Karl Ove Knausgaard’ın altı ciltlik otobiyografi serisi Kavgam’ın ilk cildi Türkçeye çevrildi. Yalnızca kendi ülkesi Norveç’te değil, İngilizce çevirisinin ardından tüm dünyada gördüğü ilgi sonucu Kavgam, otobiyografinin, -özellikle de roman, öykü ve şiirle kıyaslandığında- belirli ve sınırlı sayıda okura ulaştığı ezberini bozan bir kitap oldu. Peki temeli, bir adamın hayatını olduğu gibi anlatması fikrine dayanan Kavgam’da otobiyografinin makus talihini güldüren ne oldu?
Bu noktada ilk olarak değinilmesi gereken, hâlihazırda sorunun içinde geçen “olduğu gibi” anlatma özelliğidir. Kavgam’da, Knausgaard’ın -ne kadarının kurgu olduğunu okurun hiçbir zaman bilemeyeceği- hayatı, Knausgaard’ın doğal anlatımıyla şekilleniyor. Anlatımdaki doğallık, otobiyografi okuruna “başkasının hayatını gözetliyorum” mesafeli duruşu yerine “başkasının hikâyesini dinliyorum” yakınlığını sunuyor. Çocuk Karl Ove, torun Karl Ove, eş, kardeş, oğul Karl Ove zaman geçişleriyle, hayatın akışkanlığı içerisinde anlatılırken otobiyografik anlatımın başat bir ikilemi daha geliyor akla: Anlatıcı kişi ile yazar kişisi arasındaki spiral ilişki. Karl Ove Knausgaard’ın hayatını anlatan Karl Ove Knausgaard. Kitabın otobiyografik bir roman olup olmadığı tartışmaları da işte bu noktada beliriyor. Yazar, hayatının ne kadarını kurgulamıştır? Bir hayat hikâyesini kitaplaştırırken kurgunun ne kadar dışında kalınabilir? Anlattığı kendi hayatı iken kitabın yazarı ile anlatıcı kişi arasında nasıl bir sınır çizilebilir? Knausgaard’ın kendi hayatını anlatma gerekçesi, bu sorulara verilecek yanıtlar için kılavuzluk edecek niteliktedir:
“Kavgam’a başladığımda, hayatımdan ve yazdıklarımdan bıkmıştım. Harika ve büyük bir şey yazmak istedim, Hamlet ya da Moby Dick gibi bir şey ama kendimi çocuklara baktığım, bezlerini değiştirdiğim, karımla kavga ettiğim ve hiçbir şey yazamadığım küçük bir hayatın içinde buldum. Elimdekinin bu olduğunu fark ettim. Hölderlin ya da Celan okuduysanız bilirsiniz, onların yazılarına hayran kalırsınız ve bebek bezleri hakkında yazmak utanç vericidir, saygınlıktan uzaktır. Ama elimdeki buydu işte.”
Yukarıda bahsi geçen doğal anlatım ve okurda uyanan uzun bir hikâye dinliyorum izlenimi, en başta yazarın, kendi hayatını sıradanlaştırmasından doğuyor. Knausgaard, çocukken babasından nasıl korktuğunu anlattığında esasında dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir çocuğun babasıyla arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Ve belki de bu yüzden, Kavgam’ın hikâyesi dil, din, kültür, coğrafya ayrımı tanımayacak kadar tanıdık olduğu için tüm dünyada geniş bir okur kitlesi buluyor kendisine. 21. yüzyıl insanının, özellikle önceki iki yüzyıldaki büyük insan anlatısına kıyasla giderek daha sıradan, daha basit, daha küçük bir varlığa dönüşmesi fikri Kavgam’da çocukluktan orta yaşa kadar pek çok ayrıntısıyla anlatılan hayatın orta yerinde duruyor. Çünkü Knausgaard’ın, altın harflerle başının üzerinde taşıdığı başarıları yerine tüm açıklığıyla ortaya döktüğü başarısızlıkları, yaşamda karşılaştığı her türlü zorlukla adeta bir süper kahraman ustalığıyla baş etme maceraları yerine altından kalkamadığı, bir türlü üstesinden gelemediği irili ufaklı sorunları, şahit olanların aklını çelecek şatafatlı ikili ilişkiler yerine her biri kendi içinde düğümlenmiş sorunlu ilişkileri var. Büyük insan ve onun büyük yaşamı değil, Kavgam’da anlatılan öylesine bir insanın hayli sıradan hayatı. Anlatımın doğallığı, yaşamın hâlihazırdaki doğallığından kaynaklanıyor aslında.
Kavgam’ın bir diğer karakteristik özelliği de Knausgaard’ın yaşam anlatısının, deneme denilebilecek kadar güçlü birtakım düşünce bölümleri ile bir anda bölünmesidir. Sanat, edebiyat, resim ve felsefe üzerine yazılan bu yazılarda Knausgaard, öylesine bir adam olmaktan çıkıp bir eleştirmen, bir düşünür kimliğine bürünüyor. Sıradan bir yaşam öyküsünden daha fazlasıyla karşı karşıya olduğunu fark eden okurda ise, yaşamla başa çıkamayan zavallı Knausgaard’a karşı duyduğu merhamet duygusuyla birlikte, sanatla uğraşan Knausgaard’a karşı duyduğu saygınlık duygusu uyanıyor.
“Bu tablo ile Rembrandt’ın son döneminde yaptığı öteki tablolar arasındaki fark, görmek ile görülmek arasındaki farktır. Başka bir deyişle, bu resimde o bir yandan görülürken, bir yandan da kendini görürken görür, böyle bir tablo hiç şüphesiz, ayna içinde aynaya, oyun içinde oyuna, sahnelenen dekorlara, her şeyin birbirine bağlı olmasına düşkün, zanaatkârlığın tarihin ne öncesinde ne de sonrasında şahit olduğu boyutlara ulaştığı Barok Dönemi’nde mümkün olabilirdi. Ama bizim çağımızda da varlığını sürdürüyor, bizim için görüyor.”
Kavgam’da, bu ve benzeri düşünce yazıları, yaşam anlatısının herhangi bir yerinde çıkabiliyor okur karşısına. Ve yazar, tıpkı bu pasajın ardından, doğduğu gece kızının nasıl baktığını anlatışı gibi, kendi yaşamına doğrudan geçiş yapıyor. Düşünür Knausgaard, yeniden sıradan yaşamının sıradan anlatıcısı oluyor. Sanat vardır. Edebiyat vardır. Yazı ve resim ve müzik vardır. Knausgaard’ın zihninde hepsi için ayrı bir odacık açılıyor, yaşamının bir yerinde hepsine ayrı ayrı yer veriliyor. Ama Kavgam’da esas anlatı yaşamak uğraşı etrafında şekilleniyor. Ara sıra açılan kapılardan Knausgaard’ın zihnindeki sanat odacıklarına giren okur, derinleşen bir düşünce oturumunun ardından kendini yine geniş salonda, gündelik yaşamın ayrıntılarını seyrederken buluyor. Bu geçişlerin olağanlığı, Kavgam’ın sıradanlığını derinleştiren ve aynı zamanda derinliğini sıradanlaştıran karşılıklı bir etki sağlıyor anlatımda. Söz gelimi babasının ölümüyle baş etmeye çalışan Karl Ove, aynı zamanda yaşam ve ölüm fikirlerinin felsefi anlamlarını arayan Karl Ove olarak yer alıyor kitapta.
“Yani bir zamanlar babam olan kişinin üstünde yattığı sedyeyle, ya da sedyenin durduğu yer ile, ya da pencerenin altındaki prizle, ya da hemen yanı başındaki lambaya uzanan kabloyla arasında bir fark yoktu. Zira insan dediğin dünyanın yalnızca canlılarda değil cansız nesnelerde de tekrar tekrar ürettiği birçok formdan biridir; kuma, taşa ve suya çizilidir. Ve hayatın her zaman en önemli boyutu olarak algıladığım kasvetli, boğucu ölüm, su sızdıran bir borudan, rüzgârda çıtırdayan bir daldan, askıdan kayıp yere düşen bir ceketten öte bir şey değildir.”
Kavgam’da anlatılan çocukluk, aile, arkadaşlık, aşk, cinsellik, hastalık, yaşlılık, ölüm gibi, hiç kimsenin yaşamının dışında kalamayacak konulardır. Kavgam, konusu yaşam olan bir kitaptır. Karl Ove Knausgaard’ın binlerce sayfalık yaşam anlatısı, bu sayede otobiyografinin belirlenmiş sınırlarından çıkıp herkesin hayatına değebilecek bir yol bulur kendisine. Çünkü Kavgam, yazarının yaşam uğraşının hikâyesidir.
Ayşegül Ergül – edebiyathaber.net (9 Haziran 2015)