Farklı yaşlardan ve meslek gruplarından on bir kadının katıldıkları bir yazarlık atölyesi sonrasında yazdığı öykülerden oluşan “Var mıydık?”, yaşamın her alanında yok sayılan kadınların derdine dil olan bir kitap.
“Bir cumartesi akşamı, beklediğim oldu. Tek başına süzüldü içeri. Beni görmeye gelmişti belli ki… Çünkü aynı tabureye oturmuştu. Çünkü yine bira söylemişti. Biraz durgundu. Gülücükleri eksikti o gün. Ne yaptım ettim onu sohbete çektim. Arkadaşları neden gelmemişmiş? Canı sıkılmış… Telefonlarını da açmıyorlarmış, merak etmiş. Konuştukça kalp atışlarım hızlanıyor, kanım deli deli dolaşıyordu. Sonunda adını öğrendim: Çise! Ah ben onu yağmurlara, sağanaklara dönüştürmez miydim? İnce ince, usul usul, çisil çisil dökülüyordu sözcükler o güzel ağızdan. Arkadaşları gelmeyince kalkmak istedi. Tutuverdim elinden, “Gitme!” dedim. Uysalca kabullendi, oturdu yeniden. Çünkü “Peki,” demişti, beni reddetmemişti. Müşteri kalmamış, barı kapatma zamanı gelmişti. Çalışanlara gitmelerini söyledim. Yeniledikçe içiyordu biraları Çise, sarhoş olmaya başlamıştı. Ben zaten çoktan uçuşa geçmiştim. Onu da biraz uçurmanın zamanı gelmişti. Son birasına bir küçük oval gri hap atıverdim. Ürkütmeden arkadaki ofisime götürdüm onu. Yumuşacık dokundum önce. İlaç göstermemişti henüz etkisini. “Hayır,” dedi. “Olmaz,” dedi. “İstemiyorum,” dedi. Çünkü hep ‘Hayır,” derler, “Hayır,” derken “Evet,” derler. Sertçe dudaklarından öptüm onu, nefesini kestim. Elbisesi önden düğmeliydi, göğsünün çatalından dizlerine kadar! Yakasından tutup iki yana ayırdım, açıldı, düğ-meler saçıldı. “Hayır”larının önemi yoktu artık. Duramazdım. Çünkü o akşam vakti, tek başına bara gelmişti, “Kal,” deyince kalmış, sohbet etmiş, içki içmişti. Yatırdım kanepeye. İttirdi, ısırmaya kalktı. Boğazına sarıldım, dizlerimle kollarını bastırdım, yüzüne yumruk attım. Çırpındı birkaç kere, sesi kesildi sonra. Ben doyumun verdiği tatlı bir uykuya daldım yanında.” Bu alıntı pekala bir erkeğin kendisi gibi “erkek” arkadaşlarına anlattığı bir “hovardalık” macerası da olabilirdi, üzerinde lacileriyle hakim karşısında “iyi halden” yüklüce indirim alacak, bir kadına tecavüz edip onu öldüren başka bir erkeğin pişkin “sanık” savunması da… İkisi de “kabulümüz”. Çünkü böyle bir olayın yaşanabileceğinin “normalliğini” kabul etmeyi öğrettiler bize. Gece eğlenmeye çıkan kadının “niyetini”, “Öyle giyinirse olacağı buydu” demeyi de öğrettiler. Kadınların tek “mesleğinin”, “annelik” olması gerektiğini, kalabalık ortamlarda şöyle içten bir kahkaha atmamaları lazım geldiğini tembihlediler. Kendi günlerinde, sokaklarda özgürce dans edenlerin, şarkı söyleyenlerin başına yüzlerce robot polis dikerek kimin “patron” olduğunu gösterdiler. Ama o sesleri, yaşam dolu o gülüşleri, aynaya baktığında saçından ayakkabısına kadar giydiği kıyafetle, “Ben buyum. Kadınım!” diyenlerin inadı korkuttu “onları”. İşte bunlar hep o korkudan… Korkuyorlar kadınlardan. Hani şu “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelenler”den… Bilmedikleri ise; kadınların onlardan korkmadıkları, gözlerinin içlerine içlerine bakmaya cesaret ettiklerini, bilmiyorlar…
Bu uzun girizgâhı yapmamın sebebi Kuzey Işığı Yayınevi etiketiyle yayınlanan “Var mıydık?” kitabı. Malumunuz, ortalık yazarlığı çeşitli sıfatlarla süsleyerek bu işin püf noktalarını öğrettiğini iddia eden tonla “atölye” ile dolu. Faydası vardır, yoktur tartışması lüzumsuz. Zira periyotları değişen bu atölyelerden yazmaya dair bir şeyler kaparak kendinize bir kapı aralamak da mümkün tam tersi de. “Var mıydık?” da böyle bir atölyeye katılan on bir kadının, yoğun mesaisi sonrası ortaya çıkmış bir kitap. Aralarında doktordan kimya mühendisine, öğretmenden dış ticaret uzmanına, endüstri mühendisinden akademisyenine kadar farklı yaş ve mesleklere sahip on bir kadının yirmi iki öyküsünden oluşan “Var mıydık?”, kadına karşı şiddete, onların kenara itilmesine, yaşam haklarının zorla elinden alınmasına, yokmuş gibi davranılmalarına, kadınlar yerine, “namus” için “adalet” arayan toksik “cinsiyetçiliğe” dur demek, seslerini duyurmak amacıyla kaleme alınmış öyküleri bir araya getiriyor. Gayet dobra, bütünselliğine uygun şekilde “rahatsız edici”, dilin kemiğini yok sayarak yazılmış bu öyküler, önceki paragrafta bahsettiğim “korku mekanizması”na bir karşı duruş, bir tavır olmakla birlikte çoktan beridir maalesef “aşina” olduğumuz meseleleri de gözümüze sokmayı ihmal etmiyor. Satışından elde edilecek gelirin tamamının kız çocuklarının okuması için kullanılacak olması da cabası. “Var mıydık?” sorusunun artık tedavülden kalkması niyetiyle, son olarak kitaba emek vermiş on bir cesur kadının ismini de anarak iyi okumlar dileyelim: Deniz Borucu, Leyla Hazal Vardal, Meral Saylar, Nil Devletoğlu, Nilüfer Birdal, Nilüfer Çeken Özbay, Seçil Erginler, Senem Selvi, Vildan Ertürk, Yeşim Başaran, Zeynep Ebla Ceylan…
edebiyathaber.net (17 Mart 2023)