Söyleşi: Tacim Çiçek
1980’de Mersin’de doğan Kadir Can Aydemir, ilk, orta ve lise eğitimin doğduğu kentte bitirmiş. Pamukkale Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenli bölümünden mezun olmuş. Dediğine göre, farkındalık duygusu, bilinci geliştiğinden bu yana politika, ekonomi, felsefe, sanat, bilim ve edebiyatla ilgilenmiş, spor yapmış. Şu anda Mersin’de öğretmenlik mesleğini sürdürmektedir. Fen bilimleri konusunda öğrencilerinden gelen müfredat dışı soruları da zaman buldukça yanıtlamış. Süreç içinde öğrencilerine kimi kitapları da önermiş. Onların önerdiği kitaplara ulaşamadığı olunca da alanıyla ilgili ve gençlerin de yetişkinlerin de kafalarındaki kimi sorulara yanıt bulabilmeleri için kapsamlı iki çalışma yapmış.
Doruk Yayınları’ndan çıkmış olan (Kasım 2020) ‘Yapay Zekâ Bilge İle Bilime Yolculuk 1-2’ kitapları, evrenin oluşumundan geleceğin bilimine kadar tüm süreçleri anlatma iddiasında. Üstelik roman-söyleşi türü eşliğinde… Biz de Kadir Can Aydemir’le Bilime Yolculuk kitapları üzerinden hem bilim ve edebiyatı hem de yazarlık serüvenine dair bir söyleştik.
Sevgili Kadir, giriş anlamındaki yazıda senden kısaca söz ettim ama sohbetimizden önce öz yaşamına dair eklemek istediğin var mı?
Yok. Sevgili dost, beni kısmen de olsa tanımanın verdiği kolaylıkla ve de rahatlıkla, gayet iyi anlatmışsın. Bilirsin, özünde utangacım. Buyur, sohbetimize başlayalım.
Peki, öyle diyorsan geçelim sohbetimize… Öncelikle öğrenmek istediğim edebiyata, bilime gönül vermişliğin nasıl ve ne zaman başladı?
Bilindik bir hikâyedir aslında, çocukluğumdan itibaren yazıya, yazarlığa düşkünlüğüm, en azından kendi çevremdekilerce… Ancak son dört, beş yıldır, alanım Fen Bilimleri olmasından dolayı müfredat değişiklikleri ve zaman zaman kimi öğrencilerin derslerde bile bilimlerle ilgili anlatımlarıma karşı çıkmaları, özellikle de bilimin ana ve temel konularında edindiklerimi kâğıda dökme isteği uyandı ben de. Kolları sıvadım ve senin de bildiğin, okuduğun o iki eser çıktı ortaya. Derdim söz uçacağına yazıyla kalıcı olması ve okullardan, hayatımızdan çıkarılmaya çalışan bilimlere ben de kendimce alan açayım istedim.
Bu çaban umarım karşılık bulur ve maya da tutar. Bilirsin ki bir yazarı besleyen kaynaklar var, okumak, gözlemlemek ve disiplinli çalışmak gibi… Senin bunlarla ilgin nasıldır? Bunlarla ilgili düşüncen nedir?
Okumak, eleştirel tutum, araştırma, gözlemek, yoğunlaşma… Eh, her birinden biraz var bende de. Çünkü bunlar olmadan olmaz Sonuçta pek de kolay bir işe soyunmadım. Bilim konularını ve bilim tarihini edebiyatla yoğurmak, sanıldığı gibi kolay değil! Hem bilim konularına hem de edebiyata, anlatım tekniklerine yoğunlaşmak zorunda kaldım üstelik. Birileri yaptığıma burun kıvırabilir ama unutulmasın ki baştan sona birbiriyle ilintili yüzlerce soru hazırlamak ve yine bu sorulara uygun verileri türlü kaynaklardan kotarıp yanıtını oluşturmak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Ayrıca geçişler ve süreklilik için bağlantılı cümlelerle geçiş yapmak bir disiplin ve birikim gereketiriyor.
Okumak üzerine çok şey söylenebilir belki ama ben senin en azından çevrenden edindiğin gözlemlerini paylaşmanı bekliyorum. Sahi sence okumak insanımız ve gençlerimiz için -ki varsa okumak dediğimiz şey- bir ihtiyaç mı yoksa alışkanlık mı? Çünkü ikisi oldukça farklı bana kalırsa.
Okumak, benden önceki kuşaklar, benim kuşağım ve şimdiki gençler ve çocuklar için de temel bir ihtiyaç. Senin sözünle ifade edecek olursam beyinsel bir beslenmedir okumak. Belirli kesimin sürdürebildiği bir etkinlik… Buradaki belirli bir kesimden kastettiğim şey, ekonomik düzeyi orta ve üstündeki kesimler değil. Her ekonomik düzeyden ancak kimi aileler ve bireyler bu okuma kültürüne sahip diye düşündüğümden diyorum bunu. Bu bağlamda pek değişen bir şey yok gibi, yine belirli bir kesim okuyor. Şunu vurgulamak isterim: Ülkemiz sadece 1960 ve 80 yılları arasında -halkın da katılımıyla- kısmi bir demokrasi dönemi yaşanmış. Tabii ki bu dönem, mücadelelerle, baskılarla bir arada yürümüş. Ve işte ancak bu dönemde tiyatro, dergicilik, sendikacılık gibi etkinlerin yanında, okuma kültürü de yaygınlaşmış. Ancak 1980 sonrası durum, bu belirttiğim 1960-80 yıllarına göre pek de iç açıcı değil. Tabii ki okumak bir alışkanlık değil bir ihtiyaçtır.
Gelelim asıl sohbet konumuza… Seni bilimle ilgili kitaplar yazmaya zorlayan, yönelten ne oldu? Çünkü bu alanda yerli az olsa bile çevirisi yapılan onlarca kitap var. Neden buna (Bilime Yolculuk) gereksinim duydun?
Bir kere başta ortaokul öğrencileri olmak üzere konuya ilgi duyan ama başlayamayan ya da eskilerde araştırma yapmış ama güncel gelişmeleri kaçırmış kesimler için yazmak istedim. İddiam şu ki: Başka hiçbir kitap, sözlük ya da internete bakmadan tüm temel bilim konularını bir araya getirdim bu iki çalışmamda. Üstelik de roman tarzında yaptım. Böyle örnekler vardır belki, bilemiyorum ama yaptığımın özgün olduğunu düşünmüyorum.
Bir dostuma ki kendisi de alanında bir öğretmen, ilk kitabını vermiştim ve birkaç gün sonra getirdi. Dediği şu oldu: Keşke hikâyelerini ayrı yazsaydı da kopyala yapıştır toplamı olan bilimle ilgili sor ve cevaplarını da ayrı yapsaydı ve karar verseydi, büyüklere mi 6. Sınıf öğrencilerine mi? Neden diyecek olursan, sorular da cevaplar da çocuğa görelikten uzak… Peki sen ne dersin bu konuda ve ilk kitabın geri dönüşleri oldu mu, kısaca özetler misin?
Hikâyeler dediği o kişinin, kitabın akışı içindeki karakterlerin, yerlerin ilerleyişi, genelde beğenildi. Hatta doğma büyüme Mersinli olan arkadaşlarım mekânları, kişileri sordu, görmek, tanışmak için. Yani yaşatarak yazdığım söylendi. Arkadaşın kopyala-yapıştır söylemine (eleştirisine!) gelecek olursam… Aslında üçüncü soruna verdiğim yanıt içinde çalışma tekniğimden söz ederken yanıt olacak cümleler var. Ek olarak demek isterim ki, bilim insanı değilim, fen bilgisi öğretmeniyim, dahası bilim anlatıcısıyım. Dolayısıyla bilgileri bir yerlerden alırım. Rüştünü ispatlamış, kabul görmüş ve alanında yetkin olanlardan yararlanmak neden yanlış olsun ki… Ve aldığım verileri, alıntıları kitabın kaynakçasında belirtirim. Ancak anlatma yöntemi ve biçimi olarak kolay değil yaptığım. Üçüncü soruya verdiğim yanıtı böyle düşünen olursa bir daha okusun derim.
Yaş meselesine gelirsem… Kitabı 12 yaş üstü olarak yazdım. Bildiğin gibi 12 yaş, soyut dönemin başladığı yaş. Ancak yine bilindiği gibi bu duyusal motor, somut, soyut dönem gibi yaş aralıklarında bireysel farklar olur. Yani kimisi 11 yaşında, kimisi 13 yaşında geçebilir bu döneme. Konuya ilgi duyan ve dediğim yaştakilere göre yazdığımı düşünüyorum. Üstelik bildiğin gibi, kitaplarımda parantez içinde olmak üzere yazarı konuşturuyorum ve şöyle diyorum birkaç yerde: Ey okuyucu, buradaki Latince isimleri boş er sen, konunun özüne yönel sadece! Ayrıca, ben de bu konulara 11 yaşındayken ilgi duymuştum. Hatırlıyorum, bizim zamanımızdaki konularla ilgili ansiklopedileri okumuştum. Tam olarak anlamış mıydım? Hayır, çünkü bu ansiklopediler gerçekten yaşıma uygun değildi! Ama buna rağmen, özünü anlamıştım. Okurlarımdan 10-11 yaşındaki kimileri, yıllar önceki benim durumumdalar diye düşünüyorum. Yani yaşlarına göre daha meraklılar, araştırıyorlar…
Bence de sanki Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocuğu 18 yaşından küçük insan olarak tanımlamaktadır. Çocuk, 0 -18 yaş aralığındaki bireyler için kullanılan bir kelime. İki kitabın da ortaöğretimin ikinci kademesinin de üstünde, bu yüzden daha çok yetişkinlere yönelik bir çalışma gibi geliyor ne dersin?
Muhakkak ki 15 yaşından sonra daha iyi anlaşılacaktır, 18 yaşından sonra çok daha iyi! Ama hangi 12 yaş, hangi 18 yaşındaki birey? Burada mesele sadece yaş değil ki! Asıl mesele: ilgi, birikim, duyarlılık, araştırma isteği bence… Tekrar söylüyorum, yaş aralığım bilimsel! 12 yaş, soyut dönemin başladığı yaştır ve kitabım da anlaşılır onlar tarafından! Ki yıllardır bu yaş gruplarının öğretmeni olarak onların roman olarak da fen bilgisi dersi olarak da genel seviyelerini biliyorum diye düşünüyorum. Ve bu seviyelerine göre yazdığımı düşünüyorum. Sahi, anaokulundan itibaren din dersi veriliyor, buna ne dersin? Şunu duymak istiyorsan söyleyeyim: Evet, kurgu arttırılabilir, konu anlatımı azaltılabilirdi. Ya da yaş sınırı düşünülerek daha da basitleştirilebilirdi. Yine yaş 12 değil de 15 denilebilirdi. Ama ben, özellikle “bu konuları”, anlaşılır biçimde anlattığımı düşünüyorum. Elimden gelen bu maalesef…
Neyse bu oldukça tartışılır bir konu ve herkse de bildiğinden şaşmıyor. Anaokulu çocuklarına din dersi verilmesi, hiçbir gerekçesi, kılıfı ve bahanesi olmayacak kadar anlamsız ve gereksiz… İkinci kitap ile ilkini karşılaştırdığımda ilk gözüme çarpan ilkinin daha romansı, diğerinin de tümüyle soru yanıttan oluşması, eğer birbirinin devamıysa ki öyle anlaşılıyor, ilk kitapta hikâyelerini anlattığın kişiler ikincisinde neden yok, bunun üçüncü kitabı olacak mı, olacaksa o kişilerin tamamlanmayan hikâyelerini de ekleyecek misin?
Evet, iki kitap arasında devamlılık var ve ilk kitaptaki karakterlere ikinci kitabın başında değiniliyor. Ve dediğin gibi, bu karakterler azalarak ilerliyor ikinci kitapta. Yine dediğin gibi, ikinci kitap kurgudan çok anlatım-söyleşi yöntemine ağırlık veriyor! İşin aslı, seriyi bu ikinci kitaptla bitirmek istedim. Bu nedenle de kurguyu olabildiğince azalttım, söyleşi tarzına ağırlık verdim. Birinci kitapta daha çok Yapay Zekâ Bilge’nin gelişimine odaklandım ve Bilge’nin, kitabın sonunda, insanlığa verdiği ders çok anlamlı bence.
İkinci kitap da birincisi gibi oldukça kapsamlı ve bölümlerden, alt başlıklardan oluşuyor. İnsanın organik ve kültürel evriminden başlayarak onuncu ve sonuncu bölümde günümüzün bilimi ile gelecekteki bilimi işlemişsin. Bundan devamı olmayacak sonucunu çıkarıyorum, yanılıyor muyum?
Evet, seri tamamlandı. Yazarlık serüvenim başka konulara yelken açtıracak bana.
Kitabın kuru bir bilim anlatımı kitabı ya da bilim tarihi kitabı değil. Görebildiğim kadarıyla anlatımınla, çocukların ya da gençlerin diyelim, felsefi, bilim kültürü, hatta politik eksikliklerini kapatmaya çalışıyorsun. Bu konuda neler söylemek istersin.
Bu soruyu sorman sevindirdi beni. Çünkü evet, kitabım genel olarak müfredat anlayışımıza da ana akım bilim anlayışına da karşı… İnsandan, doğadan, emekten, dahası barıştan yana bir tutumla yaklaşıyor bilim/ler/e. Ki felsefe eksikliğini gidermeye ya da fen bilimleri dersinin “ne olduğuna” yönelik anlatımlar önemli diye düşünüyorum. Yine ‘gerçek bilim’ diyeceğimiz, evrenin oluşumundan, canlılığın oluşumuna “evrim” bakış açısını canlı bir şekilde işlemesi, çeşitli övgüleri beraberinde getirdi. Diyalektik Materyalist anlayışla bilim tarihini anlatmak ise ana akım bilim tarihinde yok. Yine bilim tarihi kitaplarında “bizim” tarihimiz olan Osmanlı ya da Cumhuriyet tarihini, aşırı yerme ya da abartma yerine, ‘gerçekçi’ bir şekilde ele almaya çalışması da önemli. Bu konuya dikkat çektiğin için teşekkürler.
Sevgili Kadir yeni bir çalışman var mı yazarlık tezgâhında, varsa böyle bir çalışma mı yoksa tümüyle kurmaca mı?
Yeni bir çalışmanın araştırmalarına, okumalarına başladım bile. Şimdiki konum: Karl Marx ile Osmanlı dönemini yarı kurgusal, yarı belgesel olarak romanlaştırmak. Ama bu sefer ki bir roman olacak. Çünkü ilk iki kitabım, ortaya karışık bir türdü. Roman, söyleşi, bilim, edebiyat karışımı! Ama dediğim gibi üzerinde çalıştığım kitap, tarihi bir roman olacak, tabii ki içinde Karl Marx, Engels, Şinasi, Namık Kemal de olacak ama bunların yanında tamamen hayali, yani kurgusal karakterler de olacak. Heyecanlıyım anlayacağın…
Sanırım oldukça ilgin bir roman olacak, bekleyip görelim. Peki, sevgili Kadir, son soruyu sen, sana sorsan ve yanıtlasan olur mu?… Çünkü ‘şunu da sorsaydın’ diye içinden geçireceğin soru veya sorular olabilir bence…
Yok, son soru istemiyorum. Teşekkürler. Kitapların gibi, makale ve eleştiri yazıların gibi, söyleşi soruların da çok güzel… Soruların iyi bir okur olduğunun kanıtı bence.
Umarım söyleşiden sonra bu kitapları edinir ve okursunuz.
edebiyathaber.net (18 Şubat 2023)