102 yıl önce bir buz dağına çarpıp batan Titanik, modern dünyanın en trajik olaylarından biriydi. Titanik tüm şatafatıyla, görkemiyle insanoğlunun kibrini temsil ediyordu bir anlamda. Ölümlü dünya işte! Alsa batmaz, su almaz denilen Titanik’in ömrü bile kısacık olmuştu işte. Geçtiğimiz günlerde çeşitli haber ajanslarının duyurduğu bir habere göre, Titanik’in ruhu 102 yıl sonra yeniden çağrılıp, yine büyük paralar harcanarak okyanusta yola çıkmaya hazırlanıyormuş. Şimdi herkes yeni Titanik’in sonunu düşünüyor; bu sefer karaya ulaşabilecek mi? Olası bir batış anında olayın ilk video görüntülerini sosyal medyaya kim düşürecek ya da Titanik batarken selfie çekmeyi bırakmayan kim olacak? Buna benzer bir dolu soru şimdiden akılları kurcalamakta. Neyse, mevzumuz o değil. Bu satırlarda başka bir Titanik’in öyküsünden bahsetmeye çalışacağım. Yakın zamanlarda okuyucuyla buluşan Murat Menteş’in Antika Titanik isimli son romanı ana konumuz. Can yeleklerinizi sıkıca bağlayınız Murat Menteş, sizi gıcır gıcır bir Titanik’le yolculuğa çıkarıyor!
Titanik’te aşk başkadır
Antika Titanik’ten aldığımız haberlere göre yeni Titanik, tüm dünyada büyük heyecan uyandırmış. Tüm dünya halkları işi gücü, ekonomik krizi bir kenara bırakarak Titanik’in karaya ulaşıp ulaşamayacağını merak ediyor, üzerine bahisler oynuyor. Uzayın derinliklerinden yeni yaşam alanları arayan insanoğlu, 100 yıl sonra bile Titanik’i karaya ulaştırmazsa yaşayacağı utancı siz düşünün… Antika Titanik, ilk satırları bir cinnet anıyla açılıyor. Titanik’te seyir halinde olan şöhretler, yaşını başını almış zenginler kısacası tüm yolcular birbirlerini ilkel yöntemlerle öldürmeye çalışıyor. Menteş’in tabiriyle “Titanik’in dört bacasından da kan püskürüyor”. Peki olaylar bu hale nasıl geldi? Yolculular neden bu lüks gemide keyifle şampanyalarını yudumlamak yerine, birbirlerini en vahşi yöntemlerle öldürmeye başladılar? Daha romanın başlangıcında kaosun içerisine düşmüş okuyucu olarak kafamıza bu sorulara yanıt arıyoruz. Romanın kahramanlarından Marco Montes isimli, flörtöz, Humphrey Bogart kılıklı hafızasını yitirmiş karakterimiz de öyle düşünüyor. Marco Montes, hafızasını yitirmiş olduğu gibi, yeni Titanik’in sahibi milayerder İgor Jaguar’ın kızı Jojo ile evlidir ve yakın zamanda baba olacaktır. Lakin hafızasını yitirmiş karakterimiz Marco Montes, şarkıcı Şifa Şavk’a aşıktır. Şifa Şavk’in kalbi ise felsefe profesörü Refik Risk için atmaktadır. Olaylar sandığımızdan daha karışıktır anlayacağınız. Titanik’in diğer yolcuları ise oldukça ilginç ve bir hayli gizemli karakterlerdir. Owen Wow, Ferrari Bravo, Apo Calypso ve Dr. Akula, satırlar ilerledikçe karşımıza çıkan diğer karakterler. Bu karakterlerin her biri sır taşımakta ve bu sırların ucu ilginç bir biçimde İstanbullu kendi halinde felsefe profesörlüğü yapan Refik Risk’e bağlanmaktadır.
Refik Risk, duygularını felsefeye karıştıracak kadar romantik ve aşık bir karakterdir. Başından bir sürü talihsiz olay ve kırık aşk hikayesi geçmiştir. Dünya edebiyat tarihinin en hakiki tutunamayan ve bahtsız kahramanlarından Refik Risk konferans vermek üzere gittiği Mısır’da Şifa Şavk’a tutulmuştur. Daha önce aşık olmuş olanlar bilirler; aşkta rasyonalite yoktur. Eros’un oku sizi hep en hazırlıksız zamanınızda yakalar. Bu bilinmezlik karşısında felsefe ve bilim çaresizdir. Aşk insanoğlunun başına gelmiş en kaotik anlardan biridir, bilenler bilir.
Refik Risk de böyle bir durumun içerisindedir. Şifa Şavk’ın kalbini kazanabilmek için, kurşunlara kafa atar, çöllere düşer; bugüne kadar yazılmış en hakiki aşk mektuplarını yazar Şifa Şavk’a. Şifa’ya duyduğu aşk o kadar büyüktür ki; onun için canını bile verir. Hatta bu hayata yeniden gelse, yine en çok onu sever.
Refik Risk ve Şifa Şavk’ın romanlara konu olacak kadar etkileyici aşk hikayeleri Mısır’da Feyruz şarkılarının tam ortasında, turuncu güneş ışıklarının çöle vurduğu o eşsiz anlardan birinde başlar. Lakin yine bilenler bilir, bu hayatın esası kaostur; her tutkulu aşkın beraberinde bir kaos yaratma riski vardır. Refik Risk ve Şifa Şavk’ın hikayesi de biraz böyledir. Kaos ve aşk kol kola gitmektedir. Peki tüm bu olaylar olurken, romanın daha önceki satırlarında tanıştığımız karakterlere ne olmuştur peki? Örneğin Marco Montes’e ne olmuştur, hafızası ne alemdedir? Unutkanlık seviyesi dün yediği yemeği unutacak kadar geri gelmiş midir mesela?
Çocuğunun cinsiyeti belli olmuş mudur? Ya Titanik, onun kaderinde yine batmak mı vardır? Refik Risk ve Şifa Şavk’ı bekleyen tehlikeler nelerdir? Gerisi tahmin edebileceğiniz üzere Antika Titanik’te…
Felsefi bir polisiye
Dublörün Dilemması, Korkma Ben Varım, Ruhi Mücerret gibi romanlarıyla tanıdığımız Murat Menteş, ironik anlatımı, zekici hazırlanmış hikaye kurguları ve ve kendine has anlatım tarzıyla son dönem Türkçe edebiyatın en dikkat çekici isimlerinin başında gelmekte. Menteş, Antika Titanik’te de benzer sularda yüzüyor; akıcı bir hikaye ve kurgu yapısı var. Menteş, Antika Titanik’te, hayat, ölüm, yaşlılık ve aşk üzerine kafa yormuş biraz da; en çok da çağımızın haleti ruhiyesinin fotoğrafını çekmiş. Bu pek de estetik olmayan fotoğraf karesinde akademisyenlerden nefret eden diktatörler, ölümsüzlüğe ölmeyerek ulaşmaya çalışan kahramanlar, aşkı için çöllere düşen felsefe profesörleri, bilimi kendi tutkularına malzeme eden profesörler, kendini katilini arayan lakin hâlâ hayatta olan karakterler, kendisini yine kendisiyle aldatan sevgililer ve tüm bu paradoks yağmurunun ortasında yoluna devam Antika bir Titanik yer alıyor.
Murat Menteş, Antika Titanik’te hayat denen kaosu, aşk denen muammayı, ölümü, yaşamı; kısacası insanoğlunun uzun yıllardır cebelleştiği soruların peşine düşüyor; lakin yazar bu soruların cevabını aramaya kalkışmıyor tam aksine roman boyunca bu zorlu sorulara yeni sorular ekliyor. Zaten hayat denen muammanın bir reçetesi yok, bunu yaşayan herkes bilir en çok da yazarlar.. Bununla beraber Menteş, roman boyunca tüm bu soruları asık suratlı bir şekilde değil tam tersine oldukça ironik ve eğlenceli bir şekilde ele alıyor. Antika Titanik, son zamanların en eğlenceli romanı tıpkı Menteş’in deyimiyle: “Elinizdeki kitap Titanik kadar gerçektir. Suya bırakırsanız batar.”
Can Öktemer- edebiyathaber (25 Ekim 2018)