Metin Nart’ın ilk kitabı Zellenbur’un Sıradan Bir Günü, İthaki Yayınları etiketi ile okurlarına kavuştu. Sıra dışı kapağıyla daha raflara düşer düşmez dikkatleri üzerine çeken kitap, içeriğindeki postmodern kurguların ve ironik dilin işaretini verir. Yazarın edebi birikimi, kurgulardaki teknik kusursuzluk ve çok katmanlılıkla kendini belli eder. Odağına iyi hikâyeyi alan öyküler, yazarın kendine has muzip anlatımıyla okuru gülümsetirken düşünmeye, empati kurmaya, farklı yönlerden bakmaya, İstanbul’un arka mahallelerine kulak vermeye zorlar.
Kitabın ilk öyküsü, diğer yedi öyküsünde olduğu gibi Kemal Koton epigrafıyla başlar. Kitap boyunca öykülerin içinde de ara ara karşımıza çıkan Kemal Koton kim, diye soranların akıllarındaki soruyu yazar, kitaptaki son öyküsünde giderir. Kül Tablası, ilahi bakışın Semra karakteri üzerinden sınırlandırılarak aktarıldığı sürpriz finalli bir hesap günü öyküsü. Yıllar sonra bir araya gelen üç kız kardeşten Semra’nın Canan’a olan öfkesi alaycı ve ironik bir dille anlatır. Diyalogların gerçekçiliği dikkat çeker. Gerilimin en yükseklere çıktığı sahneler o kadar canlıdır ki satırlar arasına sızıp karakterlere müdahale etme isteği duyarsınız.
“Üç kardeş salona yürüyor, duvardaki sepya fotoğrafların karşısına dikiliyorlar. Görünmez bir el yönlendirmiş gibi. Anne ve babalarının fotoğrafları. İlk bakışmalar.” (sf/14)
İkinci öykü, kitaba adını veren Zellenbur’un Sıradan Bir Günü. Öykü daha ilk satırda Zellenbur ne ola ki, sorusunu düşürür okurun aklına. Mekânın şehir içi hatlardaki bir minibüs olarak kullanıldığı öykü, alegorik okumalara fırsat verir. Zellenbur simge olarak kullanılmıştır. Öykü, minibüsteki yolcuların zihnine girip çıkarak akıllarını çelen, onları parmağında oynatan Şeytan’ın eğlenceli hikâyesi gibi görünse de kalu beladan beri insanın içindeki iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın, günahla sevabın çatışmasını simgeler. İlk satırdan son satıra kadar alt ve üst benlik çatışması okuruz aslında öyküde.
“Bir köpek lastiğe, işeyen köpeği bir yolcu, tekmeleyen yolcuyu Zellenbur. Lastiğe çiş, köpeğe tekme, yolcuya takdir düştü.” (sa/23)
Martısız Mahalle, farklı anlatıcılar kullanılarak yazılmış bir öykü. Pilavcı Davut, Arap Bakkal, Falcı Kezzap, Maradona Selim’in karakoldaki sorgularını okuruz metinde. Kahramanların çok sesliliği meselesi netlik kazanır bu öyküyle. Gündelik yaşamın içinde geçen diyaloglar eğlenceli bir biçimde kurmacaya dâhil edilmiştir. Karakterler aynılaşmamıştır, her birinin sesi farklıdır. Yazarın gözlem yeteneği ve kalabalıkları anlatma becerisi, bu öyküyle kendini tamamen ön plana çıkarmıştır artık. Öyküdeki anlatı tekniği, tekil ve nesnel bir gerçek fikrini baltalar. Gerçeğin öznelliğini vurgular. Yazar her karakterin ifadesine eşit ağırlık vererek her tanığı güvenilmez bir anlatıcıya dönüştürür. En doğru anlatıyı kimin aktardığına dair herhangi bir ipucu bulamayan okur, hangi karaktere güveneceğini bilemez. Yazarın öyküsünde görgü tanıklarının güvenilmezliğini vurgulamak için kullandığı Rashomon etkisi, gerçeği tanımlamaya çalışan bir otorite figürünün baskısına rağmen gerçekte ne olduğunu doğrulayacak hiçbir kanıt bırakmaz.
“Tüm karılar şalvarlarını çekiştire çekiştire toplanırken biri dürttü. Bakıyorum Murtaza Abi. Karakola kadar. İfaden var. Entel erif karakola gitmiş. Etmiş şikayetini. Göstermiş fotomu. Entelin dostluğu bir makine kadarmış. Gerisini sen biliyorsun amirim.” (sf/38)
Kitabın en dikkat çekici öykülerinden Arabacı Meyhanesi. Üst kurmaca ve metinler arasılık tekniklerinin birlikte ustaca kullanımına güzel bir örnektir. Öykü, Seval’in sahafta bulduğu el yazmalarını Aynur’a hediye etmesiyle başlar. Yazar sürpriz bir oyunun içine sokar bizi hemen, oyun içinde oyun çıkar karşımıza. Bu kez kurmaca içinde kurmaca okuruz. Merak duygusu yukarı doğru ivmelenirken satır aralarında Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’siyle karşılaşırız. Finale doğru gerçeğin sınırları genişler, neyin kurgu neyin hakikat olduğu muğlaklaşır. Yazar bile isteye, metinlerarası keşiflerden doğacak bir sorumluluk yükler okuruna. Kurgusal bir gerçeği mi gerçeğin kurgusunu mu okuduğunu merak eden okur, bilgisayarın başında tarihi bir aşkın ayrıntılarını araştırırken bulur kendini.
“Ölüm mutlaktır. İstemesek de son durağımızdır. Ölüme kadar ama hayatın yegâne hâkimi aşktır.” (sf/61)
Yanlış Anlaşılan Masumiyet, yazarın her fırsatta takdirini dile getirdiği Orhan Pamuk’tan bir epigrafla başlar, Beyaz Kale’den alıntılarla zenginleşir. Postmodern anlatı imkânları cömertçe kullanılan öyküde Yeni Hayat’ın Osman’ı, Masumiyet Müzesi’nin Füsun ve Kemal’i karşımıza çıkar. Satırlar boyunca bir yazarın zihninde gezinir, kahramanların yaratılma aşamasına şahitlik ederiz. Öykünün kilidi, Şoför Çetin Efendi’nin “Eğer zihinde var olansan, varoluşunun nedenini kendi dışında aramalısın.” cümlesinde yatar.
“Eski Osman, Nişantaşı’ndaki dükkânda kalmıştı sanki. Tren yolunu geçtim, kafası karışık yeni bir Osman olarak, dökülüp asfalta yapışmış sarı yaprakları eze eze ara sokaklara daldım.” (sf/92)
Kitabın en muzip, en eğlenceli öyküsü, Sahile Demir Atmış Şu Hurda Tenekeler Var Ya, Denize Açılmayı Çoktan Unutmuşlardır ismini taşır. Yeşilçam rüzgarlarının estiği satırlarda okur, Hulusi Kentmen ve Sami Hazinsesli nostaljik bir gezinti yaparken nasıl geldiğini anlamadığı finalde kendini gülümserken bulur.
“Saçlarıma tutunamayan yağmur kaşlarımı aşıyor. Islanmış gözlerimden kederli bir rüzgâr estirirken, ‘Vallahi sana geldim Berfin. Başka kime,’ diyorum.” (sf/94)
Hokka Divit’te kitabın başından beri merak edilen Kemal Koton’un kim olduğu ortaya çıkar. Yazar zekice kurguladığı bu öyküsünde efsunlu bir hokka ve divitin peşine düşürür okuyanı, oyunbaz üslubuyla merak duygusunu yer yer yükseltip alçaltarak adeta sevimli bir oyun oynar okuruyla, kendine has anlatı tarzı ve sözcük seçimleriyle öyküsündeki ironiyi belirgin hale getirir. Polisiye bir öykü okurcasına ipuçlarını adım adım takip ederek finale kadar gelen okurun zihninde cevaplanmamış soru kalmaz. İlk öyküden bu yana yazar tarafından titizlikle atılan düğümler çözülür, gerek teknik gerek kurgusal anlamda üst düzey metinler okumanın verdiği hazla kitabın kapağı kapatılır.
“ Ne söyleyeceğimi bilmez bir halde kapının önündeydim. Beş dakika kadar cesaret topladım, kafam daha karışmış halde tıklattım. Ses yoktu. Bir daha, bir daha. Sanki benim dışımda gelişen bir programı hayata geçiriyordum.” (sf/118)
Sonuç olarak, uzun paragraflarla ayrıntılı betimlemelerin okuru boğmadığı, kurgusu üzerinde ince ince düşünülmüş öykülerden oluşan sıkı bir kitap yazmış Metin Nart. Kurgularındaki postmodern oyunlarıyla edebi repertuarının genişliğini göz önüne sermiş. Yayımlandığı günden bu yana kısa sürede çok fazla okura ulaşan kitap, edebiyatla ilişki kurmaya çalışan, kalemi öyküden geçen herkes için bir yol haritası olacak gibi görünüyor.
edebiyathaber.net (12 Eylül 2022)