Hava kasvetli, yaşanacak her şeyi sertliğiyle yüze vuruyor. Oda karanlık, kimsenin bir diğerine bakacak yüzü yok. Duman, odada sinsi bir yılan gibi dolaşıyor, herkesin silahı sözünde saklı. Kar, çirkin olayları örtmek için çırpınıyor. Kapıdaki askerler, suçlu olmayan birinin görüş günü içeri girmesini engellemiyor. Her şey o kadar dakik ve planlı ki, artık kaçacak hiçbir yer yok. Buradaki hesabı dünyanın en önemli töreni bile durduramaz!
Otto, Edith ve Lise ömürlerini birbirine kaynaştırmış üç yetişkindir. Otto ile Edith birbirinden çok farklı iki dünyaya ait insan olmasına rağmen dünya evine girmiş bir çifttir. Lise ise bu ikilinin aile çatısına dahil olmakla yetinmiş, kendini dünya üzerindeki herkese kabul ettirmek ve deneylerinin neticesini alarak takdir toplamak için her şeyi göze almış cesur bir kadındır. Birbirlerine dost görünen bu üç dünya, aslında zaman içerisinde kendi fikirleriyle ve egolarının onları ele geçirmesiyle kibre düşer. Belki de tüm yaşananların fitilini ateşleyen 12 Temmuz 1938 Salı akşamı üç dünyanın kendi içinde yenişememesidir. Yüzleşme günü radyoda duyulan muhteşem klasik eserler sadece anlık olarak buradaki kişilerin nabzını yatıştırabilir ancak hiçbiri, 8 yıllık şüphenin kalıntılarını yatıştıramaz.
Antik dönem trajedilerinden çok iyi biliriz ki, Aristo’nun üç birlik kuralına göre; bir mekanda, bir günlük zamanda ve bir olay etrafında etraflıca dönülüp durulur. Perde kapanmadan trajedi kurbanı ile birlikte herkes “hubris” sebebiyle gerçekleşen korkunç olaylardan sonra gerçeğin ışığıyla arınır ve büyük bir dönüşüm yaşar. Biz, seyirciler ise onlarla birlikte büyülü gerçeklikten sonra tanık olduklarımız karşısında şok etkisinde kalırız. Cyril Gély’in kaleminden çıkan Ödül de yazarının tiyatro bilgisini ve sahneyi edebiyatla canlandırma yeteneğini oldukça başarılı bir şekilde yansıtırken, bize kahramanların anlatı şimdisini de geçmişteki anılarını da bir trajedi izletircesine yaşatıyor. Tüm sahnelerdeki havayı aslında Ödül’ü okurken soluyoruz. Hem eski edebiyat ve tiyatro kurallarıyla yakın geçmişteki önemli, yaşanmış bir kurguyu hakkıyla kaynaştıran hem de okuyucuyu olayın içerisine çeken ve her sayfayı merakla okutturan bir tarihsel biyografik romanla karşı karşıyayız.
Açıkça söylemeliyim ki, uzun zamandır okuduğum hiçbir eserden bu kadar keyif almamıştım. Romanı elimden bırakmak istemezken saatler akıp gitti ve ben her saniyesinde olacakları büyük bir merakla takip ettim. Esere, romanın başkahramanlarından Otto Hahn hakkında daha önceden biyografik herhangi bir bilgiye sahip olmayan bir okuyucu olarak başladım. Doğrusu, romanın içerisine iyice girdikçe acaba anlatılanlar gerçeğin öyküleştirilmesi mi yoksa doğrudan hayali bir kurmaca dünyasının içinden bu otel süitindeki gergin havanın içerisinde miyim diye düşünmedim değil. Bu nedenle de roman biter bitmez de kişileri biraz daha fazla araştırmaya koyuldum. Eserin kapağını kapattıktan sonra ardında bıraktığı okuma zevki kesinlikle büyüleyici, sarsıcı ve etkileyiciydi. Tahminimce, okumayı tamamlayanlar arasında Ödül’e kurmaca bir son daha eklemek ya da okuma guruplarında eser üzerine tartışmak isteyenler fazlasıyla olacaktır.
1. Dünya Savaşı yıllarında laboratuvarlarda çalışmış bir kimyager ve fizikçinin yıllar sonra birbirlerine sordukları ve sadece kendilerini değil, bütün dünyayı halihazırda sarsmış olan cevapları karşısında ne tarafsız kalacaksınız ne de bir tarafı tutacaksınız… Yenişemeyen iki yaşlı ve zeki insan yüzleşirken ortaya tarih, bilim, sanat, kitlesel ve bireysel savaşlar, sosyolojik dengesizlikler, psikolojik etkilenmeler, hümanizm ve feminizm başta olmak üzere birçok farklı perspektif çıkaran ve üzerinde tartışmaya davet eden bir biyografi ile karşı karşıyayız. Bu nedenle kitaba başlarken 1944 yılında Stockholm’deki görkemli ödül töreninin arkasındaki gerçeklerin kimyanızı şaşırtmasına hazır olun. Sessizliklerin ardına saklanmış içsel kırgınlık ve kızgınlıklar, bir laboratuvarda bilim insanlarının elinde doğasından koparılan atom parçacıkları gibi sizi de olayların çıkış noktası etrafında savuracak.
Nevres Işılay Kaçakgil – edebiyathaber.net (29 Haziran 2020)