Edebiyatın en bilinen yazarları hakkında ne az şey bildiğimizi görmek, her zaman şaşırtıcıdır.
Stefan Zweig’in Üç Büyük Usta biyografisinde Tolstoy ve Dostoyevski’ye dair bilinmeyenleri keşfetmek, benim için yapıtı yılda bir kez okuma bağımlılığı yarattı. Marthe Robert’in, modern edebiyatın kurucu babası için hazırladığı “Franz Kafka Gibi Yalnız” incelemesi de yeni okuma alışkanlığım olacak.
Bir yazarın yazı iklimini, üslubunu, kurgusunu ve kullandığı ya da yarattığı kuramları metinden takip etmek, okuryazarı geliştirir. Böylece metinlere hem okur olarak anlamak, hem de yazar olarak anlam vermek bakımından ustalık oluşur. Yaşar Kemal’in yazı dehasını oluşturmasında, askerliğini yaptığı hastanedeki kütüphane nöbetçiliği sırasında okuma fırsatı bulduğu klasiklerin ne derece etkili olduğunu, usta, her fırsatta anlatır. Orhan Pamuk da üniversiteyi yarıda bırakıp Nişantaşı’ndaki evine kapanarak, 10 yıl boyunca hem dünya hem de Türk edebiyatını hatmedip yazı dünyasını oluşturdu. İşin doğası böyleyken edebiyatın A, B, C’sini nitelikli biçimde okura anlatan yazarlarla karşılaşmak da, pekala bu uğraşın vazgeçilmez parçası sayılır. Çünkü Dostoyevski, Tolstoy, Gabriel G. Marquez, Jean P. Sartre, Joyce, Virginia Woolf, İtalo Calvino, Herman Borch, John Fowles, Ahmet Hamdi Tanpınar, Vüsat O. Bener, Hasan Ali Toptaş, Franz Kafka gibi yazarları sadece metinlerinden okumak, yazarın üslubu ve kuramları hakkında fikir sahibi yapar. Ama iş bu her biri pek derin yazarın eserlerindeki alt metinlerin okumasını yapmaya gelince iş zorlaşır. Kaldı ki bu dahilere payelerini verdiren de hem metinlerinin tüm okurlara seslenin niteliği, çekiciliği, hem de alt metinlerle yarattıkları bir metinle ikinci, üçüncü, hatta dördüncü anlamlardır.
Bir metnin çok anlamlılığından söz ettiğimizde ise, her seferinde Franz Kafka’yı anıyorum. Onun çok bilindik yapıtları Dönüşüm, Dava ve Şato modern edebiyatın ilk ve en iyi eserleri sıralamasında dünya var oldukça kalacak. Kafka’nın gücü sade kullandığı dille okuru hiçbir zorlamaya gelmeden metnin alt anlamlarını da göstermeye çalışmasından gelir. Ve elbette tüm kolay okunan, sürükleyici, nitelikli edebiyat yapıtları gibi Kafka’nın eserleri de okurun romanlardaki saydam ilk anlam katmanına şöyle bir bakıp üzerinde düşünmemesi kaderine uğrar. Günümüzün okuru, zamanın saliselerden daha da aza bölünüp bu zaman diliminin de yaşamındaki işlevselliğini tüketim kültürüne teslim ettikçe, vakit kaybetme çılgınlığını edebiyata da taşıyor. Dolayısıyla da değil Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri adlı Avrupa edebiyatının en zor okunan yapıtlarına dokunmak, Kafka gibi okura tüm anlama ve okuma imkanlarının yazarı tarafından sunulduğu yapıtlara bile yüz vermiyor. Böyle olunca da Marthe Robert’in Kafka’nın yaşamı ve eserleri üzerine yaptığı incelmemesi de, ilgisini çekmiyor.
Bilseniz ki sizi anlatıyor
Oysa ki okur Marthe Robert’in günümüzün en önemli sorununu Kafka üzerinden anlattığını bilse, belki yapıta bakışı da değişir. Kitabın girişinde Gustav Janouch’un Kafka ile yaptığı bir söyleşiden şu alıntı var: “Gerçekten o kadar yalnız mısınız” diye sordum. Kafka, başını sallayıp onayladı.”Kasper Hauser kadar mı?” diye sordum. Kafka, güldü ve yanıt verdi: “Franz Kafka kadar yalnızım.” Marthe Robert’in yapıtı Kafka’nın 1883’te Prag’daki doğumundan, o dönemin Yahudi toplumunun yaşam tarzına ve Kafka’nın Almanca ile kendini ifade edişinden yazın dünyasının nasıl değiştiğine dair incelemeler sunuyor. Robert bunu yaparken, bir yazarın tıpkı mıknatıs gibi içine doğduğu ve tercihleriyle yol aldığı yaşamda etrafında bulunanları nasıl çekip, yazısına dahil ettiğini anlatıyor. Çokça da Kafka’nın yaşamını yitirdiği 1924’ten sonra 2. Dünya Savaşı’yla birlikte trajediye dönüşen Avrupa Yahudilerinin yaşamının Kafka’yı nasıl etkilediğinden bahsediyor. Genel olarak edebi kuram anlatısının dışında bir biyografik anlatıyı, Kafka’nın eserlerindeki yorumlarla birleştiren Robert, edebi incelemeye de bu anlamda tabii ki Kafka’yı ele aldığı için değer katıyor. Ama, yazar olmak istemeyen okuru ilgilendirmeyen pek çok bölümü övmek dışında kitabın gerçekten okunmasının ana nedeni, kitabın isminde saklı; Kafka gibi yalnız olmak. Günümüzün en büyük hastalığı yalnızlık. Çok değil yirmi yıl önce, Facebook’ta, Twitter’de ilgi çekip birilerinin size gerçekten vakit ayırması için gün içinde sayısız yarışın milyar dolarlar edeceği söylense kim inanırdı? Teknoloji sınırları ve mesafeleri kaldırdıkça her şeye ulaşabilmenin doğal sonucu yalnızlığı bundan 80 yıl önce var olabilecek en muhteşem şekilde Kafka ele almıştı. Onun yatağında bir gün böcek olarak uyanan Gregor Samsa’yı nasıl yarattığını, Şato’daki K.’yı nasıl oluşturduğunu ve Dava’daki Josef K.’yı yargılattığını anlamak için yalnızlığını bilmek gerek. Demek ki yalnızlık, insanın özüymüş. Tabii yalnızlığını anlamayanlar Kafka okuyarak belli bir terapiye ulaşabilirler ama, Kafka’nın yalnızlığını anlamadan Kafka’yı anlamaları zor görünüyor. Tabii Y.Kemal ya da Pamuk gibi dahi ya da daha iyi olmaya çalışan değillerse.
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (24 Mart 2014)