Eğer Enrique Vila-Matas’ın “Bartleby ve Şürekası”nı okuduysanız, orada anlatılan, söz edilen “kayıp yazar”(lar) imgesi size şaşırtıcı gelmiştir. Hatta bu izlekteki başka “kayıp”ları da düşünerek Herman Melville’ın “Katip Bartleby” uzun öyküsüne de uzanmış olabilirsiniz.
Bu da, en azından, yazarımızın hangi konuda neler yazdığına dair bir ipucu vermektedir.
Bu arada “Dublinesk” romanını da okuduysanız, eminim ki şu ân elinize alabileceğiniz “Montano Hastalığı” size daha da eğlendirici gelecektir.
“Montano Hastalığı” eninde sonunda bir roman. Ama öyle bildik romanlardan değil. Daha okurken. Bazılarınıza “post-modern roman” gibi gelebilir. Hatta kiminiz de bunu “deneysel roman” diye de tanımlayabilir.
Romanın anlatıcı-yazarı Rosario’ya bakarsak, onun dile getirdiklerinden, alıntı ve düşüncelerinin izinden gidersek karşımıza “karnaval anlatı”nın çıktığını görürüz.
Anlatı düzlemi tek çizgide gitse de sapmaları çok, çeşitliliği fazla bir romanla karşı karşıyayızdır.
Bir yazarın, yazmak için başka yazarlara neden/nasıl/niçin gittiğinin öyküsünü okuruz aslında. Ama bu düzlemde ilkin karşımıza çıkan EDEBİYAT HASTALIĞI’dır.
Bu düşkünlük yer yer “edebiyat illeti”, “edebiyat saplantısı”, “edebiyattan muzdarip olma”, “edebi insana dönüşmek”, “edebiyata bulaşmak”, “edebi kuraklık”, “edebiyatın ölümü”, “edebi rahatsızlık” gibi durumların yansıları olarak karşımıza çıksa da; Vila-Matas, “Montano hastalığı” adını verdiği gerçekliğin neden/nasıl olabildiğini eğlenceli biçimde anlatır.
Metni kuranla anlatanın, asıl yazılmak istenenle yazılamayanın aynasını hem okuruna hem de anlatıcısına tutar Vila-Matas.
Anlatıcı edebiyat eleştirmeni Rosario ile oğlu romancı Montano’nun yüzleşmesi/çatışması da romanın odağında yer alır.
Yazamama çizgisine gelen Montano’nun, yazmaktan kurtulmak isteyen Rosario’nun sanrısı; YAZAR ve BELLEĞİ, YAZAR-YAZMAK eylemi konularında da okuru/nu düşündürür.
Yazar, yazarken başka yazarların belleğine ihtiyaç duyar. Dahası onların kendisi için hazırlayıcı/kurucu/yönlendirici kaynak olduğunu bilir.
Vila-Matas romanında sık sık bunu gösterir, hatırlatır. Onun alıntıları da bu yöndedir.
Şunu demeye de getirir; ya bu illete tutulup, oturup kendi anlatınızı yazacaksınız ya da vazgeçip kayıplara karışacaksınız.
Üstelik, başkalarının yazdıkları sizi bir yere kadar ilgilendirir. İşte bu yerin ne olduğunu da gösterir bize Vila-Matas.
Kuşkusuz bir edebiyat tarihi yazmıyordur. Ama böylesi bir edebi belleği olmayanın yazamayacağını da hatırlatır. Çünkü bilir ki; yazmak başkalaşmaktır. Dönüp başka yazarların yazma yolculuklarına bakması onların öykülerini merakla irdelemesi de bundandır.
Yazamama hastalığı
Evet, yazan insan her şeye edebi açıdan bakar. Yani onu bir olayın/durumun/insan öyküsünün anlatılabilirliği ilgilendirir.
Böylesi bir düşünce/bakıştan geçmeyenin yazamama hastalığını da çağrıştırır yer yer.
Roman, bütün bu derleyici/parçalarla oluşturucu yanıyla karnaval anlatıdır. Buna deneysel diyebileceğimiz kadar, türsel çeşitlilik getirmesiyle de “melez anlatı” olarak da bakabiliriz.
Günlük biçiminde yazılması, ama giderek romana dönüşmesi; sonra deneme havasına bürünmesi… Özyaşam ve yaşamöyküsü alıntılarına yaslanması, vb. Ve giderek de bir yazarın kendine edindiği belleğin yolunun başka yazarlardan geçtiğini de bize anlatması kayda değerdir.
Edebiyatın hayatı kuşatabileceği gerçeği ise; onun bir hastalık olarak varlığıyla karşımıza çıkar.
Evet, düşünsenize; edebiyat hastalığı/illeti yaygınlaşıyor; insanlar “Montano Hastalığı”nı okuyarak dertlerine şifa arıyorlar!
Hastalık bizdedir madem, şifasını başka yerde aramak boşuna.
O zaman size yeni bir çağrım var burada; birlikte Gustavo Sánchez Sánchez’in öyküsüne tanık olmak için “Dişlerimin Hikâyesi”ni (Valeria Luiselli) birlikte okumaya başlayabiliriz.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (24 Ekim 2017)