Haldun İlkdoğan’ın gençler için yazdığı ilk kitap olan Kralın Gülüşü Genç Timaş etiketiyle raflardaki yerini aldı. Edebiyat içerisindeki yolculuğuna çocuk kitapları ile başlayan yazarın sinematografi ve mekan tasarımı algısı ve çözümlemesi ile ilgili kitapları da var. Bu bilgileri ilk elden vermemin sebebi Kralın Gülüşü’nün sadece düz bir hikâye anlatımı ile değil, sinematografisi ve mekânsal unsurlarıyla da dikkati çeken bir metin olması. Bunlarla beraber hikâyeye bir de masalsı, fantastik unsurlar da eklenince Kralın Gülüşü sadece gençlerin değil her yaşta okurun dikkatini çekecek türde bir kitap olarak okurlarla buluştu diyebilirim.
Kralın Gülüşü’nde ilk olarak zamanda yolculuğun içine dalıyoruz ve atlı arabaların kullanıldığı bir dönemin içinde buluyoruz kendimizi. Bileğinde saç buklesi şeklinde bir doğum lekesi ile Alaz adında bir çocuğun dünyaya geldiği bu diyarda hak yiyenler ve zalimler yine başrolde. Fakat hikâyeyi yaratanlar bu başroller değil, iyi ki. Alaz ile annesi Piraye ve babası Aslan’ın hiç yoktan, yokluktan, varlığa -Bolena kentine doğru- bir yolculuğa çıkmalarının hikâyesi olan Kralın Gülüşü, romanın büyücü karakterinin de söylediği üzere, “Kehaneti ellerinde olan bir çocuğun.” büyüme ve nihayetinde kendini var etme mücadelesini anlatıyor bizlere.
Yaşadıkları kasabanın kötücül karakterlerinin söylediği üzere Alaz’ın bileğindeki doğum lekesi yaşadıkları sefaletin ve bir dizi uğursuzluğun sebebi olsa da, Alaz’ın annesi Piraye’ye göre hem Alaz hem de kendileri için başka bir hayat mümkün. Çünkü tarlada canları çıkarak çalışmalarına rağmen, iki lokmaya muhtaç açlıkları ve eskimekten incelmiş bir çadırda yaşamaya mahkum halleri ile bundan daha kötü bir hayatları olamaz zaten. Eski bir masal kitabından her gün oğlu Alaz’a okuduğu bir Kral masalına tutunan Piraye tüm bu sebeplerden dolayı, daha iyi olabilecek hayat şartları için uzak diyardaki Bolena kentine gitmenin yollarını aramaya başlar.
“İnançlarına göre Bolena, insanların gözlerini kapattıklarında ulaşabildikleri ve diğer insanlarla bir bütün olabildikleri ilham demekmiş.”
Söylediklerine göre Bolena üç kıtayı birleştiren genişçe bir bölgede yedi şehir devletinden oluşuyordu. Net sınırları olmayan, dışa açık yapısıyla ilhamını arayan birçok sanatçının da uğrak yeri olan Belona Piraye’nin de öncelikle Alaz’ın geleceği için hayallerini süsler olmuştu. Gel zaman git zaman kasabada çıkan bir karmaşayı fırsat bilerek, artık bu kasabada yiyecek ekmekleri de kalmadığı için Boleno’ya gitmek üzere yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk hem kendilerinin hem de Alaz’ın hayatını bambaşka bir noktaya getirecektir. Bolena’ya vardıklarında Piraye bir fırından bir somun sıcak ekmek ve limonlu kek alır. Böyle bir şey tatmamışlardır hiç. Hem içinde yaşayan insanları hem de mekanlarıyla büyüleyici bir şehirdir burası gerçekten. Alaz’a okuduğu masal kitabının içine düşmüşlerdir sanki fakat Piraye bu şehirde yaşama tutunmak adına daha çok çalışmaları ve çaba göstermeleri gerektiğini de hemen anlamıştır, kolları sıvar. Şehrin ışına doğru bir yerde bir baraka inşa ederler önce ve kağıt toplama işine girerler. Piraye de başka işler yapmaya ve ürünlerini satmaya başlar. Başlangıçta her şey iyi gider.
Sonra bazı aksilikler çıkmaya başlar. Kış gelir, sokaklarda kağıt bulunmaz olur, Piraye’nin ürünleri ilk başladığı günlerde olduğu gibi rağbet görmez, satışlar durur. Fırsatları çok olan bu kentte, toplumsal ve insani haklar hiç de Piraye ve Aslan’ın hayal ettiği gibi değildir. İkisi de şiddetli derecede hastalanır ve sağlık sisteminden “bir kimlikleri dahi” olmadığı için yararlanamazlar. Alaz maalesef kısa süre sonra bu büyük kentte tek başına kalacaktır. Kendisini elleriyle var edecek olan bu çocuk için henüz tünelin ucunda herhangi bir ışık yoktur.
Ta ki, Asra, Ada, Naz ve Pars ile tanışıncaya kadar. Kendileri de kağıt toplayıcısı olan bu çocuklar Alaz’ı aralarına alırlar. Yetimhanede büyümüşlerdir ve hayatın ne kadar zor olduğunu sürekli tecrübe etmişlerdir. Anne babasını kaybetmiş olan Alaz onların yardımıyla, onların arasında büyümeye başlar ve eskisinden daha fazla çizim yapmaya başlar. Bazı sanatçılara öykünmektedir. Annesinin bir gün bir dükkan açma ve ürünlerini orada sergileme satma hayalini de gerçekleştirmek ister elbet. Bundan sonra var gücü ile bunun için bir şeyler yapmaya karar verir. Ama bu arada başka bir şey olur. Gerçekten de bir Kral ortaya çıkar. Henüz barakadan taşınmamış olan Alaz’ı neredeyse her gün ziyaret etmeye başlar bu Kral. Annesinin kendisine okuduğu masal kitabındaki Kral’ın aynısıdır. Böylece hikâye içerisinde fantastik dünyaya açılan bir kapı aralanır. Alaz bu evrenin de içine dalar. Yaratıcılığı farklı bir boyuta taşınır. Fakat ürünlerine öykünerek yaratıcılığını beslediği sanatçı Gani Aksel, Alaz’ın başına bela olur.
Bir dizi dava süreci başlar. Kralın Gülüşü kötücül bir kahkahaya dönüşür. Alaz, Asra’nın, Pars’ın, Ada’nın yardımıyla bu süreci atlatmaya çalışır ama o barakaya özüne dönecektir sonuçta. Kral’ın değil annesi Piraye’nin hatırında kalan gülüşlerinden gücünü alacaktır.
Haldun İlkdoğan tam anlamıyla fantastik ama fantastik olduğu kadar da gerçekçi bir büyüme hikâyesi anlatıyor bizlere. Bu bir masal ama gerçekçilikten kopmayarak hayatın zorluğunu her aşamasında bize hissettiren bir masal. Hayaller peşinde koşuluyor olsa da, çok başarılı olunsa da büyümenin ve tutunmanın zorlukları Kralın Gülüşü’nde anlatılmak istenen hikâyenin odağında yer alıyor. Tüm gençlerin ve sadece gençlerin değil yetişkinlerin de okuması dileğiyle.