“Gidelim derken ima ettiğim kaçmaktı, kaçmak ve uzaklaşmak, yoksa başka korkulara sürüklenmek değil.”
Yolların kırılabileceğini anlamak zaman alıyor. Kıtaların kopuşu. Kıtaların birbirinden kaçışı. Yerkabuğunun hâlâ süren hareketi.
Bir ada olduğunuzu düşünün. Size en yakın ada uzaklaşıyor – zira yakınlaşanına denk gelmedim. O ada üzerinden ulaşacağınız diğer adalar da. Anakarayla olan bağlantınız. Issızlıktan çıkış yolu. Yok. Yollar böylece kopuyor. Uzun mesafeleri göze alıp yola çıkmak, yerini kırık yolları kaplayan uzlaşmaz dalgalara bırakıyor. İmkânsıza. Korunaklı adalardan oluşan hücrelere. Pişmanlık ve öç arzusuyla örülü yalnızlıklara.
Cennette Uzun Bir Kış kopuşları, kırık yolları, darmaduman yalnızlıkları anlatan bir roman. Aslı, Meral ve Umut geçmişleriyle, benlikleriyle, umutları ve umutsuzluklarıyla parçalanmış, un ufak olmuş insanlar.
Aslı kendinden öç alarak aşmaya çalışır bunu. Kendini baştan inşa etmek için önce yıkması gerektiğini düşünür. Daha da yıkmak, daha da kırmak o affedilmez benliği. Büyük bir öfke vardır içinde. En başta kendine yönelen bu öfke didikleyici bir eleştirellik taşır, çoğu zaman kabından taşıp herkese bulaşır. Yine de kurtulamaz bir iç ses olmanın yıkıcılığından; başkasına çattığında da kaçınılmazlıkla kendisini vurur.
“Seçicidir o; görmek istemediklerini pirinç tanelerine karışmış taşları ayıkladığı gibi hemencecik temizler hayatından. Her şeyin konuşulur olduğu o bir asır gibi uzun süren zaman diliminde dahi koruyabildiği sükunetini takdir edebilmeyi isterdim ama fırtına öncesi sessizlik ya da büyük bir sarsıntının ürünü dalıp gitmeler değilmiş o sükunetin nedeni; haykırışların, feryatların sesi perdelere, koltuklara yapışır, sözcükler duvarlarda iz bırakır diye mahsus tek bir kelime etmemiş, ettirmemiş. Birkaç gün sonra ölü toprağı serpilmiş hayatına kaldığı yerden devam edebilmek içinmiş o sinsi, o bencil sükuneti.”
Umut’un tiksinti veren bir zavallılıkla, sinsi bir çaresizlikle karılmış öyküsü sıradan ve tanıdıktır. Sevgisiz, güvensiz geçen çocukluk, ergenliğin dinmeyen korkuları, aşkın ve tenin – ve elbette toplumun – aşılmaz yasakları… Duyarsızlığa varan bir yalnızlık, çıkarcılığa varan sinik öfke… Hep mutsuzluk. Hep kırık yollar.
“Mutsuz çocukluklar birbirlerini gözlerinden tanırlardı. Sadık bir köpekti mutsuzluk; bir kere gözlere yerleşti mi, ne sevinç gözyaşları ne de kahkaha tufanı sökebilirdi onu.”
Daha keskin hatlarla çizilen Meral karakteri bir soğukluk ve uzaklık taşır. Kendini anakaradan koparan adadır o. Gerçek olmayan bir ada. Dalgaların altında yutulmaya hazır, hiç var olmamış bir ada. Mesafelerle var eder kendini oysa kırılmamış yollar arar gizliden gizliye. Yanlış yollar, yanlış kaynamış kırıklar. Bitmeyen bir hırs. Kendini parçalayan bir hırs.
“Işığa kavuşabilmek için geçtiğimiz tünellerin sonunda öğrendiğimiz tek şey kör olduğumuzdu.”
Öyküler kesişir. Ve kesiştikleri yerde aşkın doğası kendini ortaya koyar. Geçmişi silemez aşk. Vurgun yemiş benlikleri onaramaz. Yollar inşa edemez. Daha da kırar. Yolları da benlikleri de. Savurur her kıtayı cehennemine. Geçmişle kirletir geleceği, yıkıp atar şimdiyi. Şimdinin enkazını sıvar geleceğe ve geçmişe; artık her şey bir trajedinin kaçınılmaz, aceleci ve hoyrat kronolojisinden ibarettir. Evet, çünkü aşkın zaman tanımaz doğası böyle. Böyle.
“Anı bağlamından koparıp şimdiki zamana taşıyordum, şimdinin gözüyle yorumluyordum geçmişi, şimdinin duygusuyla tüketiyordum aşkı. Sadece geçmişe olsa iyi, geleceğe de taşıyordum şimdiyi, şimdinin gölgesi sıçrıyordu her ana. Yeni bir okuması yapılıyordu yaşananların, yeni anlamlar yükleniyordu sözlere, tekrar keşiflere açılıyordu her davranış, her olay, böyle iğdiş ediliyordu yeniden aşk, hem de eskisine göre çok daha derinden ve telafisiz.”
Kuşkusuz aşkın kendisi de bir pişmanlık kalıbına dökülür. Hamleler sınırlıdır, her hamlenin yaratacağı pişmanlık daha harekete geçmeden kendini dayatır. Kaçınılmaz. Aceleci ve hoyrat. Öçlere gebe pişmanlıklar. Öç almanın aman tanımaz doğası.
“Yeni hatalar biriktirdim, yeni pişmanlıklar; beni bana düşmanlaştıran aşktan intikamımı ancak kendime ihanet ederek alabileceğimi düşünmüştüm.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (20 Eylül 2017)