Jan Devrim, Benim Kişisel Kıyametim adlı romanında, “şehrin” kaotik kalabalığında yalnız hisseden ya da bunu tercih eden (!) kahramanına, insanlığın kadim sorunu olan “varoluş amacını” sorgulatıp derinlemesine düşündürtüyor.
Edebiyatta, roman kahramanının isminin verilmediği birçok kitap vardır. Çünkü bazı karakterler isimsiz doğar. Yazar belki kafasında onlara isim vermiştir ama okuyan bunu bilmez. Örneğin, Jose Saramago’nun Körlük kitabındaki karakterlerin isimleri yoktur. Bizim edebiyatımızda da sadece isminin baş harfini bildiğimiz, Aylak Adam kitabının kahramanı Bay C. vardır.
Jan Devrim de, karakterine herhangi bir isim vermemiştir, belki de yazar(lar)ın bunu yapmasının amacı, okuyanın karakterle derinlemesine bütünleşip sadece kendi “iç sesi” ile muhatap olmasını istemesidir. Kendini isimsiz karakterin yerine koyan okuyucu, tek olmadığını, onun gibi hissedip düşünen birinin ya da birilerinin olduğunu bu suretle görür ve herkesin kendi hayatında her zaman başrol olmadığını, bazen de hayatı uzaktan izleyebilme cesaretini gösterebilmek gerektiğini anlar.
İsimsiz kahramanımız yaşamı boyunca kendini bir yere ait hissetmez çünkü kişisel (ev-iş) alanından hiç çıkmamış, ona toplum ya da ailesi tarafından atfedilen görevleri sorgulamadan yerine getirmiş, bir iç çatışma sonucu hayatının iplerinin aslında kendinde olmadığını fark etmiş ve ardı ardına gelen sorular ve veremediği cevaplarla baş başa kalmıştır. Âdeta hayatına yabancılaşıp, onu sorgulamaya başlamıştır.
Modern insanın her şeyi anında tüketip elinde bir şey kalmayınca yaşadığı o mutsuzluğu yaşar, boşluk hissini çevresindeki kalabalık içinde bulmaya çalışır fakat kalabalıklar içerisinde herkesin kendi yalnızlığı ile baş başa olduğunu fark etmesi ile kendi içine döner ve gittikçe kendine de yabancılaşarak ait olduğu(!) kimliği sorgular.
Yüksek plazaların, görkemli camların, gösterişli evlerin arkasında nasıl hayatlar olduğunu, kendi kişisel alanlarına tıkılıp kalmış insanları, zorunlu olmadıkça birbiriyle konuşmayanları, çıkar ilişkisi sonucu bir araya gelenleri, paranın kölesi olup dini buna alet edenleri, toplumda yaşanan her türlü adaletsizliği, yazdıkları ile gözler önüne seren Devrim, âdeta yıllar boyu gözlemlediği her şeyi kusuyor ve kendi varoluş mücadelesini kaleminden kâğıda damıtıyor.
Sylvia Plath’in Günlükler’inde yazdığı şu cümleler, hayatın amacının ne olduğu üzerinde düşünen ve bunu kendinde dert edinen, çıkmaz bir sokakta çıkış yolu arayan insanın ve Devrim’in roman karakterinin düşünceleri ile özdeş nitelikte.
“Benim hayatımın amacı ne ve onunla ne halt edeceğim? Bilmiyorum ve korkuyorum. Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım. Kendimi istediğim bütün becerileri edinecek kadar eğitemeyeceğim. Bunları neden istiyorum? Hayatımda mümkün olan zihinsel ve fiziksel tecrübelerin tüm renklerini, tonlarını ve çeşitlerini tatmak ve hissetmek istiyorum ve korkunç derecede sınırlıyım. Uğrunda yaşayacağım çok şey var, yine de anlaşılması mümkün olmayacak kadar hasta ve üzgünüm.”
Hepimizin bir hayatı var ve hepimiz onunla ne yapmamız gerektiği noktasında uzlaşamıyor, ikilemde kalıyoruz. Peki, tüm olumsuzlukları, iç sıkıntılarını, kederleri, mutsuzlukları ve buhranları bıraksak, o zaman rahata erip, ferahlayacak mıyız?
Bazen ışığı bulup kilidi açmak için hayatın tüm çetrefilli yollarını yürümek, zihnimizi esir alan düşüncelere kulak verip onlarla yaşamayı öğrenmek, iç buhranlarımızı sıkıntılarımızı kucaklamak, bizi biz yapanın hayatın tüm zıtlıkları olduğunu fark etmek gerekir.
Jan Devrim tüm bunlardan beslenerek yazdığı romanında, güçlü gözlem yeteneği sayesinde okuyucunun zihninde şimşekler çaktırıp, hayatın anahtarının bir kişi ya da bir yerde değil, kişinin kendi içinde olduğunu vurguluyor.
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2022)