Sınırlı bir alanda doğru mizahı doğru ölçüde aynı zamanda dolaysız ve sadece göstererek ya da alt metinlerle verebilmek oldukça zor. Özlem Dikeçligil’in Hayalet Avcısı öykü dosyasındaki “Zigotlarımız” böyle bir öykü. Hikâye ben diliyle anlatıldığında ister istemez okur kendisini anlatıcıyla özdeşleştiriyor. Nasıl özdeşim kurmasın ki? Üstelik ne zararı var. Karakterin iç dünyasının fırtınalarına tanışıklık ötesi duygularla bağlanmak mümkün. Herkesin başına gelebilir. Hem özel hem ciddi hem de sıradan bir olayla ilgili karakterin kendi mizahını doğurmasıyla biçimlenmiş bir anlatımdan bahsediyoruz. Bir kadınla kocasının çocuk sahibi olma serüvenindeki anektodlar deyip geçebiliriz. Karakter kendi durumuna ağlayabilir de üstelik. Ama gerçekten ironik kadınlık ve erkeklik durumlarına örnekler bunlar. Yazar çekiçle çiviye bam diye vuruyor tek eliyle. Zaten “yıldız tornavida ve çekiç” “embriyo olmayı bekleyen zigotların” yanında öykünün merkezine konforla yerleşiyor.
Armağan ettiği lacivert çubuklu pijamalarla kocasını kendi “mahkûmu” ilan etmesi de bir başka ironi. İlişkinin iplerini elde tutmak ne kadar mümkün? Erkekler kolay düşülen o tuzakların çevresinde mi gezinirler hep?
Öykü pek çok açıdan tatlı dokundurmalarla dolu. Kadın hep güzel, genç ve çekici olmak zorunda mı? Gençlik, yaşlılık üstünden hayata dair geleneksel kavramları sorguluyor, evrimsel biyoloji 101 bilgimizi de gözden geçirme hatta ona eklemeler yapma olanağı buluyoruz belki de. Özelliklerini sonraki nesillere aktarma amaçlı iyi genlere sahip doğal eş seçimi içgüdüsü, biyoloji tarafından yönlendirilen daha geniş bir davranış setinin parçası. Karakterimizin kocası “amigdalasının” mutlak yönetiminde belki de.
Öykü boyunca zigotların güncesiyle komşu kızın ziyaretleri paralel ilerliyor, hayallerimize çentik atıyor.
Benzer bir mizahi anlatıma Çiyil Kurtuluş’un “Emoji Amor” öyküsünde rastlamıştım. Okuması keyifli hoş başka bir öykü. O da Notos Kitap’tan, Aramızda bir Bahçe Yakınlığı’ndan.
Sanırım bu tür öykülerde dile getirmesi çaba gerektiren bir ayrıntıyı ustalıkla yakalıyor yazarlar. İnce mizahı zeki doğal diyaloglarla sarmalayıp bizi gülümsetirken düşündürmeyi, içimizde bir yeri tatlı tatlı titretmeyi hedefliyorlar. Bu doğallık okurun kişilerle empati kurmasını, metni sevmesini ve daha gerçekçi bulmasını sağlıyor. Ortada içsel bir çatışma, önemli bir sorun var mutlaka. Bunu işlemenin farklı yöntemlerini keşfediyor yazar.
İnce mizah gayet insani halleri ortaya koyarken, diyaloglar da metne bir çeşit hafiflik ekliyor, kişilikleri ve ilişki dinamiklerini başarılı şekilde yansıtıyor.
Yeni taşınan genç komşu hikâyeye taze bir dinamizm katıyor. Ana karakterin yaşamına yeni bir perspektif sunan üçüncü karakter o aynı zamanda.
Öyküde bazı simgesel öğelere rastlıyoruz:
Tornavida ve Çekiç: Hem fiziksel hem de metaforik anlamda onarma ve inşa etme gereksinimini simgeler gibi ikisi de. Kocanın komşuya yardım etmesi, onun doğasını, (merhametten mi, saflıktan mı?) ancak aynı zamanda kendi evliliğini ve hayatını tamir etme arzusunu yansıtıyor. Bu da bir yorum elbette, onlarca başka yorum olasılığından biri.
Zigotlar ve Embriyolar: Hayatta kalma mücadeleleri karakterlerin hayatlarındaki belirsizliği ve arayışları temsil eder gibi.
Bu tür öyküleri pek seviyorum. Sanırım küçük sezdirmelerle hayal dünyamızı ve gerçekliğimizi başka boyutlara taşıyan anlatımlar okur yazarlığımızı da geliştiriyor.
edebiyathaber.net (28 Haziran 2024)