Zeynep Kahraman Füzün’ün “Köz Yanılması” adlı öykü kitabı İzdiham Kitap etiketiyle yayımlandı.
Tanıtım bülteninden
İçimizi köz gibi yakan meseleleri; bazen acıyla, bazen şakayla karışık ama her zaman hayatın içinden yazan Zeynep Kahraman Füzün’ün öykülerinde sürpriz bir final karşılayabilir sizi.
Olaylar başınızı döndürüp canınızı sıkabilir. Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği kitabı okurken zamanın nasıl geçtiğini hissetmeyeceksiniz.
Zeynep Kahraman Füzün; 1986 Akhisar doğumlu. Öğretmen. Anne. 2004 yılından itibaren dergi, gazete, antoloji ve internet sitelerinde; şiir, deneme, öykü ve akademik makaleleri yayımlandı. Bir şiir kitabı bulunan yazar şu anda yüksek lisans tezini yazmakla meşgul.
Kitaptan;
“Sanki derimin altındaki damarlar gözeneklerimden çıkmış, kazağımın ipleriyle birleşip geri girmişti. Saçlarımın içinde kurtçukların dolaştığını hayal ettikçe midem ciğerlerimin arasından sıyrılıp boğazımı tıkıyordu. Yüzümde beni sıcaktan ve soğuktan koruyan kalın bir yağ tabakası vardı.”
“Duyduğum her kelime bedenimi ayakta tutan vidaları birer birer gevşeten pense gibi etimde geziniyordu. Sözlerinin beynimde yankılanıp içimdeki boşlukta kayboluşunu dinledim. Elimin titremesiyle gidip gelen sesindeki endişenin arttığını hissedince kendime geldim.”
“Hayatım piksel piksel fotoğraflarla karşımdaydı. Kulaklarımda hissettiğim deniz suyu değildi artık; kızımın sesiydi. Genzimi yakan tuzlu su yerini çoktan karımın kokusuna bırakmıştı.”
“Kırış kırış elindeki taşı zeytinlere her vuruşunda: ‘Benden önce ölemez, benden önce ölemez,’ diyordu. Öyle hınçla vuruyordu ki zeytinler gereğinden fazla eziliyordu. Korkuyla kadının yanından uzaklaştım.”
“Haneme kalbolmak için kıyam ettim. Bab-ı hanemin iğlagı esnasında köşe başında nazar-ı dikkatimi celb etti.”
“2086 yılının ilk aylarıydı. Her gün her üç kişiden biri ölüyordu. Kimi uyurken, kimi çalışırken, kimi yolda yürürken, kimisi yalnız, kimisi kalabalıklar içinde hayata veda ediyordu. Hastanelere yatan sağ çıkamıyordu. Bulaşıcı hastalıklar hat safhadaydı.”
“Arkama bakmadan koşuyordum. Oğlum hâlâ bana sesleniyordu. Ben koşuyordum. Kulaklarımı tıkadım, koştum. Koşarken ayağıma takılan bir taş yüzünden dengemi kaybedip yere kapaklandım.”
“Fırın önü muhabbetleri ne de güzel olur yazın. Tarladan dönenler yığılır fırın önündeki taşlara. Herkes eteğindekini döker ortaya. Böğürtlenler, ahlatlar, azık diye alınmış bisküviler. Köyün delisinin etrafında koşuşan çocuklar bana torunlarımı hatırlatır.”
“Kafatasının içi mahşer meydanı gibiydi o saniyelerde. Allak bullak olan zihni sadece onunla geçirdiği saatleri bulup getiriyordu. Gözlerinin önüne doluşuyordu anıları.”
“Yaptığımız maket etrafında ayin yapar gibi sıralı bir şekilde uyumuş kalmışız. İçtiğimiz kahvelerden kalan karton bardaklar, maket bıçakları, içi boş peligomlar, kretuarlar, sprey boya kutuları, asetatlar, gönyeler, rapidolar masadan taşmış, yerlere saçılmıştı.”
“O sıcak gezegene gidebilmek için neler gerektiğini aradı googledan. Bir şarkı gerekiyormuş en çok, sonra biraz dans, biraz heyecan; ‘biraz da eğlence alın yanınıza,’ dedi youtubedaki gezgin kanalının sahibi çocuk.”
“Tekrar gözünü objektife dayayıp halkaları ayarladı. Beş on poz yakaladıktan sonra vizörden görüntüleri kontrol etti. Tam hayal ettiği gibiydi.”
“Bir gün anne oldum. Ölmedim. Anneler ölmez diye öğrendim çünkü. Anneler ölmez ama babaların ölmesine engel olamazlar. Benim annem de babamın ölmesine engel olamamıştı.”
edebiyathaber.net (24 Ekim 2018)