Esme Aras, on yılı aşkın süredir Türk Edebiyatına öyküleri ve röportajlarıyla katkıda bulunuyor. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu olarak haberciliği teknik olarak da bilen biri. İki öykü kitabı yanında iki de söyleşi kitabı bulunuyor. Çalışkan ve kendine özgü değerlendirmeleriyle söyleşilere derinlik, bir cümleden yola çıkarak yazılarına anlam zenginliği kazandırıyor. TRT Radyo1’de Gecenin İçinden programı bünyesinde gerçekleştirdiği yazarlarla söyleşileri ve Gündem Hafta Sonu programında sürdürdüğü edebiyata içkin değinileri tadı damağında bırakacak kadar değerli.
Hâl böyle olunca, tam da Esme Aras’tan beklenilen belgesel roman diyebileceğimiz Kâbil, Ötesi Boşluk okuyucuyla buluştu. Afganistan’da yıllardır süren savaşı haberlerden biliyoruz. Son birkaç yıldan beri ülkemize gelen göçmenler, özellikle de sağlıklı genç erkeklerin girişi, konuya hepimizi çok daha yakından bakmamızı sağladı.
Başkent Kâbil, Afganistan’ın kalbi. Dünya çapında yazarların da bu olaya ilgisi hep oldu ve üzerine romanlar yazıldı. Peki yakın çevrenizde Kâbil’e geçici görevle giden bir asker tanıdığınız oldu mu? Olduysa, bu gidişle bir şeylerin olumlu yönde değişeceğine yönelik bir umut beslediniz mi? Benim yakınlarımdan yoktu böyle biri ama olsaydı, heyecanlanırdım. Bir şeylerin yoluna gireceği hissine kapılır hatta olağanüstü çabalarla, yıllardan beri süregiden çözümsüzlüğün, sorunun hallolacağından emin olurdum.
İşte Esme Aras’ın Kâbil, Ötesi Boşluk kitabının da ilk sayfasında beni kendine çeken, merak ettiren, edebi tat aldığım satırların arasındayım. “Yaşantım sökülmüş bir örgü gibi duruyordu önümde,” cümlesinin büyüsüne kapıldım. Tam da az önce sözünü ettiğim gibi Mert, bir Türk askeri olarak Afganistan’a, NATO üssündeki görevine giderken duyguları, pasaport işlemleri, havaalanındaki bekleyişi söz kalabalığına düşmeden anlatılıyor. Mert’in güne her uyandığında, hadi bugün bir şeyler değişecek, değişmeli umudunun peşine takıldım ben de. Bir insan olarak her şeyden önce oradaki can güvenliği, başka ulusların askerleriyle iletişim, görevindeki bürokratik tıkanmalar öyle gerçekçi ki dar alandaki kısır döngü içinde buldum kendimi. Cumhuriyet Bayramının bir askeri üste kutlanmasına tanıklık ettim.
Yazar, bir taraftan da Mert’in Ankara’da, geride bıraktığı yaşamını bazı bölümler arasında vermiş. Roman kahramanının yüreğindeki yangının ipuçları ayrıca merak unsuru, neler olup bittiği son bölüme kadar gizini koruyor.
Mert, kendi acılarından uzaklaşmak için kabul ettiği Kâbil görevinde, alışık olduğu üzere disiplinle, ürettiği projelerle katkı koymaya çalışıyor. Hani her insan gittiği yere kendini de götürür, bunu kanıksamışızdır. Ancak gidilen yer, ülkeni temsil ettiğin bir görevse işleyişteki gevşeklik, liyakate uygunsuzluk, kurallardan çok kişisel yaklaşımlara kadar uzanıyor. İşte bu dar bir alana hapsolmuş, hareket alanı kısıtlanmış yaşam biçimi ve ilişkilerde nefessiz kalma durumu, boğulma hissi metnin kurgusuna birebir yansımış. Mert’in yerinde kendinizi buluyorsunuz.
NATO üssündeki ilişkiler, özellikle Afganların kültürel bakış açıları bir belgesel tadında, hayretle okunuyor. Kendini korumak, sağlıklı kalmak için enerjisinin bir kısmını harcayan Mert, kendince çareler ürettiğinde kollarını sıvayıp işe girişiyor. Hah, şimdi bir şeyler değişecek derken patinaj yapan araba gibi boşuna çaba olduğuna hep birlikte tanık oluyoruz. Ülkemizin, askerlerimizin hem diğer ülke askerlerinin hem de Afganların gözünde ne oldukları, nasıl görüldüklerine içimiz ezilerek ortak oluyoruz.
Gün geçmiyor ki bir patlama olup onlarca insan ölmesin. Bu durumlarda kapanan karlı-çamurlu yolların, trafikteki keşmekeşin, pisliğin, düzensizliğin bir yaşam biçimi olarak kabul edildiği coğrafyada neyi tutsanız elinizde kalıyor. Mert, ruhundaki bungunlukla geçmişe, iyi kötü yaşanmışlığa sığınıp duygularının eline kendini bıraksa da her sağlıklı, idealist genç/asker gibi görevdeki disiplin anlayışını oturtmak istiyor. Okuyucu da bu çabaya ortak oluyor.
Her ne kadar bir anlatıcının dilinden verilse de günlük benzeri bir yol izlendiği için Mert’in kendi anlatımı kadar güçlü etki bırakıyor. Yalnızca yaşananlar değil elbet, havaalanı, dağlar, yollar, ne yenip içildiği, yola çıkacak cipin bakımı, bürokrasi, hiyerarşi… Afganistan hakkında, hatta ayrıntıları, tam da bizim merak ettiklerimizi gün be gün aktarıyor. Afgan binbaşının Türk askerinden, eşinin hasta olduğunu söyleyerek yardım istemesi, bir hastane, tanıdık doktor bulmaya yönelik düşüncelerin, aslında istenenin maddi yardım olduğunun anlaşılması. On bir çocuğu olan binbaşının büyük oğlunun da askeri lisede maaşlı çalıştığının öğrenilmesi, bakış açımızın değişmesine yol açan bir ayrıntı olarak ilginçtir.
İşte bu ve benzeri, açıkça anlatılmasa da o rutin yaşamın kendisinden bile çıkan sonuç, savaşın bitmek gibi bir niyetinin olmadığı, hatta ne kadar sürdürebilinirse, insanların bezgin hayatı daha da dibe çekilirse o kadar amaca ulaşılacağını kavrıyor, kahroluyoruz.
Ülkemizdeki belirsizlik, bir gün burada görevlendirilen birinin ertesi gün görevden alınması ya da yer değiştirmesi gibi doğal durumlar, Kâbil’deki NATO üssüne de yansıdığında Afganistan ve Türkiye arasında iyi yönden/ kötü yönden karşılaştırma yaparken buluyoruz kendimizi. Ciddiyetsizliğe belli düzen içinde bir noktaya kadar göz yumulur ama bir düzen kurma amacındaysanız, en ufak denge bozucu durum, başka pek çok olumsuzluğu çağırır. Bazen Cumhuriyetimizin değeri, aydınlık insan yüzlerini, demokrasimizi daha iyi anlayıp koruyup kollama isteği olurken bir taraftan ara sıra yaşanan laçkalıklarımızı da anımsayıp kahroluyoruz.
Esme Aras, Mert’in Ankara’daki yaşamından kesiti, bir mektup olarak sonlara saklamış. Bütün bu yaşadıklarından sonra, roman kahramanımızı daha iyi anlayıp yine de iyi dayanmış dedirtiyor okuruna. Kitabın adını da son bölümlerdeki metinden, aslında her şeyin bir boşluk, elle tutulamayan bir zaman, kayıplar gibi metaforlarla anlatıldığını görüyoruz.
Bu kitabı bitirdiğimde rastlantıyla hemen ardından, yarım kalan George Orwell’in 1984 adlı kitabını okuyup tamamladım. 1984’te, savaşın bitirilmek istenmemesi, bilerek isteyerek sistemli olarak devamı, toplumsal, sınıfsal, insanın özü bağlamında farklı ve teknik gerekçelerle ortaya konuyor ki her satırda, Esme Aras’ın romanında olup bitenler birer örnek olarak gözümün önüne geldi. Sanki 1984’te öne sürülen teorinin, Kâbil’de pratiği uygulanıyordu. Yıllardan beri dış düşmana karşı birleşebilmiş ve ülke topraklarını koruyabilmiş Afganistan’ın, konu kendi içinde seçilecek yönetime geldiğinde iç karmaşanın çıkması, Pakistan sınırındaki anlaşmazlığın sebebi de satır arasındaki bilgiler arasında yer alıyor.
Esme Aras, bu kitapta Afganistan tarihini, yaşam biçimini, kargaşayı, emperyalist sömürgeyi, bir Türk askerin günlük yaşantısından bakarak, sıradan bir günde karşılaşılan önemsiz gibi görülen olaylarla etkileyici bir şekilde yazmış. Bu kitabı okumak, dünyada olup bitenleri farklı açılardan algılamak için bir fırsattır. Mert’in kişiliğinde okurun yaşananları görüp bilmesi, elimizdekini, kaybedebileceklerimizi karşılaştırmalı olarak daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
edebiyathaber.net (16 Nisan 2024)