Bir düş oyunu gibi seni içine alıyor zaman. Duralayıp geziniyorsun satır aralarında. Görünmeyen bir zamana dönüyorsun gene onunla. Bu kez, tek satırını çizmeden, sözcükleriyle gezindiği yerlere uzanıyorsun.
Biliyorsun ki zaman onun zamanı. Ara yerde kalan hiçbir şey yok. Canı ufalayan ne varsa, Orta Avrupa’yı yangın yerine çevirecek delirium çağları sarmalamıştır onu da. Ne tarihten kaçar, ne de sığınır buna. Gene de açık sözlü metinler kurmaz, sırlar çağının acısını.
Durup kendi zamanından okurken bunları, akıl defterine notlar düşüyorsun çaresiz. Kentin orta yerindesin, hem de bir kaldırımın kıyısında, insanların gözlerinden sözlerinden sakınmadan kendini, bakışlarından ürkmeden okumalarına, yazmalarına dönüyorsun.
İlk romanını yazan bir dostunun sözlerindesin.
Ayrıksı olan ne hayatımızda, şimdi onun sorgularını da bırakıyorsun bir yana.
“Yaratmak cesarettir, bir o kadar da sabır,” demişti İğdebeli Hoca; Neşet Günal’ın “Patates Toplayanlar” tablosunu tuvaline kopya ederken debelenip durduğunu görünce.
Kendi çizgilerine kaçıyordun sıklıkla. Bir başkasının rengi, biçimi, ışığına bürünmek sıkıyordu seni.
“Önce kopya edeceksin… Kendi çizgini bulana dek. Sanat doğayı taklitten doğar. İnsan önce korkar bundan, ürker… Şaştıkça, hayret ettikçe üzerine gider… Sanatçı bu çatışmadan, korkudan çıkarır yapıtını…”
Onun bu sözleri ettiği günlerin sonrasında, kitaplığında gözüne ilişen “Alman İdeolojisi”ni alıp okumaya koyulduğunda, altını çizdiği şu satırları defterine geçtiğini hatırlıyorsun:
“Yaratıcılar, kendi öz yarattıklarının önünde korkuyla eğilmişlerdi. Öyleyse onları, kuruntulardan, fikirlerden, doğmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım.”
Sonra, Günal’ın o resmine bakarak doğanın insan tarafından nasıl biçimlendirildiğini anlatmıştı size.
“İnsanın insan tarafından biçimlendirilişi”ni de okumuştun elindeki kitaptan.
Oysa, siz, bunu yudum yudum yaşıyordunuz onunla.
“Sevmeye gerek yok. Yeter ki siz kendinizi bir işe, uğraşa verin; onun eyleminde kendinizi tanırsınız önce; sabrınızı, cesaretinizi…Yeteneğinizi keşfedersiniz sonra. Daha sonra da sevmeyi öğrenirsiniz. İşte bundan öte de her şey yeni başlar sizde…İnsanın kendini inşa etmesi böylesi bir maceradır…”
Belleğinde saklı tuttuğun bu sözleri sana hatırlatan Marguerite Yourcenar’ın “Düş Parası”nı okumaya başlamıştın tentesinin gölgesi kaldırıma uzanan pastanenin açık alanında. Sesler, uğultular ötendeydi… Şu satırlardan gözlerini alamıyordun:
“O sırada, karşıdan karşıya geçerken, bir parfümerinin aynasında kendisine doğru yürüyen kadını gördü. Pek genç sayılmazdı, iri gözleri bezgin ve kederliydi; dağılmış çehresine yalandan bir gülümseme oturtma zahmetine bile katlanmamıştı.”
Biliyordun ki; herkes kendi zamanında okumayı/yazmayı seçerken, sevmeyi ve ölmeyi de öğreniyordu.
Yaşarken elimizden gelen buydu.
Ötemizde, kuş sesleri; ormanda kaybolan bir kuzgunun yaban çığlığı…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (6 Ekim 2015)