İstanbul’da son günlerde herkes, Katalan özünü ve ispanya renklerini tüm resimlerinde yansıtmış bir sanatçıdan bahsediyor. 1 Şubat 2015’e kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde eserleri sergilenecek olan İspanyol ressam Joan Miro’dan söz ediyorum. Hep çapkınca gülümseyen, dünyanın en sevimli suskun isyankarı Miro’nun eserleri yanı başımızdayken gidip görmezsek taşa döneriz.
Gerçek şu ki Miro’yu anlatmak zordur. Günümüzdeki çoğu sanatçının sarsıcı açıklamalar yapmasının aksine, yaşadığı dönemde kendini sözcüklerle anlatmamış, hep tuvalinin ardına gizlenmiş naif bir sanatçı Miro. O, şiir yazar gibi resim yapan, düşlerinin görüntüsünü sunan, gerçeküstücü ama samimi bir sanatçı.
Ressamlığının yanı sıra usta bir seramikçi ve heykeltraş olan Miro, yaşadığı dönemde ünlü edebiyatçılarla yakın dostluğuyla da biliniyor. Ernest Hemingway, Rene Char, Jacques Prevert, Michel Leiris gibi edebiyatçılara ilham veren Miro, birçok yazarın yapıtlarını da resimledi. Fransız yazar, şair ve gerçeküstü kuramcı Andre Breton, Miro’yu “büyük bir biçim şairi” olarak tanımladı. Bu yüzden “şiirleri resimleştiren, resimleri şiirleştiren sanatçı” olarak anıldı.
Miro’nun en önemli özelliği toplum tarafından kabul edilme kaygısıyla, kendini sınırlayarak resim yapmaması. Bizim bildiğimiz gerçek, Miro’ya göre sadece bir çıkış noktası. Klasik bir fırça tuval ilişkisi onu ilgilendirmiyor. Tuval, onda dünyadaki görüntüleri ve düşlerini sıraya dizdiği bir çalışma masası halini alır.
Miro’nun resimlerine bakarken, bazen kocaman kırmızı bir güneş olmak ister insan. Güneşin sarısı gibi sıcak, kırmızısı gibi derin olmak ister. Belki de güneş kadar ihtişamlı ve kırmızı kadar tutkulu olmak ister. Ama bazen de boşlukta göz kamaştırmak yerine mavi bir kayığın üzerinde dinlenmek ister.
Bazen yalnız olmak istemez güneş, geceden mavi bir yıldız çağırır yanına, dans eden balıkların üzerinde beraber parlasınlar diye…
Bazen tek yeşil gözlü mavi bir çizgi olmak ister insan. Meraklı bakışlarıyla şekiller arasından renkleri çıkartmak ister. Mavi çizginin gözünden görmesini ister insanların içindeki yeşili, sarıyı, kırmızıyı ve pembeyi…
Bazen mutlu bir horoz olmak ister insan, melankoliye inat renkli bir hüzün yaşamak ister. Kırmızı sözcüklerden, sarı notalardan bestelediği mavi şarkılar söylemek ister.
Bazen, kocaman kırmızı bir kalp olup mavi boşlukta asılı olmak ister insan… Mavilikte gökten inen bir müzik ile dans etmek için. Belki de bu kırmızı kalp siyaha ve beyaza özenir çünkü kırmızı olmak yorucudur bilir. Belki bundandır bu kalp siyah olup kaybolmak, beyaz olup arada bir belirmek ister. Kırmızı olmak, tutkunun esiri olmak, çok sevmek ve sonra da terkedilmek demektir. Ama yine de tutkuya hizmet etmek ve dolunaya asılı yaşamak ister.
Bunlar gibi daha onlarcası… Sakıp Sabancı Müzesi’nin ayağımıza kadar getirdiği “Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar” sergisi ile Miro’nun sınırsız hayal gücünün kapısından içeri girip iç dünyanızda keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.
Zuhal Demirarslan – edebiyathaber.net (1 Ekim 2014)