Irmak Zileli, modern Türk edebiyatında kaleme aldığı romanlarda kitabın “felsefe”sini ve “siyaset”ini okura mutlaka gösteren isimlerden. Ona göre her bir anlatı için var olan başlıca araç ve gereçler şöyle; hayal kurmak, yeni bir dünyaya açılmak, başkası olmak, kendinden çıkmak… Yazar, bu kez çocuklar ve gençler için yazdığı ve Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan Her Şeyi Gördüm ile karşımızda. Editörlüğünü Müren Beykan’ın üstlendiği kurgu, “[email protected]” adresinden “Cinayet var 1. Gün” konu başlıklı ileti ile açıyor sayfasını: “Artık hepiniz biliyorsunuz. Okulumuzun köpeği Tarçın öldü. Onu bahçedeki kuyunun dibinde kanlar bulan kişi, çığlıklar atarak ilk gördüğü öğretmene koştu.” Biz de Türkiye’nin en birinci gündemleri arasında yer alan “köpeklerin uyutulması” meselesini, hayvan dostlarımızın yanında olduğumuzu hatırlatarak yeniden konuya koşalım.
Hayat, Her Zaman Barikatları Aşmaktır!
Yazar, neredeyse bir ay (yirmi altı gün) boyunca bugünün öyküsünde farkındalıklar yaratarak dolaştırıyor bizleri bölümlerin arasında. Gece yarısı gizlice okulun bahçesine sızan beş öğrencinin gayesi; kuralları yıkmak, çılgın bir macera yaşamaktır. Şimdi burada biraz nefeslenelim. Kendini yazarsa şayet, hemen her yazar ve elinizdeki kitap, duvarları baştan ayağa kitaplarla dolu bir evde, gazeteci ve yazar anne-babanın çocuğu olarak içine doğduğu zamanların izini taşırıyor demektir. Ömrühayatı neredeyse barikatları aşmakla geçmiş ebeveynlerin kızının kaleminden her şeyi görüyorsunuz, baştan haber verelim.
Bir Yargının Sarkacında…
Velhasıl bu beş kafadar, bir avantürün içinde olmayı hayal ederlerken tam tersi bir gerçekliğin ortasında bulurlar kendilerini. Arka bahçedeki kuyunun kapağını kaldırıp karanlığa seslenme oyunu, okulun gediklisi, emektar köpeği Tarçın’ın hayattan kopmasına neden olur. Beş genç, iç hesaplaşmalarıyla beraber uzun ve derin bir sessizliğe gömülürler. Böylesi bir roman, ergenliğin deli zamanlarında, saatlere başka göklerin altında bakan ve hayatı ellerindeki çemberlerle bir tutup onun etrafında dönen gençlerin gerçek kişilikleriyle karşılaşması, karşı karşıya gelmesi adına çok yerinde. Yaşam denen ziyadesiyle uzun, ama bir o kadar da oldukça kısa bu sürede insanın başına hep güzel anların gelmeyeceğini göstermesi açısından da mühim. Her Şeyi Gördüm, her şeyi gördüğünü öne süren gizemli bir tanığın yolladığı maillerle okulu karıştırır. Eğitimciler de veliler de hakikatin peşine düşerler; fakat tahmin edersiniz bu iş öyle kolay olmaz. Irmak Zileli, insan denen meçhulün belki de ana rahmine yuvalandığından beri muğlak taraflarını ustalıklı bir nakışla örüyor. Hikâyesini neredeyse bütün parametreleri çok içeriden (öznel) ve çok dışarıdan (nesnel) bir dil üzerine inşa eden yazar, aslında günün sonunda her şeyi gören ve bilenin, kişinin vicdanı olduğunu anlatıyor alt metinde.
Ruhun Gözeneklerini Açmak için…
Kitap; Millî Eğitim Bakanlığı’na kuyunun kapatılması için yazılan dilekçe ve herkesin sevgilisi Tarçın’ın heykelinin dikilerek yaşanan talihsiz hadisenin anısını yaşatmak adına verilen sevindirici haberin gölgesinde sonlanıyor. Birtanık rumuzunun kullanan loş karakter üzerinden aslında bütün öğrencilere seslenen eğitimcinin olaya bakışı, meseleyi yorumlamasıysa bugünün öğretmenleri için de bir rehber niteliğinde: “Sevgili öğrencim, değerli evladım birtanık. Sana evladım diyorum, çünkü seni kendi evladımdan bir nebze olsun ayrı görmüyorum. Bütün öğrencilerim benim çocuğum. Biz geniş bir aileyiz. Her ailede olabilecek sıkıntılar, tartışmalar, sorunlar, kırgınlıklar, kızgınlıklar burada da olacaktır; bu çok doğaldır. Bu geniş ailenin reisi olarak benim görevim; siz evlatlarımızın kılına zarar gelmemesi için çalışmak, sizlerin huzuru, mutluluğu için uygun ortamı yaratmaktır.”
Evet, Her Şeyi Gördüm arkadaşlarını ispiyonlamadan, seyrederek suça ortak olmaya devam etmek istemeyen saklı öğrencinin kimliğini açıklaması ve “dikkat çekici bir şey yaptım işte!” sözüyle bitiyor. Yazı da bitti, sona geldik: Burada bir okur olarak ruhun gözeneklerini açan, hayatın bütün renklerini gösteren Irmak Zileli’den başka ilkgençlik kitapları yazmasını istiyorum. Çünkü bize salıncaklara bindiğimiz, eğlendiğimiz; ama aynı zamanda düşüp ağladığımız parklar da lazım…
edebiyathaber.net (5 Haziran 2024)