İletişim Yayınları’nın Futbol Kitapları dizisinden çıkan, Yiğit Akın’ın derlediği “KafSinKaf”, Karşıyaka ve Karşıyaka Spor Kulübünün, köken ve kimlik eksenlerinin oluşumu, gelişimi ve günümüzdeki görünümleri diyebileceğimiz olguları temellendiren yazılardan oluşuyor. Ülke sporunun genel sorunları başlığı altında toparlayabileceğimiz öteki yazılarda ise şiddet olgusunu çözümlemeye getirilen farklı okuma biçimiyle bu eksenler destekleniyor.
Mekâna özgü bir temsil, edinilen bir kimlik olma haliyle Karşıyakalılık; mücadele geleneğine de bağlı olarak geçmişten günümüze kadar muhalif hareketleri içinde taşıyan dinamik bir yapı arz eder. İzmir’e özgü ekonomik yapının getirdiği çatışma; çıkarlara bağlı olarak etnik köken, dil ve din ayrımları üzerinden farklılıklara toleransı geliştirir.1867 tarihli yabancıların mal edinmelerine hak tanıyan Arazi Kanunnamesi sayesinde oluşan sermaye birikimi; altyapı hizmetleri, mimari üslup, hareketli ticaret ve eğlence hayatıyla görünür olur. Cumhuriyet rejiminin getirdiği yoğun nüfus hareketlerinin tetiklediği kaynak paylaşımı ve ulaşımda ortaya çıkan çatışmalarda; hak arama kültürü pekişir, alternatif kazanımlar elde edilir. 1940’lar ve 50’ler gecekondu olgusunu görünür kılar; boş arsaların tahsisi ve deniz kıyısının doldurulmasıyla mekâna müdahaleler artar. Kamu mülkiyetinin yağmalanması üzerinden işleyen liberal dönüşüm süreci, bürokratik zaaflar ve popülist söylemin de yarattığı negatif etkiyle kıyıyı kuşatan büyüme halkaları kentsel hayatta daha da görünür olmaya başlar. Tüccar, sivil-asker ve bürokratik elitlere ait merkezler; 70’ler ve 80’lerde gecekondu gençlerinin görünür olmaya başladığı-sokak, kıyı, tribün, piyasa-mekânlar olur artık. Kentli olmaya dair dayanışma, aidiyet, yoldaşlık ve kabul edilme duygusu veren yeni taraftarlık durumu, kıyıdaki marjinal sosyal tabakalarla merkezdeki elitleri tribünde buluşturur. Herkesi bünyesinde toplayabilen demokratik taraftar kimliğinin görünümlerini sunar bu manzara; her ne kadar merkez medyada tepkisel lümpen fanatikler olarak sunulsa da.
Karşıyaka’nın daha adından başlayarak coğrafi konumuyla başka yere göre adlandırma ve 35.5 simgesiyle farklılık üzerinden kendini ifade etme anlayışı; spor özellikle futbol söz konusu olduğunda 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde demokratik taleplerin hiçe sayıldığı bir toplumda, İzmir özelinde, Karşıyaka-Göztepe rekabetinde görünür oldu. Bu rekabetin tarihi kökeni; bugünkü Karşıyaka’nın bulunduğu Körfez’in kuzeyinde yaşayan eğlenceye düşkün, reaktif ve savaşçı Aiollerle, Göztepe’nin bulunduğu güneyde yaşayan planlı ve düzenli İyonlar arasındaki geçmişte olup bitenlere dair tarihsel fantazmaya dayanıyor. Kentin spor dinamiğini oluşturan Karşıyaka-Göztepe rekabeti kendi evinde ve deplasmanda takımını destekleyen taraftar gruplarının maçlara seçerek gitmesiyle ön plana çıkıyor. Taraftarın ikili yapısı elit ve saldırgan bölümler olarak tribüne yansıyor. Rekabete dair efsane 16 Mayıs 1981’de 2.Lig şampiyonluğuna oynayan bu iki takımın maçını 80 bin kişinin izlemesiyle pekişti. Bu iki takımın semtlerindeki modern statlarda oynayacakları maçlar, Türkiye futboluna yeni bir dinamizm, alternatif rekabet ve derbi merkezi kazandırabilir. Burada bir parantez açıp özellikle bazı İzmir takımlarının Süper Lig’in kıyısından döndüğü dönemlerde spor medyasında hakkında yazılar çıkan İzmir kulüplerinin birleştirilmesi önerisine, kitabı da derleyen Yiğit Akın’ın yazısından hareketle değinmek gerekiyor. Cehalet ve kibrin yansıması olarak İstanbul kulüplerini merkez, ötekileri figüran olarak gören bu anlayış, kulüplerin geçmişlerini ve kimliklerini görmezden geliyor.1937’de denenen ancak başarısız olan İzmir kulüplerinin birleştirilmesi projesi o dönemde sporun eğlence ve boş zaman etkinliği olmaktan çıkıp devlete sorumluluk duygusuyla yerine getirilen bir aktivite ve buna bağlı olarak sporun kitlesel ölçekte uygulanmasını destekleyen bir anlayışın ürünü olarak hayata geçirilmeye çalışılmıştı. Rejimin temsilcilerinin spora müdahale süreciydi. Kulüp tarihsel kimliklerine bağlılık ve kulüp temsilcilerinin direnci bu projeye engel oldu. Yukarıdan aşağıya doğru yapılan müdahalelerin başarısızlığı göz önündeyken bu ve buna benzer projeleri tekrar tekrar öneren spor yazarlarının cehalet ve nobranlıkları olumsuz eleştiriyi hak ediyor.
Taraftara “Ben Karşıyakalıyım.” dedirten süreç; kavgaya benzeyen maç sohbetleri, özellikle İstanbul takımlarıyla yapılan maçlar ve İzmir derbileri dönüşü semt halkı-futbolcu-taraftar-yönetici birlikteliğinin yarattığı coşku ya da mağlubiyet sonrası yaşanan kederlere dair anıların toplamından oluşuyor. Kişisel kimliğin oluşumunda belki de en temel öğe olan anılar; şampiyon olunan ve şampiyonluğa yaklaşılan maçlar, özellikle deplasman maçlarında gidilen kentler, otobüs mavraları, statlar, polisle yaşanan arbedeler, üretilen slogan ve tezahüratları içinde taşıyan bir olay ya da bir diyalogtan hareketle oluşuyor, anlatıldıkça dönüşüyor, kimliği besliyor. Karşıyakalı oluş süreci farklı bir ifadeyle; mekân olarak Karşıyaka sınırları içerisinde doğup büyüme anlamında bir zorunluluk, aile-mahalle-arkadaş etkisiyle daha uzun bir süreçte verilen kararın açıklanma biçimi olarak ise bir seçimdir. Aidiyet ve kulüp içi ilişkilerin yeniden üretimi; işte bu kimliğin aniden ortaya çıkan sloganlar, tribün şovları, duvar yazıları, dernek oluşumları, internet örgütlenmeleri, yıldönümü kutlamaları, şenlikler ve kampanyalarla dışavurumuyla gerçekleşir. Diasporadaki Karşıyakalıların da mekâna duydukları derin özlemle dahil oldukları bu süreç; sportif başarıları en iyi ihtimalle geçici olan, ekonomik, idari, medyatik gücü neredeyse bulunmayan bir spor kulübünün doğduğu coğrafyayı temsil etme gibi meşru bir beklentiyi karşılıyor belki de. Dilden dile aktarılan hikâye ve rivayetlerle adeta bir aziz mertebesine yükseltilen Gode Cengiz’in biyografisi ise cefakâr, mücadeleci ve sportmen kimliği ile yeni kuşaklar için geçmişten devralınan ve günümüzde yaşatılmaya çalışılan bir kahraman, bir model olarak sunuluyor.
Kitabın iki eksenini oluşturan köken ve kimlik temalarını destekleyen ülke sporunun genel meseleleri ise yaklaşık 50 yıllık süreçte KSK-basın ilişkilerinin izlediği seyir, Yeni Asır gazetesinin spor sayfalarındaki Karşıyaka ile ilgili haber başlıkları onar yıllık periyotlara ayrılıp yorumlanarak ortaya konmaya çalışılıyor. Haber başlıklarının ortak özelliği şiddet söylemi üreten bir dil üzerine kurulmaları. Ege takımlarını biz, öbür takımları öteki olarak kurgulayan bu dil 2000’lerde doruk noktasına ulaşıyor, günlük hayatta da şiddet pratikleri üretiyor. Taraftar grubunun Ege TV baskını ve Özgür Soylu’nun Bandırma deplasmanına giderken öldürülmesi bunun somut kanıtı. Bu olumsuz durumun önüne ancak Karşıyaka’ya özgü mekan-taraftar-kulüp bütünleşmesinin yarattığı farklılık duygusu ve öteki taraftar gruplarıyla bir araya gelerek üretilebilecek modellerin de katkısıyla geçilebilir. Siyasal alanda demokrasi, iktisadi alanda ise liberal ekonominin büyük oranda temel değer olduğu günümüz dünyasında; taraftarlar demokratik değerler etrafında örgütlenerek, yönetimler ise profesyoneller tarafından liberal değerlerle uyumlu bir biçimde idare edilerek öbür kulüplerin sorunlarına da çözüm olabilecek alternatif modeller üretebilirler.
Kitapta Karşıyaka ve basketbol ilişkisi üzerine de iki yazı olduğunu belirtmek gerek. Yazıların ilki olan Necat Kuymulu otobiyografisi; yazarın öncelikle çocukluk dönemi eğitim sürecinde basketbolla tanışması, oyunculuk, taraftarlık, spikerlik ve altyapıyı kurma hamlesine bağlı olarak 1986/87 sezonunda Lig ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın kazanılmasıyla doruk noktasına ulaşan süreci anıların da desteğiyle gözümüzde canlandırıyor. Öbür yazıda ise Mert Uyar basketbol takımının kurulduğu 30’lardan günümüze kadar olan tarihsel sürecin ayrıntılı bir dökümünü yapıyor. KSK basketbol takımının alternatif bir model anlamında temel özellikleri olarak ön plana çıkan; A takımın altyapı oyuncularını merkez alarak oluşturulması, sponsor desteğiyle oluşturulan özerk bütçeleri yöneten özverili yöneticilerin varlığı ve oyun kurallarını bilen renkli taraftar tipi gibi olguların başka kulüplere örnek olabileceğini ve KSK’nin de kendi geleceğini bu değerler üzerinden kurabileceğini düşünüyoruz.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (16 Ocak 2019)