Yıllarını Mısır ve piramitler ile ilgili araştırmalara vermiş Robert Bauval ile Thomas Brophy’nin Kara Köken (Black Genesis: The Prehistoric Origins of Ancient Egypt) isimli kitabı, Meltem Uzun’un çevirisiyle okurlarla buluştu. Çağdaş medeniyetin hangi koşullar ve süreçlerden geçerek günümüze ulaştığını araştıran kitap, bu anlamda Omega Yayınları’nın son dönemde okuyucuyla buluşan önemli çalışmalarından biri.
Kara Köken, aslında ilk olarak “çağdaş medeniyet ve uygarlıklar” sorununa farklı bir açıdan yaklaşmamızı sağlamasıyla ön plana çıkıyor. Zira bu yaklaşım, bizi birçok konuda farklı bir şekilde düşünmeye iterken düşüncelerimizi özgür bırakmamız konusunda da bizi oldukça yüreklendiriyor. Bu noktada kitaptaki temel düşünce ve varlık, aslında farklı kültür ve medeniyetlerin birbirlerini nasıl etkileyip değiştirdikleri, kimi noktalarda değişmeye zorladıkları ve ortaya çok daha katılımcı ve etkileşime açık bir yapı çıkardığı. Bu noktada Bauval ve Brophy odak noktasına belki de tüm medeniyetler kadar eski ve en az onlar kadar üretken olan antik Mısır medeniyetini alıyor ve bu medeniyetin diğer kültür daireleriyle nasıl bir etkileşim içerisinde olduğunu yakından takip ediyor.
Aslında Kara Köken’in en önemli noktalarından birisi, eseri hazırlayan iki yazarın da, Robert Bauval ve Thomas Brophy, antik Mısır ile çok uzun yıllardır ilgilenmesi ve deyim yerindeyse tüm hayatlarını bu ilginç medeniyeti aydınlatmaya, onun farklı dünyasını belge ve bilgiler eşliğinde ele almaya çalışmasıdır. Bu açıdan yazarların tavrının bir Doğu veya Mısır hayranlığından veya sözgelimi doğu medeniyetlerine sanki bir sırlar dünyasıymışçasına yaklaşmaktan farklı olduğu söylenebilir. Bu açıdan bu bilinçli tavır ortaya çok daha olgun, doğru ve elle tutulur bir kitap çıkmasını sağlıyor. Bu da özellikle bilgi kirliliğinin hat safhada olduğu bir konuda okurlar için oldukça büyük bir önem arz ediyor. Bu nedenle ilk olarak bahsedilmesi gereken şey, yazarların tutarlı, istekli, doğrucu, güvenilir kaynaklardan bizzat kendi deneyimleriyle yola çıkarak çalışmayı biçimlendirmeleridir.
Her medeniyet bilinçli veya istemsiz bir şekilde diğer medeniyetlerden etkilenir ve kendi içerisinde çeşitli düzenlemelere, değişikliklere, farklılıklara gider. Bu, doğrudan bir insanın, sözgelimi kral veya meclisin veya herhangi bir güç unsurunun verebileceği ve uygulayabileceği bir karardan çok daha fazlasıdır. Zira burada önemli olan toplumun büyük çoğunluğunun bu değişikliklere nasıl bir tepki vereceği ve bu tepkinin beraberinde neleri getireceğidir. Toplum bu değişikliklerden memnun olup zamanla onu kendisine uyarlayıp farklı bir biçim de verebilir, onu tamamen reddedip kendi öz bünyesindeki unsurları kullanma yolunu da seçebilir. Bu konuda ne kadar çok dayatma olursa olsun sonuç belirli oranda aynıdır. Bu da aslında Kara Köken’in de üzerinde durduğu meselelerden birini aydınlatır: Kültürlerin birbirleriyle olan ilişkisi kadar toplumların bu değişikliklere verdiği tepkiler.
Kara Köken’deki asıl çizgi ise yine benzer konulara eğilen şu sorular etrafında şekillenir: “Mısır’daki antik uygarlığın asıl bileşenleri nelerdir ve bu toplum, hangi gruplardan oluşur? Mısırlılar kimlerdir? Tüm bu unsurlar Mısır’a nereden ve nasıl geldi; ve o dönemki mevcut durumu nasıl şekillendirdi?” Yazarların kitap boyunca peşinden koştukları ve cevabını aradıkları bu sorular, aslında sadece antik Mısır için değil, yeryüzündeki tüm kadim halklar tarafından da izi sürülebilir unsurlardır. Bu nedenle onların çalışması, kendi içerisinde farklı odalara açılan farklı kapılardan meydana gelmekte, okura çok daha geniş bir perspektif sunarak onun meseleyi farklı biçimlerde ele alıp değerlendirebilmesini sağlamaktadır.
İnsanlığın köken olarak nereden geldiği hâlâ büyük bir belirsizlik olarak medeniyetin orta yerinde durmaktadır. Öte taraftan bu konuda eldeki mevcut verilerden yola çıkılarak da birçok teori geliştirilmiştir. Son dönemde ise özellikle BBC’nin başını çektiği bir grup, bu konuda farklı fikirler geliştirmekte veya mevcut fikirleri farklı biçimlerde zenginleştirmektedir. Bu açıdan ön plana çıkan temel düşünce insanlığın Afrika’dan dünyanın geri kalanına yayıldığı ve gelişimini sürdürdüğüdür. Bauval ve Brophy ve bu teoriyi farklı biçimlerde ele alırken BBC’nin çalışmalarını da değerlendiriyor. Öte taraftan tüm bu insanlar için ortak ve zengin bir buluşma noktası olan Mısır da, kendilerinin de belirttiği gibi “kara köken”in en önemli parçası hâline geliyor. Böylelikle bu iki konu ortak bir paydada kesişirken ortaya çok daha ilgi çekici bir yapı çıkarıyor.
Bugünkü Batı medeniyetinin kökenini çoğunlukla antik Yunan’dan aldığı söylenir. Bu görüş o kadar benimsenmiştir ki, kimsenin aklına bu bilginin doğruluğunu veya potansiyel risklerini düşünmek, diğer medeniyetlerde neler olup bittiğini araştırmak gelmemiştir. Bir noktada bu bilgi bir kutsal yerine tutmuş ve yüzyıllardır da öyle süregelmiştir. Ancak bu noktada Bauval ve Brophy okurun dikkatini farklı bir noktaya çeker: antik Mısır’a. O gizemli, büyüleyici, haşmetli ve altın renginde Nil vadisinin parladığı Mısır’a. Zira Mısır, belki de insanlığın başlangıcından beri hep gözde bir coğrafya olmuş, kendi kültürüyle bilinen dünyayı birçok açıdan domine etmiştir. Öyle ki yazarlar da bu konuya dikkat çekerken antik Mısır ile antik Yunan arasındaki kültürel alışverişten bahseder, bu alışverişin kendi içerisinde ne kadar zengin ve sonsuz olduğuna dikkat çekerler. Bu konunun izleri kültürlerin yeme içme alışkanlıklarından, giyim kuşam anlayışına, tapınak ve hipodromların anlamlarından hatta tanrılara kadar birçok alanda sürülebilir. Okur veya araştırmacı bu ilişki ağının peşine düştükçe ortaya çok daha zengin ve işin içerisinden çıkılmaz bir tablo çıkar. İşte Bauval ve Brophy’nin asıl başarısı da burada çıkar. Zira kendi kişisel araştırmaları ve deneyimlerinden hareket eden yazarlar, “Tuhaf Taşlar”dan “İncil, Hamiler ve Siyahi İnsanlar”a, “Sığırlar ve Yıldız Tanrıçalar”dan “Sirius”a kadar bu ilişkiyi farklı biçimlerde farklı zeminlerin üzerine oturturlar. Bu ilişkiler ağı güçlendikçe antik dünyanın ortak bilgi dağarcığı, inanç anlayışı, eğitim sistemi, yargılama biçimi gibi birçok farklı konu da sağlam birer zemin üzerine oturtulur. Bu da bir kaynak olarak bu iki medeniyeti olduğu kadar tüm diğer coğrafi unsurları da derinden sarsar, etkiler ve kendi sisteminin bir parçası hâline getirir.
Yolculuk, sanırım tüm dünyanın, kültürlerin ve coğrafyaların ortak tutkusudur. Zira hangi medeniyete göz atacak olsak, orada insanoğlunun üzerine kendi dünyasını inşa ettiği zemin bir yolculuktur. Hayat bir yolculuk olarak tanımlanmış, öyle hareket edilmesi gerektiği söylenmiş ve elden geldiğince bu algı üzerinden düşünülmeye devam edilmiştir. Sözgelimi Yunan mitolojisinde de Mısır mitolojisinde de, Babil ve Asur mitolojisinde de yolculuklar çok önemli ve kutsal bir değer taşır. Benzer şekilde Türk mitolojisi için de yolculukların değeri çok fazla, Tanrı Ülgen ve onun eşsiz kartalları için içerdiği anlam çok daha derindir. Dolayısıyla aslında bakıldığında çok basit gibi görünen bir mesele bile izi dünyanın bambaşka coğrafyalarında yaşamış toplumlar üzerinden sürülebilir. Aslında tüm bu unsurlar, bize medeniyet dediğimiz olgunun ne denli geniş sınırlara yayılabileceğini de açıkça gösterir. Bauval ve Brophy’nin de üzerinde durduğu bu konu, antik Mısır için de oldukça önemli bir yerde durur. Zira mısır medeniyetinde tüm bu yolculuklar birer kendini kanıtlama, başkalarına kabul ettirme ve makam/mevkiyi hak etme anlamına gelir. Bu yüzden tüm tanrılar da tanrı gibi olanlar da tanrı gibi olmaya çalışanlar da kendisine bir yolculuk icat etme, bu yolculuğu tamamlama zorundadır. Zira medeniyetin tam orta yerinde duran bu düşünce eğer başarıya ulaşırsa kişi kendisi olmaya hak kazanır ve toplumun saygısını da elde eder.
Geçtiğimiz günlerde Omega Yayınları’ndan çıkan Robert Bauval ile Thomas Brophy’nin Kara Köken’i, insanoğlunun kökenine dair araştırmaları, içerdiği referanslar ve metinlerle dikkat çeken değerli bir çalışma olarak ön plana çıkıyor.
Ali Gence – edebiyathaber.net (5 Ekim 2020)