Aslında başka bir kitabı yazmayı düşünüyordum ki Karışık Kaset karşıma çıktı. Bir anda eskilere savrulup gittim. Sonra da Naim’den High Fidelity’ye bir rüzgâr esti, eski şarkılar resmigeçit yaptı. Aldım çıktım kitapçıdan…
Uygar Şirin, daha önce de iki kitap yazmış (Anne Tut Elimi, Büyük Deniz Yükseliyor). Yıllardır tanıştığımız ve SİYAD üzerinden meslektaş olduğumuz halde, hiç haberim olmamış, ne ayıp. Ama şimdi, Karışık Kaset’in ardından bu ayıbı da telafi edeceğim. Hem de onun, ilk bölümde, İrem’le partide dans edememe rezaletini halletmeye çalışmasından çok daha süratli ve olumlu biçimde. Acemilikten ve beceriksizlikten yana çok vukuatımız olmuştur, ama gene de Ulaş’tan iyi durumda sayılırım.
Peki, kim bunlar? Bunlar, ey kari, 1990′da çocuk yaştayken tanışıp sonra da on yılda bir karşılaşan iki genç. Biz erkek tarafıyız, hikâyeyi Ulaş’ın gözünden izliyor, onun ağzından dinliyoruz. Kitaba adını veren karışık kasetlere gelince, onlar Ulaş’ın kendini ifade şekli, hatta asla bir kenara koyamadığı aşkıyla birlikte, neredeyse hayatının kendisi. Ama bence en dokunaklısı, Karışık Kaset 90’larda çocuk olmanın hikâyesi ki emin olun, hangi onyıl olursa olsun, çocukların durumu, alet edevat farklılığına rağmen pek de değişmez. Ben 1950’li yılların başındaki bir küçük kızı anlatan İlk Romanım’ın bugünün küçük kızlarına nasıl hitap ettiğini görünce bu gerçeği anlamıştım. Çocukluk, ayrı bir diyar ve çocuk çocuğun halinden anlıyor.
Ulaş da hep çocuk. Ne mutlu diyeceksiniz, eh, öyle biraz. Ama hayattaki dertlerinin ta dibinde de bu yatıyor zaten: Çocukluğu bir türlü ardında bırakamayışı.
Hikâyemiz nasıl başlıyor?
“Şimdi şöyle… İrem’le 1990’da tanıştık. Ben 13 yaşındaydım, o 12. Ben tabii küt diye âşık oldum, gittim bir karışık kaset hazırladım. Ama İrem’in derdi başkaymış. Sanırım. Tam da emin olamadım.
Sonra tuhaf bir şey oldu, 10 yılda bir karşılaşmaya başladık. Saat gibi, aksatmadan. Hayat ya bizle dalga geçiyordu ya da bize yeni bir şans veriyordu.
Sonuçta iş öyle bir yere geldi ki 20 yıldır birlikteydik ama daha ilişkimiz başlamamıştı.
Karışık mesele.”
Ulaş, çocukluğundan beri müzik tutkunu. Yıllar boyu ona buna, ama en çok kendine karışık kasetler yolladıktan sonra, üçüncü on yılda onu gazetede müzik yazarı, radyo programcısı ve DJ olmuş buluyoruz. Ancak 1990’da tanıştığı İrem’e gene âşık.
1990’la başlayan ilk bölümde ise Kadıköy’deler. Bu ilk on yılın kârı, güzel bir günün anısı, bir de şişe çevirmece öpücüğü. Ulaş’ı tanıyoruz, ne kadar romantik, heyecanlı, hata yapmaktan korkan bir masal çocuğu olduğunu anlıyoruz. Bir Mazhar Fuat Özkan konseri (Mazhar hayranı Ulaş, onlara MFÖ demeyi reddediyor), bir Datça seyahati ve bir de kaset: “Aşk Şarkıları”.
İkinci bölümde, aradan on yıl geçmiş, 2000’deyiz. İstanbul’da semt semt dolaşıyoruz, favori kaset Sezen Aksu’dan “Deliveren”. Ulaş, genelde başkalarının pek sevmediği kasetleri daha çok seven bir çocuk. Bölümü ikinci karışık kasetle noktalıyoruz: “Yatak Şarkıları”. Konusu ve adı itibariyle umut verici tabii. Ancak 2010’da geçen üçüncü bölümde Ulaş bir başka mutluluk yaşıyor. İlk kitabı matbaadan gelecek. O akşam DJ’lik yapacak. Elbette gene İrem çıkıyor karşısına. Kasetimiz ise “Yenilik Şarkıları”.
Ulaş insana, Stephen Frears-Nick Hornby ortaklığının başarılı ürünlerinden/örneklerinden High Fidelity’yi, filmin (ve kitabın) kahramanı Rob Gordon’u hatırlatıyor. Ne de olsa, o da cinsilatiften anlamaz pek. Ne var ki dünyaları farklı, çünkü üçüncü bölüme kadar Ulaş dışarıya Rob kadar bile açılamıyor, hem yapıları da farklı çocuklar. Benzerliklerine gelince, kim bilir dünyada bütün umutlarını, hayallerini müziğe bağlamış ya da umutları tükenince müziğe sığınmış kaç milyon çocuk vardır? Ulaş’ın hayatında, İrem’in aşkı dışında, en çok yeri olan kişiler, bitmeyen bir kitap yazmaya çalışan hayalperest ve kendi kurallarına sahip babası ile Ulaş’a hiç benzemeyen, çok daha dünyevi olaylarla ilgili ama sadakati sarsılmayan arkadaşı Yusuf.
Karışık Kaset, sadece Ulaş’ın sevdiği müziği sevenleri ilgilendirmekle kalmaz diye düşünüyorum. Öte yandan, karışık kasetleriyle, hayran olduğu müzisyenleri, sevdiği şarkılarla, Şarkı Defteri’yle otuz yılın pop müzik tarihini özetlediği de bir gerçek. Farklı türlerde müzik seviyorsanız da onun tutkusuna yabancı kalmazsınız. Ama en önemlisi, bir büyüme hikâyesi olması ki bu işi becermiş de olsak, yüzümüze gözümüze bulaştırmış da, büyüme hikâyeleri ortak hikâyelerdir. Ulaş’ın aşkının, müziğinin, hayatının hikâyesini bu sayede de benimsiyoruz. Uygar Şirin’in sade bir anlatımı, akıcı bir konuşma dilini tercih etmiş olması, kitabının, kahramanının da hakkını veriyor, onlara uyuyor bence. Yıldırım hızıyla yapılan listelere, kasetlere ise ancak şapka çıkartabiliyorum.
Sevin Okyay – edebiyathaber.net (4 Mart 2013)