“İnsan yenilmek için yaratılmadı” dedi dokunaklı bir sesle; “Âdemoğlu mahvolur ama yenilmez.”
Ernest Hemingway’in Kübalı bir balıkçının yaşanmış hikâyesinden esinlendiği Yaşlı Adam ve Deniz romanı, yaşlı bir balıkçının büyük balık avlayamadan geçirdiği seksen dört günün ardından yaşadıklarını anlatır. Seksen beşinci gün, balıkçı Santiago yine avlanmaya çıkar, okyanusa açılır. Seksen dört gün kısmetsiz geçmişse ne olmuştur yani, seksen beşinci gün hâlâ kısmetini saklar. Santiago, balık avlayamadığı günlerde sıkıntılar çekmiş, yanında çalışan ve belki de tek dostu olan çocuk başka bir teknede çalışmaya başlamıştır. Ama yaşlı balıkçı umudunu hiç kaybetmez. Umuduyla, tecrübesiyle bir kez daha okyanusa açılacaktır fakat düşündüğünden daha uzun ve yorucu bir av serüveni onu beklemektedir.
“Ya bir de her gün ay’ı öldürmeye çalışsaydık?” diye düşündü. “O zaman ay kaçardı. Fakat ya her gün güneşi öldürmek gerekseydi? Şanslı adamlarız vesselam!”
Hemingway’in bu kısa romanında anlatılan, bir balıkçı serüveninden fazlası. Kazanmanın, kaybetmenin, umudun, hayal kırıklığının, ne olursa olsun hayata tutunmak için çabalamanın romanı bu roman. İnsan her zaman doğa ile mücadele eder. Kimi zaman doğanın kimi zaman insanın kazandığı bu mücadelenin üzerine yüzyıllarca söz söylenmiştir. Hemingway de ihtiyar balıkçısının içine düştüğü macerayla insanın doğayla ve kendisiyle olan mücadelesine ışık tutuyor romanında. Koca bir balığın peşine düşen ihtiyar, okyanusun ortasında günlerce tek başına kalıyor. Balık yaşamak için direnirken balıkçı da kendi yaşamını sürdürmek için onu öldürmeye, pes ettirmeye çalışıyor. İki inatçı yaratık doğada başbaşa kalınca bir yandan birbirlerinin direncini kırmaya çalışırken bir yandan da birbiriyle özdeşleşiyor. İhtiyar balıkçı, artık öldürmeye çalıştığı balığı kendine can yoldaşı olarak görmeye başlıyor. Ama amacından, onu öldürmekten de bir an olsun vazgeçmiyor. Balık mı kurtulmalı balıkçı mı yakalamalı? Av mı haklı avcı mı? Bu ikilemler roman boyunca devam ediyor okuyucunun kafasında.
“Ben her şeyden, herkesten çok onu yakalamak istiyorum. Dünyada herkesten, her şeyden çok. Şimdi ikimiz birleştik, öğlenden beri birlikteyiz. Hem de tek başımıza.”
Sadece doğayla değil, kendisiyle de mücadele eder insan. Kahramanımız da okyanusta geçirdiği günlerde kendisiyle hesaplaşıyor, düşüncelerini özgürce akışına bırakıyor. Belki de bir filozofun düşüncelerinden daha derin anlamlara dalıyor. Hayatı, kendisini, mücadelesini sorguluyor. Bunu öyle naif öyle doğal yapıyor ki, okuyan herkes kendisinden bir parça buluyor.
Yaşlı Adam ve Deniz, insan hayatının kısacık bir özeti aslında. Doğduğu andan itibaren bir mücadelenin içine atılan, umuduyla yaşayan, yine umudu yüzünden hayal kırıklığına uğrayan insan, Hemingway’in romanındaki ihtiyar balıkçıdır. Bazen avcıdır bazen avdır. Her insan kendi okyanusunda tek başınadır.
Bir şeyi söylemenin, anlatmanın binbir türlü yolu vardır. Kimi diyeceğini doğrudan der, kimi alegoriler kullanır, bazısının sözleri içimize işler bazısınınki bir kulağımızdan girip öbüründen çıkar. Ernest Hemingway, neyi anlatmak istiyorsa onu en güzel yoldan anlatan, okuyucusunu soluksuz maceralara çıkaran ve aklına, ruhuna dokunan bir yazar. Küba sahillerinden okyanusun ortasına bir yolculuk yapıp kendinizi, doğayı, tüm yaşamı sorgulamak; insan olmanın aslında ne basit ama bir yandan da ne karmaşık bir şey olduğunu anlamak isterseniz, Hemingway kütüphanenizin bir köşesinde sizi bekliyor olacak. Günlük hayatta şöyle bir durup etrafına bakmaya fırsatı olmayan günümüz insanının, bu yaşlı balıkçıdan öğrenecek çok şeyi var.
Merve Gülşah Akgün – edebiyathaber.net (19 Aralık 2017)