Bir kedi öyle durduk yere girmez insanın hayatına! Bir kez hayatınıza girdimi de artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Kendi adıma ev hayatımızı kesinlikle Kediden Önce (KÖ) ve Kediden Sonra (KS) olarak ikiye ayırabilirim. Sizin çevrenizde de “Ya Kedi Ya Ben!” noktasına gelen tanıdıklarınız vardır mutlaka. İşte sizlere birazdan anlatacağım kitabı ne Şozo, ne eski karısı Şinako ne de yeni genç karısı Fukuko için okudum. Doğrusu, bu entrikalarla dolu tuhaf aşk üçgeninde benim aklımı başımdan alan karakter Lili’ydi. Girdiği hayatların en olmadık yerlerine kıvrılıp, dâhil oldukları hayatların en karanlık köşelerinde gezinen tüm kediler gibi, Lili de çoktan Şozo, Fukuko ve Şinako’nun hayatlarının en olmadık yerlerine kıvrılmıştı. Ben nefes almadan Tanizaki’nin yalın bir üslupla kaleme aldığı Lili’sini okurken, kucağımda hayatımıza dâhil olduğu günden beri evimizin düzenini hayli değiştiren, onun bize değil, bizim ona ayak uydurmaya çalıştığımız evimizin kraliçesi, kedimiz Tarçın oturuyordu elbette. Kitabı bitirdiğimde sayfalarının pati, tırnak izleri ve salyalarla epeyce yıpranmış olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
1886 yılında Tokyo’da doğan, çağdaş Japon Edebiyatı’nın en gözde yazarlarından sayılan Juniçiro Tanizaki’nin eserleri genelde erotizm, ironik bir zekâ ve ince bir mizah içerir. Ünlü “Naomi” adlı romanında kaleme aldığı Batılılaşan genç kız fenomeni Batılılaşma sürecini anlatan bir deyim – Naomizm- hâline gelmiştir. Tanizaki’nin 1936 yılında kaleme aldığı “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” adlı kısa romanı Eylül 2017’de Jaguar Kitap tarafından yayımlandı. Bu kadar keyifle okumamda Tanizaki’nin sade, ince bir mizah ve ironi içeren üslubunun yanı sıra, Sinan Ceylan’ın Japonca aslından dilimize son derece başarılı ve akıcı çevirisinin payı büyük oldu elbette.
Osaka-Kobe’de yaşayan Şozo, ilk karısı Şinako’yu hiçbir şey vermeden kapının önüne koymuş, daha genç ve zengin, aynı zamanda kuzeni olan ikinci karısı Fukuko ile evlenmiş, biricik kedisi Lili’yle birlikte yaşamaktadır. Günün birinde Fukuko, Şozo’nun eski karısı Şinako’dan bir mektup alır. Artık kendine ait hiçbir şeyi yoktur ve Fukuko’dan Lili’yi istemektedir. Bu şekilde acılarıyla başa çıkma ihtimali olabilecektir belki. Roman, Şinako’nun Yuki takma adıyla Fukuko’ya yazdığı bu son derece masum görünüşlü, ancak satır aralarında nifak tohumları gizli, duygusal mektupla başlar.
“…Senin evinden istediğim yalnızca tek bir şey var. Bunu söylerken, onu kast etmiyorum elbette. Ben çok daha önemsiz, çok daha sıradan bir şeyi, Lili’yi istiyorum. Ben sana kendi hayatımdan daha değerli olan o adamı verdim. Sadece onu mu, onunla beraber kurduğumuz huzurlu yuvamızı da verdim. Kırık bir çanaktan başka bir şey de almadım…”
Şinako kediyi sevdiğinden değil, tam tersine birlikte yaşadıkları zamanlarda kediden nefret etmiş ve onu kıskanmıştır, şimdi kediyi kullanarak eski kocasının yeni evliliğini bozma amacındadır. İstediği olur, zamanla Fukuko ve Şozo “Ya kedi ya ben” noktasına gelirler ve hayatta en çok sevdiği varlık olan kedisinden ayrılmak zorunda kalan Şozo yeni karısı Fukuko’yu, annesini, evliliğini ve hayatını sorgulamaya, Şinako için acıma hisleri duymaya başlar.
Her ne kadar romanın adında “iki kadın” denilmiş olsa da, otuz yaşına geldiği halde herhangi bir işte dikiş tutturamamış, hayli tembel Şozo’nun sözünden çıkmadığı, ilk evliliğinin köküne dinamit koyup ikinci karısıyla evlenmesine ön ayak olan annesi, yani Şinako ve Fukuko’nun kayınvalidesi, bir üçüncü kadın karakter olarak görülebilir. Öyle ki, Şozo bu üç entrikacı kadının arasında gerçek sevgiyi biricik Lili’sinde bulmuştur. Şozo’nun hali ve karılarının Şozo’yu ellerinde tutabilmek için Lili’yi seviyormuş numarası yapmaları Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi romanındaki “Kedi sevmeyen bir kadın zaten erkeğini mutlu edemez” sözünü aklıma getirdi.
Roman boyunca, Tanziaki’nin uzun yıllar kedilerle birlikte yaşamış, onların her hareketini en ince detaylarına kadar inceleyip irdelemiş tam bir “kedi sever” olduğunu derinden hissediyor okur. Lili’nin soslu istavritleri yakalamak için havaya zıplayışlarını, alt çenesini titretişini, yorganın kenarından girip en rahat edeceği pozisyonu bulana kadar çabalamasını, kedilere has bir zarafetle kıvrılıp yatmasını, sıcağı sevmesini, evden kaçtığında yirmi beş kilometre yolu yürüyerek sahibine geri dönüşünü en ince detaylarına kadar anlatışı kedileri çok iyi tanıdığını gösteriyor.
Soğuk havalarda yastıkla yorganın arasındaki boşluktan içeri sızar, aşağılara kadar sokularak rahatça uyuyabileceği yeri aranır, adamın göğsüne yaslanır, onun kasıklarına kadar iner veya sırtına yaslanırdı. Bir yerde karar kıldığında, az sonra sanki rahatı kaçmış gibi pozisyonunu değiştirirdi. En sevdiği pozisyon ise Şozo’nun koluna kafasını yaslayıp göğsüne sokularak yüzüne karşı uyumaktı muhtemelen. Ama en küçük bir kıpırtıda bile rahatı kaçar, daha rahat bir yer bulmak için yerini değiştirirdi.
Japon kültüründe kedilerin sağlam bir yeri var. Elbette bunda Japonların denizcilik ve balıkçılıkla uğraşmalarının payı büyük. Tashirojima ve Aoshima Adaları aynı zamanda “Kedi Adası” diye biliniyor ve buralarda insandan çok kediler yaşıyor. Kediler limanda gemilerin ve balıkçıların dönmesini dört gözle bekliyorlar. Bir de Uzakdoğu kültüründe sahipleri için bol şans ve servet getireceğine inanılan, bir patisi havada duran bir tılsım var: Maneki Neko yani Şans Kedisi. En çok şans getirdiğine inanılan tılsım da sevgili kaliko kedim Tarçın’ın renklerindeki Kaliko Maneki Nekolar.
Bir kediyle yaşıyorsanız, kedilerin sıcak sevdiğini, kıvrılıp uyuyabileceği bir köşe, bir kucak, bir minder, bir kalorifer üstü, yorgan altı arayacaklarını, hiçbir şey bulamazlarsa laptopun üzerine kıvrılıp yatacaklarını zaten çoktan öğrenmişsinizdir. Kedilerin nankör olduğu konusunu ise bir kez daha düşünmenizi öneririm. Lili’yi ve birbirlerini Şozo’dan kıskanan, kirli entrikaları, kendi küçük hesapları için masum kediyi alet eden kadınların öyküsünü, hiç kimseye vermediği sevgisini kediye veren Şozo’yu ve vaktiyle sahibine geri dönebilmek için kir pas içinde, yarı aç yarı tok, gece gündüz yol kat edip yürümüş Lili’yi tanıyınca kim daha nankörmüş göreceksiniz.
Sibel Gögen – edebiyathaber.net (6 Ekim 2017)