Faruk Duman Pîrî adlı romanında sözcüklerin berrak denizinde yüzdürüyor okuru | Meliha Yıldırım

Kasım 13, 2024

Faruk Duman Pîrî adlı romanında sözcüklerin berrak denizinde yüzdürüyor okuru | Meliha Yıldırım

Sartre, “Edebiyat Nedir?” başlıklı yazısında sözcüklerin öneminden bahsederken şöyle diyor: “Sesler ve renkler üstünde çalışmak başka, (müzik ve resim) kelimeleri kullanarak bir şey açıklamak çok başkadır.” -Türk Dili, Sayı 118, Temmuz 1961- Kelimeleri yerli yerinde kullanan bir yazar için dil, dünyanın aynasıdır. En güzel ifade aracıdır.

Faruk Duman, Pîrî adlı romanında mavi sulardan ilerilere karanlık denizlere dümeni kırıyor. Deniz aynı görünse de hem tuzlu bir suya hem de canavara dönüşüyor onun kaleminde. Hem macera hem yalnızlık hem de çarpışmak oluyor.

Yusuf, çok eskiden -çocukluğunun puslu zamanlarında- hayrandır denize. Önünde durup saatlerce bakmaya doyamadığı geniş mavi düzlükte sararmış ekinler görür. Rüzgârın etkisiyle birbiri üstüne boynunu büken. Ve sonra onun esip geldiği yerleri düşler. Oradaki adaları, üstünde yaşayan kara derili insanları. Ona göre suyun her şeyi yumuşatan bir bilgeliği vardır.

Sakalını deniz tuzuyla ağartmış bir denizcinin seslenişiyle başlıyor roman. Osmanlı donanmasında görevli Yusuf Paşa, kendi çizdiği haritalarla bulur yönünü denizlerde.

Sonra önlerine yayarlar haritayı. Homeros’un Odysseus destanı, yolculuklarına andaç olur. Tıpkı onlar gibi tuhaf tuhaf adalara rastlarlar. Üzerinde çok farklı ağaçların olduğu. Truva savaşındaki yenilgiden sonra zor geçen bir yolculukla İthaka’ya evlerine dönene kadar başlarından geçen maceralar anlatılır Odysseus’ta da. İnsana özgü zayıf yönler çerçevesinde gelişir bütün olaylar.   

Yusuf, Osmanlı donanmasına katılmadan önce vaktiyle ustası Hayrettin’in yanında korsanlıkla meşguldür. Ayrıca Miguel adında bir İspanyol tanıdığı vardır. Romanda Barbaros Hayrettin Paşa, Miguel de Cervantes, Kubat Paşa gibi tarihte yaşamış, kendi adlarıyla geçen karakterler de vardır. Yazar, o dönemde yaşamış tanıdık isimlerin arasına götürüyor adeta okuru. 

Yusuf, “hançersiz hain,” dediği zamanın içinde karanlık denizlerde iz sürer. Koca ömrün nasıl tükendiğini anlamaz, diğer denizciler gibi. Önce ağarmış saçlarını fark eder sakalını eğirirken.

Kıvrım kıvrım dolaşırlar Akdeniz kıyılarından Ceneviz açıklarına kadar. Öyle çarpışmalar yaşarlar ki, avuçlarından taşan kan ile geminin güvertesi kararır adeta. Kanları mürekkebe, avuçları hokkaya dönüşür leventlerin. Bir gözü kör, ehil korsanlardan temizlerler karanlık denizleri.

Kesip dururlardı birbirlerini. Böylece güverte bunların kanıyla önce kızarır, sonra karaya keserdi de bu gemiler zaten boyanmazdı tersanede. Saklanırdı denize. s.25

Eski günlerin övüncüyle anlatır zaferlerini Yusuf. Aylar süren yolcuklarda denizde insanın kendini bir hiçteymiş gibi hissetmesi ardından karaya ayak basış ve toprağın kokusunu içine çekiş. Yusuf’un insana karışma arzusunu, denizcilerin uzak seferlerdeki yalnızlıklarını çok güzel anlatıyor yazar.

Bir de karada bekleyenleri vardır bu gemilerin. Köle, ganimet alıcılarının yanında sefere gidenlerin bekleyenleri. Onların saçlarını da hasret ağartır. Tıpkı dönenler gibi.

Faruk Duman’ın 2003 yılında Can Yayınlarından çıkan romanı Pîrî, 2020 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Kavis, Oğlak, Kova ve Balık olmak üzere roman dört bölümden oluşuyor. Osmanlı donanmasında görevli Yusuf Paşa, kendi komutasındaki bir gemiyle kuşatmaya gitmektedir. Bir çatışma ile karşılaşırlar denizde.

Yusuf’un dışında leventleri Seyyid, Zülâl ve kılıçtan geçirilen kafirun diye bahsedilen düşman askerlerinden sağ kalan esir Seferis’in etrafında gelişir olaylar.

Çatışmada görünmeyen bir hançerle yaralanır Yusuf. Donanmaya esir düşen Seferis, yarasını iyi edeceğini söyler Paşa’ya. İlk başta onun bir madrabaz olduğunu düşünür Yusuf.  O, karanlık denizlerde öğrenmiştir her insanoğluna güvenilmeyeceğini. Zülâl’e emir verir hemen, Seferis’i zindana atması için. Bir de Zeyra peyda olmuştur tepelerinde. Bu kuş denizlere açılmayan bir kuştur ancak onların gemilerini takip eder. Rüyasında Zeyra bir ulaktır ve ona yarasının iyileşeceğinin haberini getirmiştir. Azrail de o kuşun yoldaşı olacağını söyler Yusuf’a. Uyanınca Seferis’e bu rüyayı sorar. Seferis de büyü ile deyince şaşırır Yusuf. Nereden öğrendiğini merak edince. Çin Denizi’nin açıklarında bir çizgi olduğunu ve onun arkasının karanlıklar denizi olduğunu söyler Seferis.

Yerine getirmesi gereken emirler vardır Yusuf’un. Ferman buyurulmuştur. Ancak hiçbiri karanlıklar denizine gitmekten daha önemli değildir o anda. Bir kuşun gagasının ucunda taşıdığı yüzlerce harfin ayaklarının yerden kesilmesi gibi hayali vardır. İçinde yer etmiş hevesi gerçek olmalıdır Yusuf’un da.

Yarasını iyileştirdiğine inandığı Seferis, artık esiri değil, Seyyid ve Zülâl gibi yoldaşı olmuştur. Böylece Seferis, bir deniz mahlûku olduğuna Yusuf’u inandırır. Gidecekleri yönden rotalarını Çin Denizi’ne çevirirler. Çizdikleri kavisle.

Güya Aden Kalesi’ni kuşatacaktık, ben de haritamdaki harfleri bezeyecektim. Cephanemin elverdiği ile.s.42

Yusuf, kaybolmuş zamanın içinde gördüğü hayallerin onu götürdüğü yere doğru gider. Bu, gerçeğin tam tersi bir yönüdür. Gemi ilerledikçe denizin içinde bir sürü adaya rastlarlar. Seferis bunların hepsini bilmektedir. Çıplak kadınlar adasının önünden geçerler. Kadınlar sanki gemiyi çağırıyordur. O tuhaf dile rağmen bunu anlamıştır Yusuf. Çünkü kadınların çağırması için dil gerekmez, diye düşünür. Sonra gemiye çarpıp duran balıklar vardır. Seferis, onların uçan balıklar olduğunu, mahlûkat-ı gariban adasında yaşadıklarını, o nedenle oraya çok yaklaşmış olacaklarını söyler.  

Zeyra kuşunun ölümüyle deniz yine karanlıklara gömülür. Gemi kılavuzsuz kalır. Yusuf karanlık denizde, karanlık gözler görüyordur. O zaman kendini denizin dibinde hisseder. Yurtsuz bir yabancı gibi. Çılgın deniz canavarlarının içinde.

Daha sonra Seyyid boynundan hançerlenir. Kadırgasında yaşadığı böyle bir felakete daha önce hiç rastlamamıştır Yusuf. Seyyid’in başında üzüntüyle beklerler:

Onun ağzını sonradan mühürleyeceğimiz bir tabuta koymuş, dualar eşliğinde denize indirmiştik. Deniz, ne de olsa toprağımızdı bizim. Gri toprağımız. Cenazede Seferis de ağlamıştı. Sırlarla dolu bu Rum, yanımızda bizim, nasıl da değişmişti. Acaba, diyordum ben, esir düştüğü her gemide, böyle birdenbire, o geminin bir parçası mı oluyordu? s.97

Seferis değil de sanki Yusuf onun esiri olmuştur. O ne derse onaylıyor, koşulsuz kabul ediyordur. Yusuf çok üzgündür Seyyid’in ölümünden:

Üzgündüm çok. Seyyid’in içime işleyen acısıyla ağlayıp duruyordum. Uykularımı kaçırmıştı bu ölüm, bir yoldaşın ölümü değil midir asıl karanlık? s.99

Gemideki herkesi sorgulamaya başlar Yusuf. Bir ipucu bulsa tabutsuz atın bunları denize, diyecektir tayfalara. Ama gemide bir yabancı olduğu bellidir. Sarıklı bir adamdan bahsedilir. Seferis onun ahtapota benzer bir mahluk olduğunu söyler. Hançerli kollarından biri ile Seyyid’i hançerlemiştir. Yusuf bunu duyunca Seferis’in gözlerine iyice bakar. O karşılarına çıktığından beri bir sürü acayiplikler yaşanmıştır. En sevdiği leventi deniz mi yutmuştur yoksa ahtapotun büyülü hançeri mi kalbine saplanmıştır? Seferis bir sürü adadan bahsetmiştir. Daha hiçbirini görmemişlerdir oysa. Seyyid’i öldüren hançeri sorar Seferis’e. Hançer bir rüyadan ibarettir, der Seferis. Hançeri kovaya daldıracaktır sonra. Bir ışıltıya dönüşen hançer gözden yitip gider. Kova, hikâyeler kovasıdır.

Yusuf, sarayın talimatını yerine getirmek için hızla toparlanır, kendine gelir ve dümeni gerçeğe kırar. Ancak gerçek ölümdür. Artık baktığı deniz aynı deniz değildir. Ne Çıplak Kadınlar Adası vardır ne de mahlûkat-ı gariban adası. Karanlık denizde yitip giden zamanda yok oluş, itaatsizlik olarak algılanır. Sarayın fermanı yerine getirilmemiştir.

Artık çok geç kalmıştır Yusuf. İstanbul’daki sultanın emrini ileten Kubat Paşa ile görüşecekti oysa. Aden’e varırlar sonunda. İskeleye yaklaştıklarında nasıl yaptıysa yapmış Seferis yine ortadan kaybolmuştur. Yusuf, ne zaman ki uyanır yani gerçeğe döner, o zaman çoktan geçmiştir. Hançersiz hain, dediği zamanı kaçırmıştır.

Kubat Paşa, Kahire’ye getirtir onu. Yusuf, celladına doğru yürümeye başlar. Tuzdan ağarmış saçları ve sakalıyla.

Faruk Duman, adını Pîrî koyduğu romanında baştan sona onun denizinde yüzdürüyor okuru. Onu insana özgü davranışın dışında, daha yukarılara çıkarıyor. Gerçek indirilen celladın kılıcındadır oysa.

Yazar, Aden Körfezi’ne görevlendirildiği yere gitmek üzere yola çıkan Yusuf Paşa karakteri ile her şeyin muamma olduğu denizin bin bir türlü yüzünü gösteriyor okura. Bu eski zaman teknesi, bildiği haritalar, sözcükler yerine karanlıkla sarmalanıyor.

Faruk Duman, Pîrî romanıyla denizin karanlıklarındaki ruhu görmeye çağırıyor okuru.

edebiyathaber.net (13 Kasım 2024)

Yorum yapın