“ ‘Felak Suresi’… Neffâsâti fi’l-u’gad… Sure ‘Düğümlere üfleyen kadınların şerrinden sakının’ diye buyurur. Büyücü kadınların şerrinden sakının… Allah biliyor yapabileceklerimizi. İyiyi de kötüyü de. Ama biz unuttuk sadece.”
Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın, okurken en nefessiz kaldığımız bir yerinde, böyle söylüyor Madam Lilla. Surenin Madam Lilla’ca yorumu. Dünyanın farklı farklı coğrafyalarında, farklı isimlerde, farklı kadınların hikayelerini yaşayıp bir kadın destanı yazmaya kalkışan Madam Lilla. İskenderiye’de Esma, Beyrut’ta Samira, Yefren’de Tin Abutut (sahili büyük kadın), bazen de Thirina (aşk) olan Madam Lilla. Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın dört ana kahramanından biri. Ana kraliçe. Bir tanrıça…
“Hakikatte kadınlar, bu âlem içinde başka bir âlemde yaşarlar. İçine aşklarını ve büyülerini üfledikleri bir âlemdir bu. Erkekler biteviye o âlemi hırpalar, yıkar. Kadınlar ise yeniden üfleyerek nefesleriyle kurarlar o âlemi. Kadınlar, erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır, başka hiçbir şey değildir.”
“Erkekler sadece kadınların dünyasına hürmet ve hayret etseler yeter. O da işte erkeklerin kadınlara üflediği nefes olur. Kadınlar, sürekli yıkılan dünyalarını o hürmet ve hayreti gördüklerinde yeniden kurmaya kudret bulurlar. Kadınların bu kudretli büyüsü korkutur erkekleri. ‘Kadınların büyücülüğü’ dedikleri bu.”
Amira. Hem tüm işvesi, kadınlığın en baştan çıkarıcı beden dili ile, dans olmazsa devrim olmayacağının kanıtı bir kadın, hem de iktidarların en çok canını sıkan eylemlere imza atan bir aktivist. Hem kırgın, hem asi. Hem korkak, hem cesur. Hem aşık, hem özgür…
“Aşk, kadınlar yorulunca biter. Kadınlar bir adamı değil, bir mezarlığı terk eder.”
Maryam. Kadınlığından vazgeçmenin, kadınlıktan istifa etmenin arifesinde bir yenik savaşçı. Tamamen yok olmadan önce, bir umut Tanrıça Dido’nun hikayesinde kendini arayan başarılı bir akademisyen. Herkes kadar aşık, herkes kadar hayalleri kırık, herkes kadar yüreği yaralı.
“İnsan ancak sevilince öğreniyor kendini sevmeyi.”
Ve anlatıcı. Bu dört kadının romanını yazmaya karar veren aynı zamanda da romanın dördüncü kahramanı. Adı yok. Ama roman ilerlerken adı olmayan bu kahramanın kitabın bizzat yazarı olduğunu anlıyoruz. Ece Temelkuran, romanın yazarı olmakla yetinmemiş, bizzat roman kahramanlarından biri olmuş Düğümlere Üfleyen Kadınlar’da. Neredeyse tüm muhalif gazetecilerini hapse mahkum eden bir ülkeden Tunus’a kaçmış bir gazeteci. Adı gibi kendini de varla yok arası gösteriyor romanda. Dünyadaki bütün kadınların yerine hikayeyi izliyor gibi. Tüm kadınlar adına bu hikayede yer almış gibi.
“İnsanların hikayelerini yazanlar evvela şunu bilmeli: Kaderini yazıyorsun. Yalnız olacaksın. Hem de hep.”
Madam Lilla dünya sahnesinde son rolünü de oynayıp çıkıp gitmek isteyen bir Tanrıça. Sahnede devleşen bir oyuncu. Ama kimselere göstermediği sahne arkasında, o son sahneyi yalnız oynayamayacak kadar zayıf, yorgun ve kırgın. Güçten düşüşünü kimseler görmeden son sahneye doğru yol almaya çalışırken, yaşamı boyunca kadınlık adına öğrendiklerini birilerine miras bırakmadan gitmek istemiyor. Yoksa emek emek dokuduğu yaşamının hiçbir anlamı kalmayacak. Daha tanıştıkları günün ertesinde dört kadın, Madam Lilla’nın öncülüğünde, rotasını ve amacını sadece Madam Lilla’nın bildiği bir yolculuğa çıkıyorlar. Elbette hayat sürprizlerle dolu; ne istediğini en iyi bilen Madam Lilla’yı bile şaşırtan, hiç de ummadıkları bir sonla yolculuğu sonlandırıyorlar.
Tunus, Libya, Lübnan, Mısır… Savaşın, çölün, ihanet ve intikamın, insanların dayanılmaz acılarının içinden geçerek yol alan dört kadın. Bazen de çölün içinde açan erguvanların içinden geçiyorlar. Erguvanlardan, doğanın dişiliğinden güç alan kadınlar…
Düğümlere Üfleyen Kadınlar, bir yanıyla bir kadın dayanışması; kadınlarla dertleşen bir roman…
“İnsanın kendi yarasını sarmasının mümkün olmadığını ancak başkalarının derdini alırken kişinin kendi kendini de onardığını düşünecektim.”
Düğümlere Üfleyen Kadınlar, bir yanıyla isyan eder erkeklerin dünyasına; dünyayı savaşlarla kasıp kavurmalarına. İskenderiye’de bir barda insanlar televizyonda Tahrir Meydan’ını izler; direnişçi gençlerin gözüne nişan alan askerleri. Bu satırları okurken, Gezi’yi ve Filistin’de İsrail askerlerinin de aynı şeyi yaptığını anlatan Ahmet Şık’ın sözleri geliyor aklıma: “Zulüm çok kolay kopyalanabilen bir şey.”
Romanın benim için birkaç sıkıntısı var. Roman yarısına kadar anlatımı, dili ve kurgusu ile bir edebiyat şöleni sunuyor, okur kendini adeta bir kadın destanının, bir masalın içinde buluyor. Ancak kitabın ikinci yarısında, kurgu bambaşka bir şekle evriliyor, Hollywood’vari bir maceranın içinde buluyoruz kendimizi. Ece Temelkuran’ın söz ustalığı ile o masalsı anlatım gücünü kaybetmiyor, ama başka bir romanın içine düşüyoruz sanki.
Sadece kadınlığından aldığı güçle ve feminist söylemleri ile eril dünyaya kafa tutan bir tanrıça Madam Lilla. Ancak bu söylemleri, iktidarı asla elden bırakmayan ve hükmeden tavırları ile çelişiyor. Kitabın ikinci yarısında ise, kadınlığın simgesi o tanrıça gidiyor, eril dünyanın silahlarını kuşanıp savaşa giden bir intikamcıya dönüşüyor. Kızları da peşinden. Madam Lilla eline silahı aldığı anda “Ah Madam Lilla, oldu mu şimdi?” demeden edemiyorum. O noktada zaten kurgu değişiveriyor, kitaba dair bütün düşüncelerim de bocalamaya başlıyor.
Asuman Kafaoğlu Büke, Cumhuriyat Kitap’taki bir yazısında son dönemde romanımızda gelişen bir dili eleştiriyor. Şimdilik “abicim dili” olarak adlandırdığı külyutmaz, kabadayı, alaycı bir dil. Son dönemde okuduğum Türk romanlarında benim de kabullenmekte zorlandığım bir dil bu. Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın bazı diyaloglarında da bu dile rastlıyoruz ve bu masalsı anlatım içinde Ece Temelkuran’ın neden bu dili romanda kullandığını anlayamıyorum.
Bir eleştirim de kitabın yeni baskısını yapan Can Yayınları’na. Utku Lomlu imzasını taşıyan yeni kapak tasarımı bence çok iyi. İç tasarım ve kalite de iyi. Ancak, sanırım kopyalamaktan kaynaklı, çok sayıda yazım hatası var. Yayınevleri bu tür sorunlara yeterince dikkat etmediğinde, birçok okur için okuma sürecinin tadı ciddi anlamda zedeleniyor. Bu hatalar dilerim ikinci baskıda düzeltilir.
Bu eleştirilerime rağmen, kitabın tamamı altını çizdiğim cümleler, paragraflarla dolu. Ece Temelkuran’ın cümlelerini okumaya doyamıyor insan. İçimizin cümleleri, romanın içine dökülmüş gibi.
Düğümlere Üfleyen Kadınlar, kendimizi ve birbirimizi anlamak için okunması gereken kitaplardan.
“Oturduğum pencere pervazından bakınca, bu yolculuğun bir sebebi de buydu belki. Birbirimiz olmayı öğreniyorduk. Öğrenince bitecekti yol.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (5 Nisan 2017)