“Öldürmeyeceksin! Bunu yapmayacaksın aslanım. Hiç yapmayacaksın, biraz bile olsun yapmayacaksın. Ama biraz öldüremezdiniz ki, öldürmek tam bir şeydir. Öldürmek. Tüm dünyayı kaplayan bir eylem için nasıl da basit bir kelime.” Kadim Tanrı’nın Zamanı
İrlanda’nın bitmek bilmeyen kültürel gerilimi, yüzyıllardan bu yana birtakım kopuşlar ve canlanmalarla edebî satırlar arasında kendine yer buldu. Bu coğrafya nitelikli bir edebiyatın doğuşu için gereken sancılı zemine sahipti. Ülkedeki yaşamın özü İrlandalı yazarların farklı bakış açıları, kendilerine özgü edebî yolları, deneyimleriyle filizlendi ve tüm dünyada geniş bir yankı uyandırdı. Yeats ve Joyce’un edebî mirasının taşıyıcılarından biri de İrlandalı romancı, şair ve oyun yazarı Sebastian Barry’ydi. Yazar, eserlerinde İrlanda’nın sosyal belleğine, kültürel mirasına, travmalarına, kimlik arayışına yer vererek çağdaş İrlanda edebiyatının önde gelen isimlerinden biri oldu. Romanlarını eskiyle yüzleşmek zorunda kalan, geçmişin kaotik derinliğinden sağ çıkmaya çalışan yaralı ve mücadeleci kahramanlarıyla toplumsal belleğin kırılmaları üzerine inşa etti. Uzak Diyarlar ve Gizli Defterler’i daha önce Türkçede yayımlanan yazarın 2023 Booker Ödülü’nde uzun listeye giren Kadim Tanrı’nın Zamanı ise yakın zamanda Mustafa Güdük çevirisiyle Kairos Kitap tarafından yayımlandı.
Kadim Tanrı’nın Zamanı, İrlanda’nın karanlık tarihine parçalanmış, travmatik anılar üzerinden bir yolculuğa çıkarmaktadır. Barry, romanın arka planında İrlanda’nın devlet-toplum yapısına dair derin gözlemler sunarken geçmişteki baskı politikalarını, Katolik Kilise’nin devlet ve toplum üzerindeki menfi iktidarını, dinî kurumların adalet ve ahlak kavramlarını nasıl şekillendirdiğini, bu tartışılamayan gücün birey ve topluma tesirini ortaya koymaktadır.
Gerçeklikle olan bağını koruyan Kadim Tanrı’nın Zamanı’nda “Tarih, İrlanda’da her daim sıkıntılı olagelmiştir,” diyen anlatıcı, özellikle 1980’lerden itibaren ülkede yoksulluk, boşanma, ebeveynlerin sağlıksızlığı, evlilik dışı doğum vb. nedenlerle ailelerinden alınarak ıslahevlerine/yetimhanelere yerleştirilen binlerce çocuğun şiddet ve istismara maruz kaldığı karanlık olayları Kettle ailesi üzerinden aktarmaktadır. Devletin kiliselerin iş ve işleyişine müdahalesini engelleyen yasalarla yıllar içinde binlerce yaşamın yok oluşuna karşı sessiz tanıklığını; Tom, ailesi ve polisin çözüme kavuşturmaya çalıştığı bir davanın sınırlarında ifşa etmektedir.
Romanın başkahramanı emekli polis memuru Tom Kettle, Dublin’in kıyı banliyölerinden birinde Bay Tomelty’nin görkemli malikanesinin yanındaki müştemilatta yaşamaktadır. “Durağan, mutlu ve faydasız olma”yı varoluşun esası olarak gören Tom’un bu fikri geçmiş yaşamının devinimine ve karmaşıklığına bir tepki niteliğindedir. Tom’un dünyadaki köşesine çekilme çabası, dokuz ay sonra kapısını çalan iki meslektaşının önüne koyduğu raporlarla alt üst olur. Bu karşılaşmadan sonra onun kendi içine dönmesinin, müştemilatta yaşamaya başlamasının korku ve endişelerinden kaçtığı bir sığınak bulma arzusundan kaynaklandığı anlaşılır. Hafızası gözlerden ırak sığınağında zihinsel sancılarını sürekli beslemekte, huzursuzluğun girdabından çıkmasına engel olmaktadır. Tüm yaşamı zamanla müştemilatın duvarları arasına sıkışıp kalmıştır. Dünyanın zenginliklerinden uzak bir yoksulluğun içinde gün geçtikçe anılarını muhafaza edemez hâle gelir. Öyle ki hayalî varlıklar gerçekliği olmaya başlar. Roman boyunca Tom Kettle’ın kendi kafa karışıklığına, istikrarsızlığına zorlanırız. Bilincin gelgit oyunları eşliğinde, sürekli geçmişin girdabında bir yerlerde sürüklenir dururuz. Tom’un düşünceleri anlatının katmanları arasında kendine yer bulur. Bu, çoğu zaman romanı Tom’un gerçekliğini sorgulatan bir metne dönüştürür.
Tom, sık sık geçmişe döner. June’la olan ilişkisi, çocuklarıyla kurduğu bağ ve ilk ayrılıkları, polis memuruyken karşılaştığı sorunlarla birlikte hayatının evrelerini yer yer onun zihninden görürüz. O, yasalar ve prosedürler ile denetim altında bir polis memuru olarak ailesini kontrol edebilmesi mümkün olmayan bir düzene kurban vermiş biridir. June çocukluğundan gelen travmalarla patolojik bir çukura sürüklenmiş, Winnie bağımlılığın içinde yitip gitmiş, Joe ise yardım etmeye çalıştığı insanların batıl inançlarının gölgesinde kaybolmuştur. Her biri bir yana dağılan, hayatları birileri tarafından mahvedilen bu ailenin hikâyesinde toplumun sancılarını görmek mümkündür.
Romanda Tom, ailesi ve meslektaşlarının yanı sıra anlatıyı besleyen kanallardan biri de Bay Tomelty ve eşiyle onların kiracısı Bayan McNulty’dir. Bir yanda kadim kimliğe bağlı kalmaya çalışan, sosyo-kültürel değişime ayak uyduramamış statüko karşısında tepkisiz kalan insanlar; öbür yanda romanın ilerleyen bölümlerinde karısı hakkındaki düşüncelerinden kimlik karmaşasının fısıltılarını duyduğumuz Bay Tomelty… Tom’un ev sahibi olan Tomelty’e göre zamanında “tepeden, minberden” kınanan insanlar şimdilerde ilişkilerini açık bir şekilde başkalarının ne diyeceğini umursamadan yaşamaktadır. Tom’a kule katında yaşayan kadının evine sık sık ziyarete gelen erkeği görmezden gelmenin iyi olacağını, zamane insanlarının böyle şeylere açık olduğunu dile getirirken “Biz kendi hayatımızı yaşayalım, bırakalım başkaları da öyle yapsın, bence böyle. Burası yeni İrlanda,” şeklindeki ifadesi, bastırılmış kişiliğinin belirtisidir. Zira o da “İrlanda’nın kendine has toplumsal münasebetlerinin meydana getirdiği batakta çırpınan” biridir. Oysaki “yeni İrlanda”, 1990’larda kilisenin devlet üzerindeki teokratik kontrolünü kaybetmeye başlamasıyla birlikte geçmişiyle yüzleşmeye çalışmaktadır.
Bay Tomelty’nin görmezden gelinmesini salık verdiği Bayan McNulty, Tom’un kendi kendiyle hesaplaşması için vardır. Yetimhaneden kaçan çocukları koruyucu herhangi bir yasa olmayan dönemlerde, hiçbir şeyin sorgulanmadığı bir dünyada polis memuru olan Tom, Bayan McNulty’i ve çocuğunu kocasının şiddetine karşı korumaya çalışırken kendi kayıtsızlığının da diyetini ödemektedir: “Çamaşırhaneden kaçan kızlar, yetimhaneden kaçan çocuklar, her biri bulunup iade edilmek zorundaydı. (…) Tom itaat etmek haricinde hiçbir şey yapmamıştı.”
Tom’un Tomeltyleri ziyareti sırasında karşılaştığımız “tekboynuz” da anlatıyı besleyen güçlü kaynaklardan biridir. Bu nadir ve büyülü yaratıkla çok sık karşılaşmasak da saflığın, dokunulmazlığın, ideallere ulaşmanın sembolü olarak anlatı içinde manidar bir yeri vardır. Tekboynuz, Tom’un dünyasında kaybettiği/özlem duyduğu huzura, temiz ve el değmemiş dünyanın varlığına bir atıftır; onun hayatında asla tam anlamıyla var olmamış, belki de ulaşamayacağı bir masumiyet ya da kurtuluş özlemidir. Tom Kettle’ın geçmişle yüzleşmesi, yaşadığı travmalar ve adalet arayışıyla birlikte merhamet; istismar, şiddet ve zulüm üçgeninde varlığını yitirmiştir. Bu durum, Tom’un içine sürüklendiği girdapta, yaşam döngüsünün merkezinde, kadim Tanrı’nın zamanından bu yana süregelmektedir.
Satırlarının arasında şiirsel bir yoğunluk barındıran Kadim Tanrı’nın Zamanı, Tom’un içsel yolculuğuyla birlikte tarihsel gerçekliğin de duraklarından geçiyor. Sebastian Barry toplumsal bir hesaplaşmanın bireysel yankısını kurgunun hassas kantarına koyuyor; Kadim Tanrı’nın Zamanı sessiz çığlıkları kahramanlarının mücadeleleriyle duyururken okuru insanlığın karanlık çehresiyle karşı karşıya getiriyor.
edebiyathaber.net (16 Kasım 2024)