Islak bir İzmir akşamında, balkonumda sessizliği dinliyordum. Garip bir sessizlik vardı sokağımızda. Nedendir ki bu kadar sessiz bu saatte bu kent, diye düşünmeden edemedim. Haber bandına acının haberi düştü o anda. Bir yiğit göçüyordu dünyadan. Bir yiğit güzel bir ata binmiş gidiyordu. Anlamıştım kentin neden bu kadar ıslak ve bu kadar sesiz olduğunu! O çok sevdiği doğa ağlıyordu ardından ve yasa bürünüp sessizliğe gömülmüştü.
Tam da barış için adımların atıldığı önemli bir günde… Şarkılarla, türkülerle halaya durulacak bir günde… Kırk beş gündür direnmenin nedeni de bu olsa gerekmiş usta. Barışı göremedin ama atılan ilk adımı gördün ve öyle gittin. Barışı bizlere emanet ederek gittiğini biz biliyoruz, sen rahat uyu!
“Benim köklü değişeceğine inanmadığım bir inancım vardır, insanoğlu her zaman iyimserdir. İnsanların içindeki yaşama sevinci ölümsüzdür. Ve bu görkemli kültür toprağının üstünde oturan ülkemin insanlarının böyle kalamayacaklarına, bu verimli kültürler toprağını yeniden yeşerteceklerine, gerçek bir demokrasiye er geç kavuşacağımıza ve dünyada demokrasi savaşımı veren ülkelerin demokrat halklarına yardım edeceğimize inanıyorum” demiştin Binbir Çiçekli Bahçe’nde. Elbet kavuşacağız gerçek demokrasiye. Ve elbet başka ülkelerin demokrat halklarına yardım edeceğiz. Senin kitaplarını okuduk çünkü başka türlü davranmamız düşünülemez. Ve yine senin kitaplarını okuduğumuz için kötülük yapamayız biz, kötüden yana, zalimden yana olamayız. İyilikten yana olabiliriz ancak. Yaşama sevincimiz ölmez içimizde. Çalı diplerindeki menekşelerin kokusunu duyumsamadan yaşayamayız. Senin romanlarını okuduk biz. Senin istediğin gibi sevgi dolu oluruz her daim; insana, kurda kuşa, börtü böceğe ve tekmil doğaya…
Katil de olamayız biz, savaşlara düşman oluruz. İnsanın insana kulluğuna isyan ederiz. Aşağılamayız kimseyi. Biliriz bir kültürü yok edenlerin kendi kültürlerinin de insanlıklarının da ellerinden uçup gideceğini. Senin kitaplarını okuduk çünkü biz. Yoksullarla birlik oluruz ve insanoğlunun en büyük utancı olan yoksulluğu ortadan kaldırmak için çalışırız. Ve karamsar olamayız biz. Senin kitaplarını okuduk çünkü.
Senin kitaplarınla öğrendik başkaldırmanın ne olduğunu. Hiç gidip görmediğimiz Çukurova’yı senden öğrendik. Öyle güzel betimledin ki oraları, gitmiş görmüş kadar olduk. Güzel insanların güzel atlara binip gittiğini, demirin tuncuna insanın piçine kaldığımızı da sen öğrettin bize. Dünyanın ne kadar kirli olduğunu senin kitaplarınla farkettik.
Yaşam hikâyeni okuyup rehber ettik kendimize. En koyu karanlıklardayken hatırımıza düşürdük. Umudumuzu yeşerttik sayende. Tünelin ucundaki ışığa yürüdük o umutla. Ve mücadeleyi yeni baştan başlattık. Arındık seni okurken. Ferhat Uludere’nin dediği gibi bu toprakları dinledik senin kitaplarında.
Henüz küçücük bir çocukken, o bayram günü bıçak fırlamasaydı da tek gözünü almasaydı, bundan dolayı kendi deyişinle dünyaya daha dikkatli bakmasaydın ne yapardık acaba? Bu romanları yazmasaydın yine bu kadar keyif alır mıydık ki romandan? Hiç sanmıyorum. Nobel adı en çok senin adının başına yakışırdı, bunu da biliyoruz. Gönlümüzdeki Nobel’in daha değerli inan. Destansı anlatımın, kendine özgülüğün bir mucizedir Türkiye edebiyatı için. Sen şimdi İnce Memed’i, Poyraz’I Musa’yı, Yusuf’u aldın da gittin. Gittiğin yerde güzel insanlara selam et!
Emanetin ışığımızdır, sen rahat uyu…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (02 Mart 2015)