Enrique Vila-Matas, Marcel Duchamp’ın küçük şeylere hissettiği çekimden bahsederken ona göre bunun anlamını şöyle ifade ediyordu: “Küçültülen şey bir bakıma anlam açısından da özgürleşir. Küçüklüğü aynı anda hem bütünü hem de her bir parçayı simgeler. Küçük olanı sevmek çocukça bir duygudur.”[1] Bu cümleyi minimal öyküler üzerinden düşündüğümüzde de benzer bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz gibi geliyor bana. Çünkü anlatılanı azla ifade etmek, onu bir bütünün içerisine yerleştirmek, sayfalarca yazılabilecek olanı olabildiğince küçültmek bir bakıma anlamı çoğaltmaktır. Böyle bir durumda ortaya konan, onlarca cümleyle anlatılabilecek olanı adeta “az çoktur” düsturuyla sunan, zihnin süzgecinden geçen, meşakkatli bir düşünme sürecinin sonucunda ortaya çıkmış olandır.
Onur Çalı’nın “Kaplumbağa Makamı” adlı kitabındaki öykülerini okurken, yukarıda bahsettiklerimi düşündüm. Çalı’nın öyküleri, bazen mistik olandan, bazen mitolojiden, bazen de hayal edebilmenin kudretinden besleniyor bana kalırsa. Bunun yanı sıra edebiyat dünyamızın köşe başlarını tutanlara, ödüllere, her anlatının vaz geçilmezi hâline gelen, bir kaşe gibi basılan, klişe ifadelerin bayağılığına da sözü var yazarın. Kitabın bu tarz öyküleri için bir bakıma ahvalin hicvi de denebilir sanırım. Ayrıca Çalı’nın öyküleri yaşamın ayrıntılarından besleniyor, mahalle esnafından, küçük yerlerin büyük olaylarından, ağaçlardan, ölümden, savaştan, apartman arasına sıkışıp kalmış hayvanlardan, kısacası elimizde ne kadar kaldıysa o kadarın anlamından. Bu öykülerde büyük cümleler, okkalı laflar, araya sıkıştırılmış aforizmalar yok. Tam tersine olanı anlatmanın basit ifadesi var. Tanrıların gazabından kurtulamamış, kutsal kitapların sözünden sakınmamış insanların dünyası anlatılan. Kitabın birinci bölümü bir İlhan Berk cümlesiyle başlıyor ve kitaba dair bahsetmeye çalıştıklarımın kısa bir özetini sunuyor: “Yani her şey, her şey yazılmak, yazılmak istiyordur.” Önemli olan yazılmak istenenin çağrısına uymak ve neyin yazıya konu olabileceğini ve nasıl ifade edilebileceğini bulmak ki sanırım “Kaplumbağa Makamı”ndaki öyküler için bunun başarıldığı söylenebilir.
Kitapta yer alan öykülerden, “Memurun Başka Ölümü”nde yazar, sabah elektronik kartla, poğaçayla başlayan, Cuma gününü rüya günü ilan eden memurluk yaşamını ironik bir dil ile anlatırken aklımıza Kafka ve Melville geliyor hâliyle. Gregor Samsa’yı[2] yaşadığı olağanüstü “dönüşüme” rağmen işe gitmesinin gerekliliğiyle, “saat yediyi çeyrek geçeyi vurmadan, her ne pahasına olsun yataktan çıkmalıyım” diye düşündüren hayat bu. Veyahut Melville’in Yazıcı Bartleby[3] karakterinin, çileden çıkarıcı bir şekilde “yapmamayı tercih ederek” kurtulmaya çalıştığı hayat. Çalı’nın bu kısa öyküsü bize edebiyatın başka başka karakterlerini anımsatırken, her sabah aldığı poğaçanın boğazına takılmasıyla hayatını kaybeden anlatıcının “başka ölümü” ile de bir şeyler söylüyor bana kalırsa. Tercih edilen yaşama yakışır bir ölüm bu çünkü görkemsiz. Neredeyse görünmeyen kötü peynirden kaynaklanan bu boğulma tıpkı seçilen, rutinin içerisine sıkışmış hayatın vaadini karşılar gibi. Bu kısa öyküde her sabah yediği poğaça nedeniyle boğulan karakterin söyleyeceği çok şey var ama en barizi sanırım o ölümün sebebinin simgelediği şey ve ölümün anlamını başkalaştıran, tercih edilen yaşam.
Yazının başında Çalı’nın öyküleri için “hayal etme kudreti”nden beslendiğini söylemiştik. Dünya üzerine düşününce bu kudretin gittikçe azaldığından söz edilebilir. Verili olana razı olduğumuz sürece çok sorun yok elbette ama başka türlüsünü hayal etmeyi de bırakmamalı bana kalırsa. Mesela, “Bergama Vapuru” adlı öyküde vapuru adresi olarak hayal eden anlatıcının şu cümlelerine bakalım; “Yazları üst güverteden denizanalarına tükürsem, çocuklar bana katılsa. Emekli öğretmenler çık çık çık’lasa bize, gözlüklerinin üstünden bakarak. Çocuklarla ben, utanır gibi yapıp yalandan uslu uslu otursak. Çocuk arkadaşlarım olsa benim. Burası bizim ülkemiz olsa, Üç Kemerin dibeği de milli marşımız. Seçimlerde buraya sandık koysalar, oy pusulalarındaki adamlara bıyık çizsek, balık çizip atsak sandığa ve artık hep biz kazansak.” Neden omasın ki insan hayal etmeyi bırakmadığı sürece her şeyi mümkün kılabilir. Çünkü hayaller hâlâ kimsenin elini süremeyeceği yerde. Hayatımız otoritelerin gürültüsüyle kaplanmış olsa da veya umuda düştüğümüz an da birileri gelip onu çalmaya kalksa da insan hayal edebildiği sürece tüm bunlardan kaçabilir. Hayal kurmak mümküne yakın olmaktır çünkü her şeye rağmendir, vazgeçmemektir. “Bergama Vapuru” öyküsünde de anlatılan bu işte bence biraz. Çünkü hayaller olduğu sürece hep kazanamasak bile başkaya dair olasılığı zihnimizde taşıma kudretine sahip oluruz fikrimce.
Onur Çalı, bugünden sesleniyor okura bahsettiğimiz gibi dini metinlerin, eski tanrıların şimdide anlatısına da rastlayabiliyoruz. Ancak bugünün dünyası yazarın metinlerinin meselesi, sözün ve yazının yerini görselin aldığı, ölüme dair olanın, rahmetin, anmanın sosyal medya sitelerinin duvarlarını kapladığı, masal cinlerinin dilekler karşısında çaresiz kaldığı, insanların ölmüş olmayı, doğmuş olmaya yeğlediği, kendi kümesine sığınıp özgürlük düşlemeyi bıraktığı, hızın içerisine kaybolup zamanın çizgisinde hapsolduğu, kendisine benzeyenin dışındakinin varlığını duymadığı bir dünya “Kaplumbağa Makamın”da karşımıza çıkan. Yazarın kısa hikâyeleri üslubunun etkisiyle okuması kolay bir anlatı sunsa da sorunsallaştırmaya çalıştığı konular üzerine uzunca düşünmemiz gereken yerde duruyor bence. Bu nedenle bu öyküler için uzunca düşünmenin kısaca ifadesi denilebilir.
Kitapların öne çıkan imgeleri vardır bu metnin de imgesi adından da anlaşılacağı üzere kaplumbağa, beni de kendi okumamda en çok yakalayan ve üzerine düşündüren, “Kaplumbağa Duası” adlı öykü oldu. Her şeyin hızlıca yapıldığı, görülüp geçildiği, ayrıntının kaybedildiği, üzülmelerin bile anlık bir hâl aldığı hayatlarımız için bir dua içeriyor bu öykü: “Ve yakardı kaplumbağa: Allahım bizi yavaşlık yolundan ayırma”, ayırma!
Emek Erez – edebiyathaber.net (22 Nisan 2019)
[1] Vila-Matas, E., (2018), “Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi”, (Çev. Emrah İmre), İstanbul: Can Yayınları.
[2] Kafka, F., (2016), “Değişim”, s. 73, (Çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yayınevi
[3] Melville, H., (2014), ‘Yazıcı Bartleby”, (Çev. Murat Bilge), İstanbul: İletişim Yayınları.