“Kırık Patika”, Ümran Düşünsel’in ikinci kitabı. İlk kitabı şiirlerinin yer aldığı “Kimse Yüreğinden Öptü mü Seni?”, 2008’de yayınlanmış. Daha öncesinde de radyo oyunları yazmış. Şubat ayında yayınlanan Kırık Patika ise yazarın hikâyelerinden oluşuyor. Kitapta yer alan Ağaç Kurtları isimli hikâye 2013’te Şerzan Kurt öykü ödülü almış.
Ümran Düşünsel ile ilk tanışıklığım yazıları ile değil de fotoğrafları aracılığı ile oldu. Fotoğrafları ile ilk karşılaştığımda, bana yakın bir iklime sahip olduğunu, hayata birbirine yakın pencerelerden baktığımızı hemen fark etmiştim. Hikâyelerinde de fotoğraflarındaki tadı ve anlamları bulacağımı umut ettiğim bir heyecanla okumaya başladım Kırık Patika’yı. Yanılmamışım. Fotoğraflarında gördüğüm tanıdık hikayeler, Kırık Patika hikayelerinde sözcükleri ile dile gelmiş. Aynı içtenlikte ve doğallıkta.
Umut ve hüzün, yan yana, tüm hikâyelerde okuyucuyu en yoğun sarmalayan iki duygu. “bir gün elimizi keseceğiz hüzün akacak.” diye başlarken bir hikâye, diğeri şöyle başlıyor;
“komşu masalın kapısını çaldı zaman
paslı sürgüsü açıldı penceresinin
inceden dağıldı adayı sarmalayan sis
bir avuç güneş, bir avuç gülümseme kürek kayığa
sonrası zamana yol, suya nenni, adaya bahar, küle gül”
Hikâye girişlerinde bu şekilde dizeler yer aldığı gibi, hikayelerde de bir şiir tadı var, cümleler zaman zaman bir şiirin dizelerine dönüşüveriyor.
Belki ilk hikâye kitabı olduğu için böyle hissettim; hikâyelerin yazarın kendi yaşamından izler taşıdığını, kendi yaşamına dair iç döküşleri içerdiğini düşünüyorum. Bazı hikâyeler kısacık; bilmediğimiz bir hikâyenin sonuna denk gelmişiz hissi ile okuyoruz, ama eksik hissetmiyoruz, aksine bilmediğimiz ama yakın hissettiğimiz bir hikâyenin varlığını duyumsuyoruz. Belki de kendi yarım kalmış hikâyelerimizle buluşuyor bu hikâyeler, tamamlanıyoruz.
Bazı hikâyeler kitapta birbirinden bağımsız olarak yer almasına rağmen, kişileri, kurgusu ile birbirine bağlantılı hikâyeler olduğunu görüyoruz. Bu hikâyeler, daha geniş bir öykünün parçalarını oluşturuyor.
Tüm hikâyelerde doğa, anlatımın en temel taşlarından biri olarak yer alıyor. Doğa ve hikâyelerin kurgusu o kadar bütünleşik ki, çoğu hikâyede doğayı özgün bir dil olarak görüyoruz. Yazar doğadan esinlenerek sözcüklere yeni anlamlar katıyor kitap boyunca. Bunu en belirgin olarak gözlemlediğimiz beni de en çok etkileyen hikâyelerden biri “Yârimingözüdeğmiş” isimli hikâye. Hikâyenin kahramanı Naz “Adı yoktu içindeki hiçbir şeyin. Vardı da yoktu; unutulsun, silinsin istedim.” diyerek yeniden adlandırıyor her şeyi, kendince bir sözlük oluşturuyor. “Hüzünboğan”, “Güneşekafatutan”, “Gülmenizyakın” gibi isimlendirmelerin yer aldığı sözlükte “Yârimingözüdeğmiş” ismi gökyüzüne veriliyor. Başka bir öyküde “üçikindivişneçiçeğiyağmurları” yağıyor.
Yaşam, insan için acılı hüzünlü uzun bir yol. Aksi yalandır. Üstelik yolu acılı hüzünlü yapan da insanın yine kendisi, kendine ya da başkalarına… İnsanın insana, insanın diğer canlılara yaptığını hiçbir canlı bir başkasına yapmadı, yapmıyor. Kırık Patika, kıyısında köşesinde kedilerin eşlik ettiği hikâyelerinde tüm kırıklıklara, yaşamın katlanılmazlıklarına, içimizi sızlatan acıya, bilip de söyleyemediklerimize, söyleyip de anlatamadıklarımıza dokunup geçerken, umudu doğada arıyor. Buluyor da üstelik…
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (13 Mayıs 2015)