Jean Baudrillard ile söyleşi “Olay’a İlişkin ve Sanal”

Ocak 1, 1970

Jean Baudrillard ile söyleşi “Olay’a İlişkin ve Sanal”

 

* Kafanızda iki imge canlandırın. Bunlardan biri: İkiz Kulelerin önünde bir yerlerdeki sıralardan birinde, dizleri üzerindeki evrak çantasına yapışmış vaziyette oturan, bronzdan bir heykel ya da şu Pompei harabelerinde bulunan kavrulmuş insan bedenlerinin birini andıran ve çökmüş kulelerden yağan toz toprağın altında kalmış teknotratın görüntüsü olsun. Bu teknotrat görüntüsü sanki öngörülemeyen bir felakete uğrayan dünya çapındaki bir gücün dokunaklı bir sureti, bir tür bu olaya imzasını basan bir görüntüdür.
Diğer imgeyse şöyledir: İkiz kulelerden birindeki atölyesinde bir sanatçı, kulelerin önündeki meydana dikilmek üzere, bedeni oklarla delinmiş bir Aziz Sebastien heykelinin modern versiyonunu andıran bir yapıt üzerine çalışmaktadır. Model olarak kendi bedenini almış olup bu bedenin içinden uçaklar geçmektedir. 11 Eylül sabahı kuledeki atölyesinde bu heykel üzerinde çalışmakta olan sanatçının öngördüğü olay gerçekleşerek kendi ölümüne yol açmıştır. Gerçek bir olaya dönüşen düş ürünü bir sanat eseri için bundan daha kusursuz bir kutsama töreni düşünülemezdi.
Burada, şimşek hızıyla olup bitmiş, tarihin sonu denilen tek düzeliği bir anda aşıp geçmiş olan tek bir olayla ilgili iki alegoriden söz edilebilir. Hiçbir şeyin gelip kendisini rahatsız edemeyeceği bir dünya düzeni ya da olmayan-olaya mahkum edilmiş bizlerin içinde bulunduğu duruma son verebilmiş tek olay 11 Eylül.
 
* Bu noktada tarihin kendisi bile bir tehdide dönüşmektedir. Öyleyse gerçekleşebilecek her türlü olayı önceden tahmin edebilecek bir güvenlik sistemi oluşturmak gerekmektedir.Günümüzde evrensel strateji adı altında inanılmaz bir önlem ve caydırma stratejisi güdülmektedir. Steven Spielberg’ün Azınlık Raporu/Minority Report başlıklı filminde böyle bir öykü sunulmaktadır. Filmde yakın bir gelecekte işlenebilecek suçları önceden tespit edebilen önsezilere sahip beyinler aracılığıyla suçluyu suçu işlemeden yakalayıp etkisiz hale getiren komandolar vardır. Irak savaşının senaryosu da bundan farklı değildir. Henüz gerçekleşmemiş bir eylem, yani Saddam’ın kitle imha silahlarını kullanma iddiası bahane edilerek suç, daha kuluçka aşamasındayken saf dışı edilmeye çalışılmaktadır. Doğal olarak burada sorun suçun gerçekten işlenip işlenmeyeceğini tespit edebilmektir. Ancak bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Önemli olan sanal suçun gerçek anlamında cezalandırılmış olmasıdır.
 
* Bir genelleme yapacak olursak yalnızca her türlü suçu değil aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın, sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir şey haline gelmiştir. Bugün artık olumlu bir politik iradeden söz edebilmek mümkün değildir. İktidar olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sitemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir. Savaşın da aslında bir amaç ya da hedeften yoksun bir yanılgı, sanal yani gerçekleşmemiş bir olay, bir tür lanet okuma, bir şeytan kovma biçimi olduğu söylenebilir.
 
* Mevcut dünya düzeninin amacı kesinkes olaysız bir dünyada yaşanmasını sağlayabilmektir. Oysa bu bir anlamda tarihin de sonu demektir. Ne var ki bu son Fukuyama’nın istediği gibi demokratik bir olgunlaşmayla değil terörü önlemeye yönelik bir terör, her türlü olay olasılığını ortadan kaldıran bir karşı terörle gerçekleşeceğe benzemektedir. Güvenlik adı altında teröre başvuran bir sistem sonunda bu terörü bizzat kendine uygulamak durumunda kalmıştır. En sonunda terörü içselleştirerek kendine karşı teröristçe davranan, hem vahşi hem de politik bir tözden yoksun, kendi halkına karşı düşmanca bir tavır sergileyen bu anti-terörist küresel sistemde insanı ürküten ironik bir yan vardır.
* İktidarın kendi kazdığı kuyuya düşmesi Moskova’da yaşanan tiyatro baskınıyla en dramatik düzeye ulaşmıştır. Bu katliam sırasında rehineler, teröristlerle birlikte öldürülmüştür. Bu olay deli dana sendromu yaşandığı sırada, önlem amacıyla, tüm sürünün yok edilme işlemine benzemektedir – Tanrı öteki dünyada sevgili kullarını hiç kuşkusuz diğerlerinden ayıracaktır!
 
* İktidarlar açısından kendi halkları potansiyel teröristtirler. Hepimiz iktidarın sanal rehinesiyiz. Buradan hareketle tüm iktidarların , tüm halklara karşı bir koalisyon oluşturduklarını ileri sürebiliriz. Bunun bir ilk örneğini Irak işgali sırasında yaşadık; çünkü bu işgal olayında tüm iktidarların rızaları az çok üstü kapalı bir şekilde alınmışken, dünya kamuoyu hiçe sayılmıştır. Dünyada bu savaşa karşı gerçekleştirilen gösteri yürüyüşlerinin ortaya koyduğu bir şey varsa, o da ortada olası bir karşı iktidarın varlığından çok Amerika’nın reelpolitik uygulaması karşısında uluslararası toplumun herhangi bir değerinin bulunmadığı gerçeğidir.
 
* Küresel iktidar demek, bu iktidarın sonu demektir. Bu iktidar sınırsız bir sanal güce sahiptir. Bir başka deyişle dünya çapında enformatik programları üretmekte ve işleme koymakta, borsalar oluşturmakta, haberleri programlayabilmektedir. Oysa gücünün doruğundaki bu iktidar herkese rezil olmaktadır. “İktidar Cehennemi” denilen şey, sözcüğün gerçek anlamında, bu türden bir şeydir.
 
* Olaylar temelde haberler aracılığıyla denetlenmektedir. Gündelik haberler tarihin yok olmasına hizmet eden en etkili tezgahtır. Ekonomi-politik nasıl değer yaratmaya yarayan devasa bir tezgahsa; haber sisteminin tamamı da gösterge niteliğine sahip olay üretmeye yarayan bir düzendir. Buradaki haber soyutlaması, ekonomi alanındaki soyutlamaya benzemektedir. Bu soyutlama sayesinde nasıl tüm mallar kendi aralarında değiş tokuş edilebiliyorsa, tüm olayların da aynı şekilde kültürel haber pazarında birbirlerinin yerini aldıkları söylenebilir. Günümüzde olaylar artık gerçekten olup bitmemektedir. Bunun nedeni “canlı yayın” adı altında gerçekleştirilen üretim ve dağıtımdır. Olaylar bu eşzamanlı “canlı yayın” denilen haber adlı boşluk içinde kaybolup gitmektedirler.
 
* François de Bernard, yaptığı çözümlemede Irak savaşını, sinema kuramı ve pratiğin birebir karşılığı şeklinde sunmaktadır. Bu, bir filme benzeyen bir şey, değil filmin ta kendisidir. Oyuncu seçimi, teknik ve mali olanaklar çok titiz bir çalışmanın sonucudur. Bu bir profesyonel işidir. Bu ekip, filmin yayınlanması ve kanallara dağıtım sürecine de hakimdir. Sonuç olarak bu işlemsel savaş devasa bir özel efekte, sinema bir savaş paradigmasına dönüşürken, bizler, bu filmin gerçek olduğunu düşünüyoruz.
 
* Sinema hiç kuşkusuz bu yüzden giderek sinema olma özelliğini yitirmektedir; çünkü gerçeğin yerini almaya çalışmaktadır. Gerçek giderek sinemayı yok ederken; sinema da onu yok etmektedir. Tarihin de bir filme dönüşmüş olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda habere ait gerçekliğin, tarih adlı filmin ses ve görüntü eşleştirme, dublaj, altyazı gibi işlemlerinden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
 
* Yeni Dünya Düzeninde devrimler sona ermiştir. Bundan böyle içsel sarsıntılardan söz etmek gerekecektir. Kusursuz bir şekilde çalışan bir mekanizma gibi, kusursuz bir sistemde de bunalımlardan söz edilemez. Olsa olsa işlevsel bozukluklar, boşluklar, eksiklikler, damar genişlemelerinden söz edilebilir.
 
* Devrimlerin ve daha genel olarak tarihin sona ermesi, dünya çapındaki bu güç açısından kesinlikle bir zafer olarak değerlendirilemez. Bu zaferden çok onun sonun haber veren yazgısal bir işarete benzemektedir.
 
* Her şeyin eş zamanlı bir şekilde olup bittiği ekran üzerinde, birkaç tıklamayla gerçekleştirilen dijital müdahale sayesinde, insana mantıklı görünen her şey sanal düzeyde mümkün olmaktadır. Tabii bu da olayların gerçekten olup bitme olasılıklarını ortadan kaldırmaktadır. Elektronik ve sibernetik sayesinde tüm arzular, tüm özdeşleştirme oyunları ve interaktif olasılaştırma süreçlerini programlamak ve kendi kendilerini programlamalarını sağlamak mümkündür. Her şeyi anında gerçekleştirme olanağı sıra dışı olayların ortaya çıkmasını engellemektedir.
 
* Bugünkü aktüalite girdabına saplanan izleyici, sanki hiçbir şeyin değişmediği gibi bir izlenime kapılmaktadır. Bütün bunları, tıpkı haber miktarındaki aşırı bollaşmanın bilgi düzeyinde bir düşüşe yol açması gibi, gerçeklik kat sayısındaki bir azalma eğilimi olarak adlandırabiliriz. Her şeyin her şeyle değiş tokuş edilebildiği bir dünyada, değerin hiçbir anlam ifade etmediği söylenebilir.
 
* Tarihin sonu demek tarihin son sözünü söylemiş olduğu anlamına gelmemektedir. Zira bu sonsuza dek programlanmış olduğu sanılan olmayan-olay düzeninde karşımıza bir başka olay tipinin çıktığı görülmektedir. Bunlar tarihe özgü terimlerle açıklanması mümkün olmayan, tarihsel nedenlerle ilişkisiz, öngörülemeyen, bunalıma yol açan olaylardır. Bunlar medyanın oluşturduğu, şu insanı canından bezdiren aktüalite akışını devre dışı bırakan, ancak tarihin yeniden ortaya çıkmasına ya da 11 Eylül konusunda söylendiği gibi sanal evrenin içinden bir gerçeğin çıkmasına yol açan olaylardır. Bunlar tarihi değil tarih ötesi olaylardır; çünkü tarihe son vermiş bir sistemde olup bitmektedirler. Olay, işlevsiz kılma özelliğine sahip, anormal bir şeydir zira ulaşabileceği en üst nokta, en kusursuz aşamaya ulaşmış bir sistemde içsel olumsuzluk ve ölümü yeniden devreye sokabilmektedir.
 
* Bundan böyle diyalektik, sentezle sonuçlanan tez ve antitez oyunu sona ermiştir. Tüm çelişkiler aynı düzeye indirgendiğinde karşıt terimler birbirlerini karşılıklı olarak çürütmeye başlamışlardır. Oysa bu karşılıklı çürütme olayının sonsuza dek sürüp gideceği düşünülemez zira her türlü diyalektik çözümlemenin ortadan kalktığı bir dönemde aşırı uçların tırmanışa geçtiği görülmektedir.
 
* Evrenseli ezip, yok eden bu küresel güçle tarihsel mantığı dümdüz eden şu baş döndürücü değişim hızını bir kenara koyacak olursak geriye sanal bir tanrısal güçle ona vahşice karşı koyanlardan başka bir şey kalmamaktadır. Küresel güç ve terörizm karşıtlığı bu türden bir şeydir. Bu karşıt güçler, bu aşırı uçlar arasında bir uzlaşma olasılığı yoktur; çünkü karşıt güçler arasında asla barış olmadığı gibi, bir gücün bütün dünyayı egemenliği altına alabilmesi de mümkün değildir. Bu hiç yoktan iyidir çünkü yok edilemeyen İyilik İmparatorluğu bu yolla sürekli başarısızlığa uğratılmaktadır.
 
* 11 Eylül olayı gerçekleştiği sırada açıkça belli etmeden yaşanan coşku ve dehşet karışımı atmosferde bir paradoks vardır. İmkansız bir olayın gerçekleştiği bir durumda insan böyle bir duyguya kapılabilmektedir. Çünkü genelde şeylerin gerçekleştirilmeden önce zihinsel açıdan kabul edilmesi gerekmektedir. Mantıksal ve kronolojik düzen bunu zorunlu kılmaktadır. Irak Savaşı böyle bir olaydır. Savaş öncesi o kadar uzun ve ayrıntılı bir şekilde programlanmıştır ki, daha başlamadan tüm olasılık hesapları tüketilmiştir. Herkesin, her an olabileceğine inandığı bir savaşın olmasına gerek yoktu. Çünkü bir olay olma özelliğini yitirmişti. Irak olayında 11 Eylül’deki radikal olayın yol açtığı ve Kant’ın sözünü ettiği anlamda hayranlık uyandıran o coşku ve ürkütücülükten eser yoktur. Savaş adlı bu olmayan-olay, insanda bir kandırılmışlık duygusu ve mide bulantısından başka bir şeye yol açmamaktadır.
 
* Yalnızca haber niteliğinden arındırılmış olayların bizim de katkılarımızla düş gücümüzü inanılmaz bir şekilde harekete geçirdikleri söylenebilir. Yalnızca bu olayların gerçek olarak kabul edildikleri; çünkü onları doğrulayacak bir şey ya da birilerinin olmasına gerek olmadığı söylenebilir. Bu yüzden de düş gücümüz onlara karşı hiçbir şekilde direnmemektedir.
* Biz aşırı anlam bolluğuyla, kusursuz bir anlamsızlığın yol açtığı bir korku düzeni içinde yaşıyoruz. Olay arzusuyla olmayan-olay arzusu. Sıra dışı bir olaya tanık olmayı ne kadar yoğun bir şekilde arzuluyorsak; bizi yaşamdan soğutan ve tahammülü güç bir durum olan olaysız bir dünyada yaşamayı, düzenin bozulmaması ve hiçbir şeyin yerinden kımıldamamasını da o ölçüde arzuluyoruz. Bunlar, her biri diğerleri kadar güçlü iki içtepidir. O coşku ve dehşet karışımı atmosferle belli edilmemeye çalışılan heyecan ve pişmanlığın nedeni de zaten budur.
 
* Biz aynı zamanda hem izleyici kitlesi hem de iletim aracı, hem iletim hem de elektrik ağının ta kendisiyiz. Oyuncu ve seyirci ayrımının ortadan kalktığı bu evrende herkes aynı gerçekliğin, aynı sorumluluk çarkı ve yazgının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumdadır.
 
* Günümüz dünyası, karşılık verilemeyen tek yönlü bir sanal gelişmenin egemenliği altındadır. Bütün dünyayı denetleyebilen ve teknoloji aracılığıyla her yere ulaşabilen bu gelişmenin yanı sıra, bir tedbir alma zorbalığı ve kusursuz güvenlik tekniklerini bir kenara koyduğumuzda geriye öngörülemeyen olayın ortaya çıkma olasılığından başka bir şey kalmamaktadır. Mallarmé bir zamanlar, “günün birinde kusursuz bir zar atma tekniği geliştirip istediğiniz sayıları atabilirsiniz ancak rastlantıya bir son veremezsiniz” demişti. Bir başka deyişle programlamanın olaylara asla bir son veremeyeceği düşünülebilir. Elinden kaçmanın mümkün olmadığı bir olaydan kaçıp kurtulmamızı sağlayacak kusursuz bir teknik ve tedbir aşamasına asla ulaşılamayacaktır. Küresel düzenin ürkütücü monotonluğuna karşın, insanı ürkütecek cinsten olayların gerçekleşme şansı her zaman vardır.
 
Bu durumun en güzel metaforu, hiçbir şeyin olup bimeyeceğini kaydetmek, olmayan-olayın filmini çekmek amacıyla kamerasını 2001’in Eylül ayı boyunca Manhattan yarımadasının karşısına yerleştiren şu video sanatçısıdır. Hiçbir şeyin olup bitmeyeceğine inandığı bir sırada İkiz Kulelerle birlikte sıradanlığın da darma dağın oluşuna tanık olmuştur.
 
Kaynak: davetsizmisafir.org (15 Mayıs 2012)

Yorum yapın