“Bütün bu sözcükleri havaya yazdım – sol elimin işaret parmağının ucuyla, ki zaten o da hava.”
Çok kitap okuyorum son zamanlarda. Hiç yazmıyorum. Haber takip etsem de köşe yazısı okumuyorum. Ama çok kitap okuyorum. Yutarcasına, kendimi uyuşturup uzaklaştırırcasına. Kendimi başka pencerelerin karanlığıyla oyalarcasına. Başka karanlıkların içinde gördüğüm sahte ışıklarla mutlu olurcasına – ki pek olmuyor ama yine de deneyin.
İllaki Vonnegut’la deneyin. Hayır, mutlu olmayı değil. Vonnegut’un hiç mi hiç vaat etmediği bir şey mutluluk. Öfkenizi ve çaresizliğinizi, korkunuzu ve bezginliğinizi alın yanınıza; benzer bakışlarla insanlığı seyreden ve sivri dilini bu seyir boyunca hiç esirgemeyen Vonnegut’ta bulacağınız farklı bir teselli var. Farklı bir ortaklık. Tanıdık bir kıyamet tasavvuru; benzer bir nefret. Tam şimdi, tam burada. Benzer bir umutsuzluk.
“Tanrım… Bizim gibi hayvanlar olmamalı dünyada. Bizim gibi canlılar olmamalı.”
Kör Nişancı (Kurt Vonnegut, çeviren Handan Balkara, Can Yayınları, Haziran 2016, İstanbul) gözetleme deliği 1932’de açılan Rudolph Waltz’ın, ailesinin ve yaşadığı kasabanın öyküsü. Bedenine yabancı, başka bedenlere yabancı bir adam; bir katil. İyi bir nişancı, iyi bir aşçı. Yok hükmünde bir yaşamın tutsağı (“Ben hayata yakalandım”). Kazayla da olsa (kaza mıydı?) can almış, yüzlerce canın bir anda alınmasına tanıklık etmiş biri.
“Şimdi şu soruyu sorma sorumluluğundan nasıl kaçabilirim bilmiyorum: Onca gözetleme deliğinin bu kadar ansızın kapanmış olmasının herhangi biri ya da bir şey açısından önemi var mı? Mala mülke hiç zarar gelmediğine göre, dünya sevdiği herhangi bir şeyi yitirmiş sayılır mı?”
Silahlanma karşıtı bir duruşla başlayan Kör Nişancı, metin ilerledikçe insanın aslında kendi başına bir silah olduğunu; sorunun yalnızca iki tüfek, üç beş ‘emanet’ olmadığını gözler önüne seriyor. İnsanın çirkinliği bir kez dökülünce ortaya, insan yaşamına biçilen anlamın da saçma, eğreti ve didaktik bir ezbere dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor.
“Her hayatın bir anlamı olduğunu, her ölümün bizi sarsıp kendimize getirerek önemli dersler vereceğini filan papazın kendisi bile düşünmüyordu. Ceset, bir müddet sonra iflas etmiş bir sıradanlık haliydi. Cenazede bulunanlar da bir müddet sonra iflas edecek sıradanlık halleriydi.”
Buna kötülüğün sıradanlığı da diyebiliriz; dilerseniz tam şimdi kötülüğün ne olup ne olmadığını da irdeleyebiliriz. Yahut sıradanlığına – ve kötücüllüğüne? – bakabiliriz her gün gördüğümüz insan manzaralarının.
“Bireyler olarak ciddiye alınmamız için ortada hiçbir sebep yoktu. Orada Drano ve amfetamin yüklü bir halde tabutunun içinde yatmakta olan Celia, Samanyolu büyüklüğünde bir pankreastan atılmış ölü bir hücre olabilirdi.
Benim de, tek bir hücreden başka bir şey olmadığım halde, hayatımı bu kadar ciddiye almam ne komikti!”
Vonnegut’un kaleminde buruk bir gülümsemeyle kendini açıyor yaşam. Oysa sokakları solumak, insanı solumak öyle değil. Biliyorum. Bundan kaçarak Vonnegut’a sığındığımı bildiğim gibi. Onu okurken dayanılmaz olan farklı bir pencereden görünüyor, kara mizaha dökülünce dayanılır hale geliyor. Mide bulandıran o sığlık, o yobazlık, o ahmaklık Vonnegut’ın sivri diliyle biçildikçe katlanılır oluyor. En azından okurken. En azından.
“Onu alaya almak gibi bir maksadım yok. O da tıpkı bizler gibi, farklılaşmamış sıradan bir hiçlik tutamıydı ilkin; sonra bütün ışıklar, bütün sesler içeri sökün etmişti.”
Şimdi, evet, tam şimdi okumalı Vonnegut’u. (“Bundan sonra kimse sorun çıkarmadı. Hepimiz davranışlarımıza çekidüzen verdik. Sıkıyönetim altındayken her şeye çabuk alışıyor insan.”) Her şey, her yer bir demokrasi şöleniyle süslenmişken; insanların sevincinin de öfkeleri kadar yıkıcı ve yoz olduğu görülmüşken; darbesi de demokrasisi de gericilikte birleşmişken…
“Size bir şey söyleyeyim mi? Şu an aslında hâlâ Karanlık Çağlardayız. Karanlık Çağlar… onlar henüz bitmedi.”
Bitmedi. Biter mi?
Zerre inancım yok. Zerre inancım yok insanlığın esenliğine dair. Umudum kıyamette. Yalnızca insanı yeryüzünden silecek bir kıyamette. Belki umudum, Vonnegut gibi, Galapagos’un ‘ilkel yüzgeçayaklılarında.’ Neden olmasın?
O halde Galapagos’tan (Kurt Vonnegut, çeviren Handan Balkara, Can Yayınları, Haziran 2016, İstanbul) bir alıntıyla başlayan bu yazı yine aynı metni selamlayarak kapansın.
“İnsanlar hakkında ne kadar çok şey öğrenirsen, onlardan bir o kadar daha tiksinirsin.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (11 Ağustos 2016)