“19. yüzyılın sonlarına doğru edebi bir tür olarak şekillenen “western” haydutları, kovboyları, kanun adamlarını veya kanun kaçaklarını başrollere taşıdığı öykülerde, beyaz adamın vahşi doğayı ve o toprakların yerlilerini nasıl alt ettiğini, beyaz adamın beyaz adama karşı mücadelesinde ise ilkeli ve onurlu olanın nasıl galip geldiğini anlatıyordu. Bir erkeklik güzellemesi olarak da okunabilecek bu öykülerde kadınlara ve bu düzene uyum sağlayamayan erkeklere nadiren yer vardı. Örneğin, altın ararken aklını yitiren veya intihar eden erkeklere, çetin şartlara rağmen altın bulanların başarısını katmerlemek için, geçerken uğranıyordu sadece. Ya da kadınlar, beyaz adamın gücünü takdir etsinler diye oradalardı. 1918’de başlayıp 1992’de son bulan ömrüne, en önemlileri western türünde olmak üzere, çok satan on altı roman sığdıran Glendon Swarthout’un geçtiğimiz günlerde Türkçede yayımlanan Refakatçi adlı kitabı ise her haliyle bu tablonun dışında kalan, ilgi çekici bir western…” ( Sabit Fikir, Gökçe Gündüç, Kasım 2015,sayfa 50)
Çocukluğumda izlediğim kovboy filmlerinde sıkça adı geçen “Vahşi Batı” demek ki böyle bir yermiş diyorum durup düşündükçe. Editör notunda “Bölge” şu şekilde açıklanıyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nde, eyalet olmayan idari birim. Romanın geçtiği 1850’lerde ülkenin batısı geniş topraklara sahip ve devlet düzeninin henüz tam oturmadığı bölgelerden oluşmakta, daha eski yerleşim birimleri olan eyaletlerin oluşturduğu doğu kısmı ise Iowa ve Missouri eyaletlerinden başlamaktaydı.” Doğudaki hayatlarını bırakıp nice hayallerle batıya göç eden ailelerin doğayla mücadelesine sarsıcı bir gerçeklikle tanıklık ediyoruz. El değmemiş bakir topraklara medeniyet götürüyorlar: çitleyip, tarıma başlıyorlar. Toprakkonducular onlar. Toprağın üzerinde beli bir süre yaşayarak ve onu iyileştirerek Önalım Yasası’nın iki şartını yerine getiriyorlar. Sonrasında en yakın tapu dairesine gidip kayıt yaptırmaları ve yarım hektar başına 1,25 dolar ödemeleri gerekiyor. Maddi imkânsızlıklar buna engel olabiliyor. Hatta daha da kötüsü evlenmek veya kayıt için çiftlikten ayrıldıklarında avukatlarla paylaşacakları para konusunda anlaşmalı bir işgalci gelip eve yerleşebiliyor. Romanın başkahramanı Briggs de böyle biri.
Loup kasabasındayız. Zorlu şartlara dayanamayıp deliren dört kadın var; ancak bu dramatik anlarda onların duyarlılıklarını kavrayamayan kocalarının etkisini göz ardı etmemek gerek. Hatta onları yanlarında bile istemezler artık işe yaramadıkları ve onlara ayak bağı oldukları için. Theoline Belknap: Tipi sırasında sancılanınca kocası kasabadadır, tek başına doğum yapmak zorunda kalır. Doğumdan sonra, lanetli olduğuna inandığı bebeği hela deliğe atar. Hedda Petzke: Bir türlü bitmeyen zorlu kışın sonlarına doğru kocası ve oğulları on iki kilometre uzağa ağaç kesmeye gittiklerinde evde geceleyin kurt sürüsünün saldırısına uğrar. Gro Svendsen: On altı yıldır evli oldukları halde çocukları olmadığı için kocasının psikolojik baskısına maruz kalan kadın; son günlerinde yanlarına gelen annesi de kışın en sert günlerinde ölüp istediği gibi defnedilmeyince her fırsatta öldürmek için kocasına saldırmaya başlar. Arabella Sours: Henüz on dokuz yaşındadır. Üç küçük çocuğu da birkaç gün içinde difteriden ölür.
Dört kadının, Rahip Dowd’ın önerisiyle önceki yıl olduğu gibi bir refakatçi eşliğinde aile ya da akrabalarının yanlarına götürülmeleri en iyi çözümdür. Bir buçuk aylık zorlu bir yolculuk olacaktır. Çekilen kurada çıkan görevi Vester Belknap’ın yerine Mary Bee Cuddy üstlenir. Romanın öteki merkezi kahramanı da diyebileceğimiz Cuddy yardımsever ve vicdanlı bir kadındır. Çiftliği, arazisi, bankada parası vardır, geleceğe yönelik umutludur. Uzun kış gecelerinde kumaştan piyanosunu çalıp şarkı söyler. Otuz yaşını geçtiğinden artık evlenmek istemektedir, ancak erkeklere göre eski bir teneke kova kadar çirkindir, engerek yılanı gibi de bir dili vardır. Bu zorlu yolculukta ona, işgal ettiği evden zorla çıkarılan, idam ipinden kurtardığı Briggs eşlik edecektir. Uygun ücrette anlaşırlar.
Buz fırtınası, Kızılderililer, kadınların yarattığı tehlikeler, kafes arabanın arızaları, katırlar… Zorluklar bitmek bilmez. Kadınlar yol ilerledikçe daha iyiye doğru giderler. Peki ya Cuddy ve Briggs? Temposu ve heyecanı son ana kadar düşmeyen roman sürprizlerle dolu, dil ve anlatımı akıcı; iki kez filme uyarlanması şaşırtıcı değil bu yüzden. Döneminin kurmaca anlayışı her satırda hissediliyor. Yapısı gereği Amerikan doğalcı geleneğine bir şekilde bağlanıyor ve her haliyle derinlikli bir feminist okumaya davet ediyor.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (7 Kasım 2017)