Günün birinde, ormanların içinde boş boş yürümekten sıkılıp ortak yaşamı icat ettik. Toprağı ekip, hayvanları evcilleştirdik. Bereket tanrıçaları icat ettik. Açlıktan kurtulmak için depolamayı öğrendik. Senin benim sözcüklerini keşfedip; toprağın, kadının, çocuğun sahibi olduk. Savaşçı erkek tanrılar yarattık kendimize. Sonra… Yarattığımız tüm bu uygarlığın sonuçları karşısında şaşkına döndük. Güneşin gözlerimizi kamaştırması gibi kör etti bizi bu durum. Geçmişi ayaklarımızın altında ezip, gökyüzüne kör gözlerle bakarken el yordamıyla yolunu arayan dünyanın ilkelleriydik oysa. Herkesin kendi bacağından asıldığı yalanıyla kurduğumuz günümüz medeniyetinde ise… İrademizi yitirdik. Kulaklarımızı gerçeklere tıkayıp yalnızca gürültüyü dinliyoruz artık. Hala kişisel özgürlük değil; ulusal özgürlük vaat edenlerin arkasından ‘yaşasın’ diye bağırıyoruz. Yüzyıllar boyunca yaptığımız gibi… Ulusların kimliklerini teyit eden ve savaşın yüceltildiği o marşları söylüyoruz. Gökkuşağının tüm renklerini keşfeden, dünyanın seslerine yeni sesler katan bizler; unutkanlık hastalığına yakalandığımızdan bu yana unuttuk barışın tüm şarkılarını…
‘Aslına dön, içinden gelen sesi dinle, sevgiyi yeşert, sev.’ Bize bunları söyleyenler… Onları zaten hiç dinlemedik. Saraylardan, malikânelerden değil, halkın içinden çıkan o bilge insanları… Onları cezalandırdık ya da öldürdük. Önümüze boca ettikleri tüm çözüm önerilerini, özgürlüğü, ekonomik köleliğin çözümünü güverteden aşağı attık. Geleceği vaat edip duranların arkasından sürüler halinde dolaşmaya devam ettik. Aynı hataların etrafında dönüp dururken çok para kazanmanın mutluluk olduğuna inandırdık kendimizi. Ama o zenginliğin sofrasında hiç yemek yiyemedik. Yalanlardan, suçlamalardan, işkencelerden, cellatlardan, gizli polislerden, üniformalardan ve madalyalardan oluşan bir yalanlar düzeni kurduk kendimize. Yarattığımız bu dünyanın içinde kendimizi efendi gören tutsaklar olduğumuzun bile farkında olamadık. Halktık biz. Toplumun vicdanıydık oysa… Ama hiç düşünmedik bu kelimelerdeki büyük sorumluluğu…
“Sen korkunç bir geçmişin varisisin” diyor Psikiyatrist Wilhelm Reich Dinle Küçük Adam adlı eserinde. Yüzyıllardır yaptığımız savaşlara, yarattığımız egemenlerle kurduğumuz ilişkimize, hala devam eden hatalarımıza sesleniş bu kitap. “Düşüncelerinin yanlış olup olmadığını sormadın kendine hiç. Bunu yapmak yerine, komşunun düşüncelerin üzerine ne söyleyeceğini ya da dürüstlüğün sana çok paraya patlayıp patlamayacağını sordun. İşte Küçük Adam, sen kendine yalnızca bunu sordun, başka hiçbir şeyi değil, yalnızca bunu.”
Bir kartal, tavuk yumurtaları üzerine kuluçkaya yatsa; başlangıçta yumurtalardan kartal yavruları çıkacağını sanır. Ama yumurtalardan civciv çıkar. Çaresizlik içinde civcivlerin büyüyüp kartal olacağını umar gene de. Bir kez daha kuluçkaya yatar, sonuç aynı. Onu gıdaklayan bu tavuklarla civcivleri yemekten alıkoyan tek şey küçük bir umuttur. Bu civcivlerden birinin, bir gün küçük bir kartal olabileceği, büyüyüp kendisi gibi yetenekli, kendisi gibi çok yükseklerdeki yuvasından bakıp uzakları görebilecek; böylece yenidünyalar, yeni düşünceler ve yeni yaşama biçimleri bulunduğunu anlayıp bunları arayabilecek büyük bir kartal olabileceği umudu.
Tavuklara ve yavrulara gelince, onlar bir kartalın kuluçkaya yatması sonucu dünyaya geldiklerinden habersizdirler. Nemli, karanlık vadilerde çok yükseklerde sarp kayaların üzerinde yaşadıklarından habersiz… Tek başına kalmış kartal gibi uzaklara bakmazlar. Kartalın kendilerine getirdiği yiyecekleri tıkınıp dururlar. Yağmur yağdığında ya da fırtına koptuğunda, onun güçlü kanatları altında ısınırlar. Daha da kötüsü, bu tavuklar ona tuzaklar kurup, siperler ardına gizlenerek ona ucu sivri kaya parçaları, taşlar atarlar. Onların kendisine kötülük yaptığını anlayan kartal, ilkin bu tavukları parçalama isteği duyar. Ama düşünür; onlara acımaya başlar. Belki, diye umar, gün gelir, bu yalnız önünü gören ve gıdaklamaktan, yalayıp yutmaktan başka bir şey bilmeyen civcivler arasında kendisi gibi olma yetisine sahip bir kartal çıkar.
“Yaşamdan zevk almak için iktisadî koşulları iyileştirmen gerektiğini sana anlatabilmek için büyük, bilge bir insan canla başla çalıştı, bu yolda canını verdi. Karnı aç bireylerin kültürü geliştiremeyeceğini anlatmaya çabaladı o; ayrıksız bütün yaşam koşullarının iktisadî duruma bağlı olduğunu, kendini ve toplumunu her türlü baskı yönetimlerinden bağımsız kılman, kurtarman gerektiğini anlattı sana. Evet, bu büyük adam, seni aydınlatmaya çabalarken yalnızca bir tek yanlış yaptı: senin, kendini kurtarma yeteneğine sahip olduğuna inandı. Özgürlüğünü, bir kez ele geçirdikten sonra bırakmayacağına, onu koruyabileceğine inandı.”
Biz kartal olmak istemedik. İşte bu yüzden de akbabalara yem olduk. Kartallardan korktuk, bu yüzden sürüler halinde yaşıyor, kalabalık olan sürüler tarafından da yutuluyoruz. Bizim tavuklardan bazıları da akbaba yumurtaları üzerine kuluçkaya yattı. Ve akbabalar, kartallara, bizi daha iyi geleceklere götürmek isteyen kartallara karşı olan diktatörler haline geldi. Akbabalar leş yemeyi ve birkaç buğday tanesiyle yetinmeyi öğretti bize. Şimdi ise büyük kitleler halinde açlıktan kıvranıyor ve ölüyoruz.
Her şeye rağmen umudunu yitirmez Reich. Tıpkı umudunu yitirmeyen kartallar gibi… “…Yaşamın için kitaplığın boks maçından daha önemli olduğunu anlamaya başlayacaksın. Ormanda düşüne düşüne yürümenin, sokaklarda tören yürüyüşü yapmaktan daha önemli olduğunu, iyileştirmenin öldürmeden, sağlıklı bir özgüvenin, ulusal bilinçlilikten daha önemli olduğunu ve alçakgönüllülüğün, yurtsever ya da daha başka naralardan daha iyi olduğunu anlamaya başlayacaksın.” İşte tüm bunları bir anlayabilsek… Kulaklarımızı tıkadığımız tüm gerçekleri duyabilsek… Gökkuşağının tüm renkleriyle dünyayı yeniden boyayıp hep birlikte şarkılar söyleyebileceğiz. Tüm nefesimizle gökyüzüne bakıp… Sevginin, barışın, özgürlüğün şarkılarını…
Dışarıda, ayaz, göz açtırmayan tipi,
Esip gürleyen huysuz bir fırtına, sanki deli…
İçeride şömine ateşinin kor alevi,
Ve çocukluğun mutlu yuvası…
Sihirli sözler sayesinde sağlam kalacaksın:
Çılgın savrulmalara aldırmayacaksın.
Lewis Carroll, Aynanın İçinden
Kaynaklar:
Eduardo Galeano, Aynalar, Sel Yayınları
Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam, Cem Yayınevi
https://thecharnelhouse.org/2016/06/10/the-marxism-of-wilhelm-reich/
edebiyathaber.net (29 Mart 2022)