziyade içinden çıkılamayan bir zihin üzerinden ilerleyerek ele almış.
Dolayısıyla Victor’un anlatımı yoğun iç monologlarla örülü. Dış dünya, yalnızca zihnin süzgecinden geçen bir yansıma olarak okunuyor. Olaylar birbiri ardına dizilmekten çok, bellekte birbirine dolanmış. Anlatı; zamanın çizgisel akışını da bozarak anıların çağrışımıyla geçmiş, şimdi ve olasılıkların iç içe geçtiği bir ahenk sergiliyor. Okur olarak anlatıcı Victor’un güvenilirliğini de sürekli sorguluyorsunuz. Gerçekten mi böyle oldu? Bir şeyi mi gizliyor? Yoksa her şeyi “biraz” fazla mı anlatıyor? Bu anlatının merkezinde yalnızca olan biteni değil, olup da söylenmeyeni de anlatma çabası var. Roman ilerledikçe anlıyorsunuz ki her anlatım, gizlemenin bir başka biçimi.
Javier Marías’ın bu romanında temalar, olaylardan çok cümlelerin ritmiyle kurulmuş. Suçluluk, bellek, kimlik ve iletişimsizlik gibi kavramlar karakterlerin eylemlerinden değil, onların konuşmama biçiminden, düşündükleri şeyleri nasıl ifade ettiklerinden ya da özellikle neyi ifade etmediklerinden doğuyor. Yarın Savaşta Beni Düşün, olaydan çok düşünceyi anlatan bir roman olduğu için, temaların derinliği Marías’ın kurduğu cümle yapılarında, kelime seçimlerinde, tekrarlarında ve parantezlerinde de gizli.
Victor’un suçluluğu; doğrudan bir eylemden çok, anlatıdaki tekrarlarla, tereddütlerle, dolambaçlı anlatımlarla açığa çıkıyor. Anlatıcının aynı düşünceyi farklı şekillerde ifade etmesi ve sürekli kendini sorgulaması, okur olarak bizim zihnimizde bir çeşit içsel yankı yaratıyor: “Bunu neden söylüyor?” değil, “Bunu neden böyle söylüyor?” diye soruyoruz. Her cümle, bir şeyi sakladığı kadar bir şeyden kaçtığını da hissettiriyor. Sessizlik burada yalnızca bir tema değil, bir tercih. Uzun cümlelerin arasında gizlenmiş duraksamalar, söylenmeyen ama ima edilen duygular arasında sayfalar akıp gidiyor. İspanyol edebiyatına ya da tarihine ilgisi olan okurlar Franco sonrası İspanya’nın bireysel ve toplumsal suskunluklarına verilen selamı da mutlaka göreceklerdir.
Marías’ın üslubu zaman algısını da yerle bir ediyor. Victor bir anı anlatırken o anının içinde başka bir zamanı çağırınca geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki çizgiler silinip gidiyor. Uzun cümleler, bunların birbirine dolanması, anlatıcının düşüncelerinin bir girdap gibi içe doğru akması biçimsel olarak da Marias’ın temaların altını çizmesi olarak görülebilir. Bu dilsel biçim, tematik olarak belleğin yapısıyla birebir örtüşüyor. Hafıza burada kronolojik bir depo değil; sürekli tekrar yazılan, yeniden silinen bir metin gibi.
Kimlik teması, yalnızca karakterlerin birbirine benzemesiyle değil, anlatıcının dilindeki “ben”in sabitlenememesiyle de pekişmiş. Victor çoğu zaman kendi duygularını kesin çizgilerle tanımlamıyor; hatta sık sık başka birinin yerine düşünüp diğer karakterlerin aklından geçenleri hayal ediyor. Bu anlatı biçimi, “ben”i çoğullaştırmış. Cümlelerin kimin zihnine ait olduğu zaman zaman belirsizleşiyor. Marías parantez kullanımıyla; iç içe geçmiş düşünce katmanları yaratmış ve anlatıcının kimliğini sürekli bölerek yeniden inşa etmiş. Bir başka deyişle anlatıcının dili gibi kimliği de parçalı ve akışkan.
Roman boyunca iletişim, çoğu zaman yanlış anlaşılma, eksik bırakma veya hiç başlamama biçiminde görünüyor. Marías’ın dili bunu biçimsel olarak da yansıtıyor: bir cümle başka bir cümleye eklenirken, bazen o ikinci cümle ilkini boşa çıkarıp düzeltiyor ya da sorgulatıyor. Bu, sadece karakterler arası iletişimsizliği değil, aynı zamanda anlatıcının kendiyle olan kopukluğunu da yansıtmış. Bu sebeple de romanın en başından itibaren “İşte anladım!” dediğiniz noktada aslında anlamadığınızı farkediyor, “Bence şöyle olacak…” diye düşünürken her seferinde yanılıyorsunuz.
Shakespeare’in etkisi ise yalnızca başlıkta değil, anlatının yapısında da hissediliyor. Ölümle konuşan, geçmişin hayaletleriyle boğuşan, kaderle ve ihanetle iç içe geçmiş bir anlatı var romanda. Marías, edebiyatla hayat arasında görünmez bir köprü kurmuş, okuyucunun elinden tutup o köprüden keyifle geçiriyor.
Yarın Savaşta Beni Düşün, okurdan yüzeysel bir takip değil, derin bir içsel yolculuk talep ediyor. Olay örgüsü arayanlara değil, düşünce zincirlerinde kaybolmak isteyenlere hitap eden bir eser. Bu yönüyle bazı okuyucular için fazla içe dönük, hatta yorucu bile olabilir. Ancak sabırla yaklaşıldığında, Victor’un sessizliğinde kendi sesinizi duymak mümkün.Çünkü Javier Marías bu romanında yalnızca bir karakterin değil, insan olmanın kırılgan sınırlarını da anlatmış. Hepimizin söylemeden geçtiği bir şeyler yok mu? Bazı yüzleşmeleri ertelemiyor muyuz?
“Yarın savaşta beni düşün!” cümlesi varlığın iz bırakma arzusu aslında. Marías’ın romanı ise bu arzunun şiirsel ve tekinsiz bir yankısı.
edebiyathaber.net (11 Nisan 2025)