Sessizdik. Karanlıktı ama gece değildi. Kış değildi ama yaz da değildi. Yaşam değildi ama ölüm de değildi. Oradaydık. Oradayız. Oradayım.
Konuşmazdık hiç. Yüz yıllardır aynı yerde duran birer ahit gibiydik. Uzunduk, dikti boynumuz, açıktı alnımız. Bekliyorduk. Bekliyoruz. Bekliyorum.
Bazen adımızı duyardık uzaktan. Binlerce kilometre uzaktan gelirmiş gibi fısıltı halinde duyardık ama bilirdik aslında; gürdü ses, kaynağında. Duyardık. Duyarız. Duyuyorum.
“Burada!”
Bendim bu kez adı anılan. ‘Burada’ dedim, tam burada. İşte burada. Konuşmazdık. Bilirdik. Aynı anda yüzlerce, binlerce baş bana döndü. Gözlerden bir sıvı akıyordu, damla değildi ama ırmak da değildi. Tuzlu değildi ama tatlı da değildi. Su değildi ama kan da değildi. Tadardık. Tadıyoruz. Tadıyorum.
Her gün biri gelirdi, bazen ikisi, üçü, beşi, yüzü, bini. Her biri ayrı sebepten gelirdi. Sormazdık, soramazdık. Soysuzdular ama değillerdi. Dinsizdiler ama değillerdi. Ahlaksızdılar ama değillerdi. Milliyetsizdiler ama değillerdi. Cinsiyetsizdiler ama değillerdi. Hepsiydik ama hiçbiriydik. Bitmezdik. Bitmiyorduk. Bitmiyorum.
Mavi gök kubbeyi paylaşmıştık hepimiz ama paylaşamamıştık. Toprağı, dağı, taşı, ırmağı, çiçeğin kokusunu, eriğin çiçek açışını, karpuzun tadını paylaşabilirdik ama paylaşamamıştık. Hepimize yeterdi dünya ama yetmiyordu.
Toprak müzesiydi burası. Her topraktan gelenin, toprağa gittiği, topraktan var olduğu, toprağa karıştığı, toprak olduğu, toprak kustuğu… her köyden, her mahalleden, her evden bir avuç toprakla dağ oluyorduk, içimizden fışkıran lav değil kan oluyordu. Kanardık, kanıyoruz, kanıyorum.
Adım B. benim. Onunki U. Diğerininki A. Şuradaki M. Ve buradaki X. Şunlar H. ve İ.
Çocuktuk biz. Büyüktük. Yaşlıydık. Gençtik. Kadındık. Erkektik. Türktük. Kürttük. Ermeniydik. Lazdık. Şehirdendik. Köydendik. Her yerliydik. Topraktık. Fakirdik çoğunlukla, burada ama yok!
Sessizdik. Karanlıktı. Bekliyorduk. Nefes alıp verişlerini duyuyorduk. Nefes alıp veriyorlardı. Nefes. Bekledik. Biliyorduk, seslerini duyuyorduk. Geliyorlardı.
Karşılama komitesinin yeni üyelerindenim. Ekmek almaya diye çıktımdı evimden. Buraya gelmem aylar sürdü. Mevsimler geçti, yaş aldım gelirken. Geldim. Seslenseniz adımı, gelir beni bulur, duyarım. ‘Burada’ derim.
Yollarını açtık. Çok uzun bir yoldu ama kısaydı. Çok karanlıktı ama güneş vardı. Çoklardı ama yoklardı. Önce birer birer geldiler. Sonra onar onar. Durduramadık.
Karaydı yüzleri, elleri kara, gözleri kara. Karanlık şehre akın ettiler. Karşıladık. Gözlerimizden nehirler aktı. Kara bir nehir olduk hep birlikte. Kara aktık. Karaydık ama aktık.
Geldiler. Keşke gelmeseydiler.
Sûrlarımızı üfledik. Ezanlarımızı okuduk. Çanlarımızı çaldık. Kapıları sürgüledik. Duvarları yükselttik. Gelmeye devam ettiler. Ozanlar çağırdık, ağıtlar yaktırdık, türküler yazdırdık. Duyun diye hep birlikte bağırdık. “Gelmeyin!”
Geldiler.
Söylediğidir son gelenin;
“Vardiya değiştirecektik. Çıkışa doğru gidiyordum. Sonra bir şey oldu. Ne oldu bilmiyorum. Yangın mıydı, patlama mı? Faciaydı bildiğin. Cinayetti. Karanlıktı. Nefes alamıyordum. Göremiyordum. Duyamıyordum. Kendimden geçmiştim. Sonra ayıldım. Hareket edemiyordum. Gözlerim kapalıydı ama görüyordum. Yüzümde bir maske vardı ama nefes alamıyordum. Yaşamıyordum ama anlıyordum. Sonra beni yıkadılar, bir kefene sardılar, tabutta taşıdılar, başımda dua ettiler. Sonra yere indirdiler, üzerimi toprakla örttüler. Toprağı suladılar. Ardımdan kaza dediler, şehit dediler. Para bağlayacağız ailesine dediler. Fıtrat dediler. Her yerde oluyor dediler. Bağırmayın dediler. Siyaset yapmayın. Başbakan geliyor dediler. Çok yaşa başbakanım, sen üzülme dediler.”
Sustuk hepimiz. Dakikalar olmuştu ama biz binlerce yıllık susmuştuk.
Sonra bir haykırış duyduk. Her yeri inleten bir haykırış;
“Gün gelecek/Devran dönecek/Katil devlet hesap verecek!”
Beklerdik, bekliyoruz, bekliyorum.
Sultan Komut – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2014)