“Başkalarının her gün kullandığı bir sözcüğün, bir türlü iyileşmeyen bir yarayı iyileştirmek için karanlıkta nasıl fısıldanabileceğini anlıyorum. Bu sözcüğü her duyduğumda içimin sızladığını, bu sözcüğü bir gün aydınlıkta da duyup duyamayacağımı düşündüğümü anımsıyorum.”
Çocuk sahibi olmalısınız. Hayattaki tek amacınız bu. Hayatınızın anlamı bu. Soyu sürdürmek, türün devamını sağlamak. Erkek, baba olunca erkek. Kadın, ana olunca kadın. Evlilik, çocuk olunca evlilik. Hayatınız, bir nokta kadar sıradan, bir yaprak kadar gündelik; hayatınız ancak üreyince değerli. Öyle mi?
Besbelli öyle. Hem biyolojik hem toplumsal açıdan. Besbelli yalnızca üremek için buradayız, değil mi? Sanat, edebiyat, kültür… Üremenin kılıfları olsa gerek. “Üretkenliği” arttırmanın yolları…
Şu an ben bu satırları yazarken, kaç canlının doğum yaptığını düşünüyorum. Bu satırlar size ulaştığında kaç olacak sayı? Ve yine de insan hayatındaki en önemli şey bu? Öyle mi? Erkeği erkek, kadını kadın yapan?
Benimle Kal temelde annelere özgü o koşulsuz ve bedelsiz sevgiyi anlatsa da aslında bu soruları gün yüzüne çıkartıyor. Çocuk sahibi olmayan (yahut olamayan) bir çift, aslında bir çift midir? Çocuk doğurmayan kadın, kadın mıdır gerçekten? Hayır. Zira önemli olan aşk değil, üreme. Derinde olan yanıtlar, çıkmazdan öte bir sonuca götürmeyen, katlanılmaz ama gerçek yanıtlar ise bambaşka bir öykü oluşturuyor.
Bir erkeğin çaresiz aşkı, aptallık derecesinde saf bir kadının yalnızca bir dokunuşa bağlanışı, kabullenilemez ve akıl almaz bir yalan, ihanet, ölüm, ölümler; önüne geçilmez bir yıkım. Tıpkı bir ülkenin paramparça oluşu gibi. Bir ülkenin darbelerle çalkalanışı gibi. Bir annenin tüm çocuklarını kaybedişi gibi.
Zavallı Yejide. Zavallı Akin.
Üreme kafesine sokulmuş zavallı kadın ve erkekler.
***
“Kaybedebileceğim bir şeyi sevebilecek kadar güçlü değildim; bu yüzden onu gevşekçe, umutsuzlukla kollarıma alıyor, onun da bir şekilde ellerimin arasında kayıp gideceğini düşünüyordum.”
80’li yıllarda, Nijerya’da geçen Benimle Kal, insan ilişkilerinin – aşk, akrabalık, ebeveynlik, seks – karmaşıklığını akıcı bir kurguyla ortaya koyarken ülkenin dengesiz siyasetini ve bu karışıklığın insanlara yansımasını da aktarıyor. Hikâyeyi iki kahramanın ağzından dinliyoruz; Yejide ve Akin. Madalyonun iki yüzünden izlediğimiz olaylar farklı kırıklıkları, kaygıları ve yanılgıları önümüze seriyor. Geleneklerin acımasızlığı, insanların bencil çaresizliği ve aldırışsızlığı, aşkın kısırlığı… Kadına biçilen rolün, kadına giydirilen esvabın teni dağlaması. Erkeğe yakıştırılan rolün, başına bindirilen tacın ezici ağırlığı.
“Süt lekesinin aşağı doğru yayılmasını seyrederken ayaklarımızın altındaki toprağın kayıp gittiğini, artık boşlukta durduğumuzu fark ettim. Söyleyeceğim hiçbir şey aramızda açılan boşluktan aşağı düşmemize engel olamazdı.”
Benimle Kal, her şeyden çok tutkuyu anlatan bir roman. Dolayısıyla çatışma ve çekişmelerin dökümüyle dolu. Bedenle yüreğin çelişkisi. Arzuyla geleneğin savaşı. Ölümle yaşamın bitmez mücadelesi.
Belki tam da bu yüzden, bir yandan da yalnızlığın romanı. Her çatışmanın, her çekişmenin sonunda olan şey: derinleşen yalnızlık. Her mücadelenin tek galibi olan yalnızlık.
“Bugünlerde kendime bütün o aşağılanmalara bu yüzden katlandığımı söylüyorum: kaybolursam beni arayacak biri olsun diye.”
Begüm Kovulmaz tarafından çok temiz bir dille Türkçeye çevrilen Benimle Kal, Nijerya edebiyatından okuduğum ilk kitap. Ve edebiyatın evrenselliğini bana bir kez daha anımsatan bir kitap. Tanıdık, bizden adeta.
Yalnızlığında, tutkusunda ve sevgisinde…
“Bir şey söylemedi, dudaklarında dans eden gülümsemeyle bana baktı. Sessizliği sözcüklerle doldurmak için karşı konulmaz bir baskı hissettim. Bana göre sessizlik evrende hepimizi içine çekebilecek bir boşluktu. Bu ölümcül boşluğu sözcüklerle doldurmak ve dünyayı kurtarmak benim ödevimdi. Doğruldu, öne eğildi ve söylediğim her sözcüğü dinledi. Nihai gerçekleri anlatıyormuş gibi hissettim kendimi.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (26 Şubat 2018)