“Geçmişteki neredeyse tüm türler başarısızlığa uğradı.
Eğer nesilleri aşamalı bir şekilde ve sessiz sedasız
tükendiyse, ya da bir takım aşağı özelliklere sahip
oldukları için ölmeyi hak ettilerse, yeryüzü hakkında
olumlu duygularımıza halel gelmez. Fakat ölümleri
şiddet doluysa; üstelik hiç bir hataları da olmamışsa,
o zaman dünyamız o kadar da
güvenli bir yer değil demektir.”
David M. Raup
İnsan, kendisini doğasından bağımsız inşa edebilen tek canlı; ihtiyaç duyduğu kimliği, doğada, dünyada arayıp bulan; üstünlük yüklediği varlığını çevresinden aldığı geri bildirimlerden oluşturan bir kültür inşacısı; baktığı noktadan hareketle dünyadaki en şahsına münhasır varolan ilan ettiği benliğini doğanın ve dünyanın efendisi ilan eden; her şeyin kendisi için yaratıldığını düşünen narsist. Geleneksel bilgiler ve kutsal metinler ışığında suretini “Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi” ilan eden bu mahlûkat, yaşamın merkezine de varlığını yerleştirmişti; yaşam kendisi için vardı ve dünya bu yüzden dönüyordu. O denli ileri gidiyordu ki, yaşanacak bir kıyamet bile kendisi için gerçekleşecekti…
Paleontoloji ve benzeri geçmiş yaşamlarla ilgili bilimler tersini söylüyor. Dünya ve yaşam insan için değil; dünya milyarlarca yıldır dönüyor ve yaşam 3,5 milyar yıldır kesintisiz sürüyor. Ve insan bu dünyanın yaşam serüveninde yalnız değil. 3,5 milyar yılda yaklaşık 5-50 milyar canlı türü yaşam sırasında yerlerini aldılar. Ve bu gün yaklaşık 40 milyon tür halen hayattalar; bu, tüm canlıların binde biri anlamına geliyor. Yani yolu yaşama düşen tüm canlılar yok oluyor. David M.Raup, her 26 milyon yılda bir büyük kitlesel yok oluş yaşanıyor, türler tükeniyor diyor. Zamanın tüm dönemlerinin hafızasını kaydeden kimi kayaçlardaki fosillerin dilinden gelen bu bilgiler gösteriyor ki, bazı şanslı türleri bir kenara koyarsak, ortalama bir türün yaşamı 4 milyon yıl sürmüş. David M. Raup’un “yaşayan fosiller” adını verdiği kimi türler ise yetenekleri sayesinde ve beklenmedik bir anda ortaya çıkabilecek yeni yaşam koşullarına karşı adaptif davranabildikleri için diğerlerine oranla bir hayli uzun yaşamayı başarmış türlerdi. Hamam Böcekleri, Köpek Balıkları, Sölekant Balıkları, Gingko ve At Kuyruğu otları gibi türler neredeyse hiç değişmeden yüz milyonlarca yıldır, diğer türleri kıskançlıktan çatlatırcasına yaşamaya devam ediyorlar. İnsan ise yaşam zincirinin yenilerinden; son 4 milyon yılda hayata dahil olmuş. Değişik alanlardaki bilim insanlarından sıklıkla duymuşuzdur ki, insan yaşamının geleceği şüpheli. Ortalama bir türün ömrü olarak 4 milyon yılı tamamladı; yaşamını ne kadar ileri götürebileceğini zaman belirleyecek. Yaşamış tüm türlerin %99’unun hayatta kalmak konusunda başarısız olduğu düşünülürse, insan da yok oluştan nasibini alacak gibi görünüyor. Doğa tam beş kez büyük yok oluş üretmiş, yaşam masasındaki oyuncuları değiştirmiş ve her seferinde yeni oyuncularla kartları yeniden dağıtarak oyunu başlatmıştı…
David M. Raup’un “Yok Oluş: Kötü Olan Genlerimiz mi Şansımız mı?” kitabı yok oluşların nedeni ve nasılı üzerine kurgulanmış. Yok oluş türlerin genlerindeki zayıflıktan mı kaynaklanır, yoksa yaşadıkları büyük şanssızlıktan mı sorusunu temel alan tartışma elbette yok oluşun amacını da sorguluyor. Pek çok yok oluş nedeni yanında Raup’un en çok ilgilendiği konu dünyaya çarpan meteorlar. Gerçekten de 1970’li yıllarda dile getirilmeye başlanan, dünyaya bir gök cisminin/meteorun çarpması düşüncesi, yok oluş teorileri içinde en dikkat çekenidir. Zira bu tehlikenin halen devam ediyor olması geçmişte yaşanan çarpışmaların anlaşılmasını daha da önemli kılmıştır. “Geçmişin anahtarı bugündedir” düşüncesinden hareket ederek geçmişteki yok oluşları açıklamaya çalışan Raup, en büyük gök taşı çarpışmalarını örnekleriyle aktarmaktadır. Bilinen en büyük göktaşı, Namibya’da hâlâ düştüğü yerde durmakta olup 66 ton ağırlığındadır. Diğer yandan 30 Haziran 1908 yılında meydana gelen bir başka göktaşı olayında, bin kilometre kareyi aşan bir alandaki tüm ağaçlar devrilmişti. Olay o sırada 350 mil öteden geçmekte olan Sibirya Ekspresi’ndeki yolcular tarafından bile duyulmuştu… Araştırmalar sonucundan elde edilen fosil verilere dayanarak denilebilir ki, aklıyla yaşam savaşında daha büyük bir yer kaplama iddiasındaki insanın da içinde bulunduğu bütün türler geçicidir. Köpek Balığı gibi her türlü yiyecekten beslenebilen hayvanların ve radyasyondan daha az etkilenen kimi böcek ve otların dışında bu döngünün hızlı olduğu da söylenebilir. İçinde bulunduğu doğayı kendi yaşayamayacağı hale getiren ve bu dünyadaki ortalama tür ömrünü yaşamış olan insan için de son, ufukta görünmektedir. Genetik zaaflarından mı yoksa şanssızlığından mı kaynaklanır bilinmez ama insan türü için tufan oldukça yakın. Üstelik bu kez öyle görünmektedir ki bir peygamber ve mühendislik harikası bir gemi de kurtuluş için yetmeyecektir…
Bildiğini bilen insanın, gururunu incitebilir ancak David M. Raup’un Yok Oluş: Kötü Olan Genlerimiz mi Şansımız mı? kitabı kaybolan bedensel gerçekliğin yeniden bulunabilmesi için büyük bir fırsat sunmaktadır; insan ait olduğu türler dünyasına geri dönmelidir.
İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (30 Ekim 2014)