D&R’ın dergi raflarına bakınırken gözüme çarptı Keşke… Alışılmış dergi adlarına benzemeyen bir ad. Farklı bir etkisi, çağrısı vardı; karşı koyamadım aldım.
Keşke, iki ayda bir yayınlanan Düşünce ve Edebiyat Dergisi. Yayın hayatında ilk yılını tamamlayan dergi, okurlarına küçük bir hediye sunmuş. Üzerinde şu dizelerin yer aldığı bir kartpostal: “Kanat çırpan bir gökkuşağıdır kelebek/Konduğu her çiçeğe cenneti hatırlatır.”
Kartpostalı Alara’ya verdim, dergiyi başucuma koydum.
Dergi okurluğum, kitap okurluğuma benzemiyor benim. Kitapları bir solukta okumayı seviyorum, içine dalmayı dahil olmayı… Dergileri ise sindire sindire, yavaş yavaş okumayı… Başucuma koyup, her gece uykuya dalmadan önce bir ya da iki yazı okumayı seviyorum.
Keşke’nin ilk yazısı sinema üzerineydi, bir sinema emekçisi üzerine. Hüseyin Alemdar yazmış; 1997 yılında aramızdan ayrılan Ajlan Aktuğ için, “Ajlan Aktuğ Baladı” başlığıyla…
Yazı çok etkileyici.
Gerek yaşamını yitirmiş bir sinema oyuncusunu içtenlikle anmak, anımsamak; gerekse onunla birlikte Türk Sinemasında seyrü sefere çıkmak yönünden…
Yazının beni etkileyen yönlerinden biri de, yazarın yazı boyunca değişen duygularını Ajlan,Aj’lan, A’j’l’an şeklinde imla işaretlerinin yardımıyla aktarması oldu. Aj’lan, derken “Ah lan Ajlan neden bırakıp gittin bizi” dediğini, A’j’l’an derken onu an’ma duygusunu öne çıkardığını hissettim. Yazıyı çok sevdim. Ardında böyle yazılar yazan sevenleri olduğu için Ajlan Aktuğ’a azıcık gıpta ettim.
İkinci yazı Nurullah Deveci’nin Kır(ı)k Satır / Kır(ı)k Hatır başlıklı yazısı. Sanki tüm yazarlar imla işaretlerinin peşine düşmüş gibi bu dergide. Nurullah Deveci de Kırk Satırla Kırk Hatırı ‘kırık’ hale getirmeyi seçmiş. Çok sevdiğim bir yöntemdir; doğru yerde kullanılırsa eğer… Yazı, Şair ve Âşığın Hissiyatına Dair… Yazıda, şiirin önce gönüle doğduğu sonra dimağa doğru yol alarak şekillendiği şiirsel ve tadına doyulmaz edebi bir dille aktarılmış. Şiire ve aşka dair tatlı bir yolculuk gibi.
Derginin içeriği nasıl içine alıyorsa okuru, ismi de girdiğiniz o mekanın büyülü anahtarı gibi. Keşke olmasaydı adı, belki de dikkatimi çekip almayacaktım. Anahtarı kilide sokmayacaktım. Hatta, günlük yaşamda çok da kullanmadığım bu kelime üzerinde bu kadar düşünmeyecektim. O günden beri düşünüyorum bu kelime üzerine…
Keşke, hep pişmanlığı çağrıştırırdı bana. Pişman olmayı da sevmem, keşke demeyi de aslında. Ama bu defa kelimenin farklı bir tınısı olduğunu fark ettim. Salt pişmanlık değil, içinde derin sevgiyi de barındırıyor bir anlamda ‘keşke’. Sanki az gelen, yetmeyen hallere daha çok yakışıyor. Bir derin iç çekiş gibi. Yerine başka kelimeler koymayı denedim olmadı. Kiminde sitem, kiminde kırgınlık, kiminde beddua var. Ama keşke, öyle değil. Biraz boynu bükük, çokça hüzünlü hatta kırılgan ama sevgi dolu. Bir dergiyi sorgusuz sualsiz aldıracak kadar…
Fatma Yakan – edebiyathaber.net (14 Ekim 2014)