Joseph Roth’un “Hotel Savoy” ve “Bir Katilin İtirafları” adlı romanları Can Yayınları tarafından yayımlandı.
Tanıtım bülteninden
Hotel Savoy
“Hotel Savoy’a karşı içimde bir nefretin kabardığını hissediyordum, burada birileri yaşarken, diğerleri ölüyordu.”
Yıllar süren savaş ve esaret döneminden sonra yurda dönen Gabriel Dan, sınıra yakın bir Polonya kentinde, Hotel Savoy’un altıncı katına yerleşir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde kalan görkemli günlere tanıklık eden gösterişli dış cephesiyle bu otel, katlar arasındaki sınıf farklılıklarıyla her çevreden insanı ağırlamaktadır. Askerler, milyonerler, iflas bayrağını çekenler, döviz kaçakçıları ve varyete kızları, Hotel Savoy’da karşılaşırlar. Savaşla beraber kaosa sürüklenen dünyanın alegorisi gibidir bu otel: Küçültülmüş bir model, bir mikrokosmostur. Gabriel Dan, Hotel Savoy’un temsil ettiği her şeyden, bozuk düzenden ve bedbaht hayatlardan nefret eder, buradan kurtulmanın yollarına bakar. Ama kalır. Kentte bir grev patlak vermiştir, bilinen dünyanın sonu yakındır.
Joseph Roth’un erken dönem eserlerinden olan Hotel Savoy, Birinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan sosyal travmayı yansıtır. Devrimle çalkalanan Rusya ile Avrupa arasında sıkışıp kalan küçük bir kentte, kırılgan sosyal ilişkileriyle köklü değişimin eşiğindeki toplumu resmeden Hotel Savoy, ilk yayımlandığında, dönemin “insan trajedisi”ne parmak basan, güçlü bir eser olarak değerlendirilmişti.
“Her sayfası, her satırı en özenli ritim ve melodi bilinciyle işlenmiş bir şiir dörtlüğü gibi.” (Stefan Zweig)
Bir Katilin İtirafları
Bir gecede anlatılan bir öykü
“Bana haksızlık yapılmıştı. Adım Golubçik olmuştu. Doğduğum andan itibaren hakkım olan her şey elimden alınmıştı. O günlerde talihsizliğimin hiç mi hiç hak etmediğim bir bela olduğuna inanıyordum. Bir bakıma onaylı bir kötü olma hakkına sahiptim. Bana kötülük yapan diğerlerininse böyle bir hakları kesinlikle yoktu.”
1930’lu yıllar, Paris. Quatre Vents Sokağı’nda Rus mültecilerin uğrak yeri olan bir Rus restoranı: Tari-Bari. Kiminin bir tek atmak için uğradığı, kiminin tüm gününü geçirdiği, karnını doyurduğu, sohbet ettiği, ahbaplık kurduğu, bazen sarhoş olduğu bir tür sığınak. Ve müdavimler arasında dikkat çeken gizemli, “katil” lakaplı bir adam: Semyon Semyonoviç Golubçik. Derken bir gece, Golubçik hayatını anlatmaya başlar. Sahiden de birilerini öldürmüştür: “Bu benim lakabım, ama bir yandan o kadar yakıştırma da sayılmaz. Uzun yıllar önce bir adam öldürdüm, o zamanlar bir de bir kadını öldürdüğümü sanıyordum.”
İşte hikâye burada başlar: Hiç bitmeyecekmiş gibi sonsuzluğa uzanan bir gecede, bir adamın yaşam yazgısına tanıklık ederiz Tari-Bari müdavimleriyle birlikte. Çarlık Rusya’sının yaşam koşullarında bir prensin evlilik dışı oğlunun, babası ve toplum tarafından kabul görmek için verdiği hırslı mücadele, bu mücadele uğruna sürüklendiği gizli teşkilat casusluğu, hastalık derecesinde bir tutkuyla bağlandığı bir kadınla tümden içinden çıkılamaz hale gelen bir ihtiras, intikam ve nefret girdabı…
Roth, güçlü psikolojik betimlemeleriyle ördüğü romanıyla, bireysel yazgının toplumsal olandan bağımsız düşünülemeyeceğini çarpıcı bir anlatımla göz önüne sererken “iyi” ve “kötü” gibi değerlerin de ne denli sorgulanabilir olduğunu bir kez daha hatırlatır.
Joseph Roth’un Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Radetzky Marşı, 2013
Kör Ayna, 2014
JOSEPH ROTH, 1894’te Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Doğu Galiçya’daki Brody’de dünyaya geldi. Viyana ve Lemberg’de edebiyat ve felsefe öğrenimi gördü. Birinci Dünya Savaşı’na katıldı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşü, Roth’un hayatında belirleyici bir rol oynadı. Savaştan sonra Viyana’ya dönerek sol eğilimli gazetelerde muhabirliğe başladı. Bu dönem, yazarın Habsburg monarşisine eleştirel yaklaştığı yazılarıyla Kızıl Roth olarak tanındığı dönemdir. 1920’de Berlin’e geçerek gazeteciliğe Neue Berliner Zeitung ve Berliner-Börsen-Courier’de devam etti. 1923-1932 yılları arasında liberal Frankfurter Zeitung’un muhabirliğini yaptı; bu dönemde SSCB, Polonya, İtalya ve Arnavutluk gibi ülkelere seyahat etti. Nasyonal Sosyalizmin Avrupa için oluşturacağı tehlikeyi bir kehanet gibi sezinleyen ilk romanı Örümcek Ağı, bu dönemin eseridir, ancak pek ilgi görmez. Roth ironik bir şekilde asıl başarısını dönemin savaş sonrası toplumunu odağa alan ve güncelin nabzını tutan eserleriyle değil, emperyal Orta Avrupa’ya özlem duyan ve melankolik bir nostaljinin çekim alanına kapılan eserleriyle 1930’dan sonra yakalayacaktı. 1930’lu yılların başında önce Eyub adlı romanıyla, ardından da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yükselişi ve çöküşünü anlattığı, edebiyat tarihine başyapıtı olarak geçecek Radetzky Marşı’yla uluslararası çapta ün kazandı. Joseph Roth, 1933’te Hitler’in iktidara geldiği gün Fransa’ya göçtü. Kitapları Naziler tarafından kara listeye alındı ve yakıldı. Kendisiyle aynı durumda olan pek çok yazarın aksine Roth, sürgündeyken kitaplarını Hollanda ve Belçika’da yayımlatma olanağı buldu. Yine de son yıllarını mali kaygılar, gelecek tasaları ve yoğun alkol tüketiminin hızlandırdığı hastalıklarla boğuşarak geçirdi. Roth, 1939’da sürgün yaşamı sürdüğü Paris’te sefalet içinde öldü.
edebiyathaber.net (21 Kasım 2017)