Yirminci yüzyılın sonlarına doğru ve 21. yüzyılın başlarında önemli bir edebiyat eleştirmeni ve teorisyeni olarak tanınan Joseph Hillis Miller, edebiyat eleştirisi, pratiği ve teorisi, öğretme ve okuma etiği ve sorumlulukları, modern dünyada edebiyatın rolü gibi konularında edebiyata değerli katkılarda bulunmuştur.
Joseph Hillis Miller, Türkçe’ye Orhan Tuncay tarafından çevrilen Edebiyat Otoritesi adındaki kitabında sıklıkla vurguladığı gibi, edebiyatın tarihi gelişimi içinde ne olduğu, edebiyat denince neyi kapsaması, edebiyatın nasıl okunması gerektiği, hangi etkileri olduğu, edebi eserlerin özellikleri, roman, şiir, yazar, okuma/okuyucu gibi kavramlara düşünceleriyle açıklık getiren bir yazar ve düşünürdür. Kitabında, edebiyatın en temel sorunlarını masaya yatırırken kendisinin “uyumsuz bir ekip” dediği Dostoyevski, James, Trollope, Proust, Blanchot, Derrida gibi yazarların eserlerinden somut örnekler de vermiştir. Miller bu yazarların hepsinin de farklı yollarla “her bir edebi eserin farklı ve özgün alternatif bir gerçekliğin, gerçeküstünün haberini verdiğini savunan” tezini desteklediğini de yazar.
Miller’in altı ana bölümden ve bu bölümlere bağlı alt bölümlerden oluşan 155 sayfalık kitabı edebiyat üzerine yazılanların yoğunlaştırılmış bir özeti denebilir. 20.yüzyılın edebiyat eleştirmenlerinden Maurice Blanchot’ un yazılarında sürekli olarak “Edebiyat nedir?” sorusunu sorduğunu yazan Miller edebiyat kavramının da Blanchot’a yakın olduğunu belirttikten sonra düşüncelerini daha geniş olarak açıklar. Kafka’nın, edebiyat “Ben”, “O” olunca başlar, düşüncesini aktarır. Edebiyatı okumanın bir sanat olduğunu vurgulayan Miller kitabında Kafka, Conrad, Dickens gibi ünlü yazarların eserlerinden örnekler vererek edebiyatın otoritesine sadece teorik olarak değil, pratik olarak da dikkat çeker. “Son zamanlarda edebiyat özdönüşümsel veya özgönderimsel olarak tanımlanıyor: Edebiyat kendisine ve kendi çalışma biçimine gönderme yaptığı için özgündür” düşüncesi de Miller ’indir.
Miller’in kitabına başvurulduğunda “edebiyat nedir?” sorusuna farklı yaklaşımlarla farklı yanıtlar verildiği görülüyor. O edebiyatın güçlü kelimelerle gerçek dünyadaki gerçek şeyleri yansıtan bir şey olmaktan çok öte olduğunu, çünkü edebiyatı özdönüşümsel olarak düşünmenin onu bir şekilde güçsüz kılacağını yazar. Oysa bunun aksine birçok edebi eser yazarının oluşturduğu ve üzerinde oynama yaptığı bir çalışmadır. Yani Miller’e göre birçok edebi eser, içerikleriyle ve olaylarıyla sanki sanal gerçekliklerin bağımsızca var olduklarını, yaratılmadıklarını, yalnızca tanımlandıklarını anlatır. Çünkü edebi eserler keşfettikleri gerçeküstü dünyaları anlamlandırmak için kelimeleri kaydırarak sosyal, psikolojik, tarihsel ve fiziksel gerçekliklere göndermeler yaptıklarından dolayı onları okumak bir biçimde maddi dünya içinde olmak, orada yaşamaktır.
Miller edebiyatı mecazi bir dil, gizli bir otobiyografi, edimsel bir beyan, konuşmanın eylemi olarak da görür. Bu değişik tanımlamalardan tam olarak ikna olmaz ki sonunda edebiyatın bilinen, özel ortak ve sosyal bir amaç için herkesin benimsediği mitleri kullanan karmaşık bir kurum olduğunu da söyler.
Edebiyat denince bir edebi eseri okuma ve edebi çalışmalar da Miller’in düşünce alanı içerisine girer. O, edebiyata bazı tanımlar getirdikten sonra bunun fazla da önemli olmadığı mesajını “edebi eserlerin neden okunduğunun cevaplarını tam bilmekten daha önemli bir şey olmamasına rağmen, bir karar vermek olanaksızdır” ifadesiyle verir.
Edebi bir çalışmayı, az çok doğru olarak bağımsız bir üst gerçekliğin anlatımından başka bir şey olarak görmeyen, edebi çalışmanın kendi yetkisini kendisinin yarattığını yazan Miller, edebiyat tanımlarını tek başına ele aldığı gibi edebi çalışmalarla birlikte de ele alır. Miller edebi çalışmaların bazı özelliklerinin olduğunu kitabında açıklar. Örneğin baskıcı ideolojilere meydan okuyan veya onları destekleyen edebi çalışmaların her zaman güçlü, eleştirel bir işlevi vardır.
Miller edebi çalışmayı, okuyucuya açılan “kurgusal dünya” ile “kelimeler”, “okuyucu” arasındaki bağıntıya ve ilişkiye de açıklık getirir. Ona göre bu kurgusal dünya okuyucu için hazır duruma getirilmez. Edebi çalışmanın kelimeleri açıkladıkları dünyayı yaratmazlar. Çünkü kelimelerin edimsel boyutu okuyucudan bir karşılık bekler. Edebi çalışmaların gerçek dünyaya ait olmadıkları, bağımsız olarak var olan alternatif dünyalara ait oldukları yönündeki düşüncelerinde olduğu gibi edebiyat tanımında da Jacques Derrida ile ortak düşündüğünü yazar. Ona göre içinde kurgusal bedenlere sahip karakterler, konuşmalar, duygular ve düşüncelerle bir dünya yaratıp ortaya koyan edebi çalışmanın da bazı kuralları vardır. Örneğin her edebi çalışma, betimsel olmaktan çok edimsel kabul edildiği ölçüde, konuşmanın eylemlerini yöneten genel kavranamazlık yasasına tabi olmalıdır.
Yazarın edebiyat tanımlarıyla birlikte edebiyat kavramı ile ilgili düşüncelerinden sonra onun bir edebi eserde “açılış” veya başlangıç cümlelerine yönelik fikirleri de önemlidir. Ona göre Edebi çalışmaların açılış cümlelerinin bazı özellikleri, açılış anlarının bir gücü vardır ve dikkat isterler. Açılış kelimeleri okununca, o anda kurmaca bir dünya yaratır, okuyucu devam etmeyi arzular ve ona yeni bir dünyanın kapısını açar.
Miller, edebi eserler diye adlandırılan sanal gerçekliklerin ana özelliklerine edebiyat düşünceleri içerisinde önemli bir yer ayırır. İlk özellik olarak “birbirleriyle kıyaslanamazlar” der. Bu düşüncesini de eserlerin kendine özel, zıt, orijinal, farklı, garip, gerçek dünyada gerçekleşmemiş alternatif olasılık ve her birinin eşsiz değerdeki gerçek dünya tamamlayıcısı olmasına bağlar. Edebi eserlere yüklediği bu özelliği Heidegger ve Derrida’nın düşüncelerinden hareket ederek düşüncesini de açıklar. Kendi tanımının daha çok Derrida’nın “anti Heideggerci” şiir tanımına yakın olduğunu yazar. Çünkü ona göre her edebi çalışma kendi içine kapalı olduğundan, yazarından, gerçek dünyadan ve birleşik göksel bir dünyadan da ayrılırlar.
Miller, “edebiyat kuramı” ile ilgili tartışmaya da açık olan düşüncelere sahip birisidir. Kuramcılar olarak Sartre, Benjamin, Lukacs, Blanchot’dan başlayıp de Man, Derrida, Jameson, Butler ve diğerleri diye bir liste veriyor. Ona göre “kuram hem edebiyatın ölümünün (oysaki ölemez) yakın olduğunu kayıt altına alıyor, hem ölümün, ölüm olmadan gerçekleşmesine yardımcı oluyor.” Miller’e göre edebiyatın ölümüne edebiyat kuramı sebep olmuş, çünkü edebiyatın sosyal rolü zayıflarken, edebiyatın zayıflamasına karşı kuram dolaylı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla edebiyatın gücü ve rolü hala üst seviyede kabul edilseydi, onu kuramsallaştırmaya gerek olmazdı, düşüncesi de Miller’e aittir.
Edebiyat edimsel bir beyandır diyen Miller edebi eserlerin ikinci özelliği olarak “Edebi çalışma kurmaca bir gerçeklikten bahsettiği için, kelimeleri betimsel değil, edimsel olarak kullanır” der. Betimsel ve edimsel terimlerinin söz eylemi kuramı terimleri olduğunu belirtir ve açıklamalar da yapar.
Edebiyatın sırları saklaması üçüncü özellik olarak belirtilir. Miller’e göre edebi çalışmaların bu özelliği her özel dünyaya ancak kelimeler okunarak girilmesinden kaynaklanır. Edebiyatın dünyası ancak kelimelerin anlatımıyla tanınabilir, bunun dışında da bilgi yoktur. Örneğin bir roman, bir şiir veya bir oyun bir tür tanıktır. Gerçek şahitlikteki boşluklar ve atlamalar düzeltilebildiği halde edebiyat sırlarını saklar.
Miller, edebi çalışmanın dördüncü özelliği olarak “edebiyat mecazi bir dildir” ifadesi içinde açıklar. Bunu da edebi çalışmaların dilinin saf bir betimleme olmaktan fazla edimsel kullanıldıklarının işaretinin onların yaratıcı güçlerinin mecazlara bağlı olmasında görür. Çünkü edebi çalışmalarda mecazlar, durumlar veya nesneler arasındaki benzerlikleri kullanır. Bu da nesnelerin kendi özellikleri olmaktan çok kelimelerle oluşturulur. Miller edebiyat dilinde mecazı çok önemser, hatta neredeyse edebiyatın kendisiyle eşdeğer görür. Bu görüşüne destek olarak da; benim açılış cümlelerimin çoğundaki çeşitli mecazlar, okuyucunun kültürümüzde “edebiyat” diye adlandırılan şeyi okuyacağına dair ipuçlarıdır, ifadesini kullanır.
Edebi dilin son özelliği edebiyat icat mı eder keşif mi yapar, sorusu altında açıklanır. Bir edebi eserdeki alternatif dünyanın kelimeleriyle mi yoksa onlar tarafından mı ortaya çıkarıldığını bilmek önemli olmasına rağmen bu bilgiyi elde etmek imkânsız. Bunun sebebi de her iki durumda kelimelerin birbirinin aynısı olmasından kaynaklanır.
Miller, edebiyatın otoritesinin sosyal olduğunu, onu evrensel olmaya zorladığını ve otoritesini sosyal işlevinden aldığını belirtir. Bu otoritenin dilin ustaca edimsel biçimde kullanılıp okuyucuda bir inanma hali yaratmasından, okuyucunun bir eseri okuduğunda gireceği sanal gerçekliğin dış görünüşünü kabul etme ve bu derece etkilenmesinden kaynaklandığı da işaret edilir.
Joseph Hillis Miller edebiyat düşünceleri içinde roman, şiir, okuma/okur konularına da açıklama getirmiştir. Örneğin roman denilince ne anladığını, düşüncelerini, roman-yazar ilişkisini karşılaştırmalar yaparak inceler, roman-okuyucu veya roman okuma tarihi perspektif içinde kalarak düşüncelerini aktarır. Sonunda da romana duyulan ilginin zayıflaması ile ilgili kaygısını belirtir. Şiir, şiirin anlamı, şiirin yazılışı, şair/ler, şiir okuma/okuyucu konusundaki düşüncelerini aktarmıştır. Okuyucular bu kitabı okuduğunda Miller’ın şiir ve şiir düşüncesini anlamak ve değerlendirmek için önemli bilgilere ulaştığını anlayacaktır. Şiirin otoritesinin, okurun şiire verdiği anlamdan kaynaklandığını savunur. Miller kitabında okumayı, edebiyat okumayı, gerektiğinde yeniden okuma, iyi okuma, lento okuma, yavaş okumak, eleştirel okumak, retorik okuma, masum okuma gibi adlar içinde örneklerle de açıklamış, niçin edebiyat okumalıyız sorusuna da cevaplar aramıştır.
edebiyathaber.net (13 Aralık 2023)