Her kitap koleksiyoncusunun düşlerinde bir gün kitaplarını diğer okurlarla paylaşmak, onların da bu büyük koleksiyondan faydalanmasını sağlamak vardır. Kitapları paylaşmanın en doğru yolu da kütüphanelere bağışlamaktır. Kütüphaneye bağışlanan kitaplar korunup gelecek nesillere iletilmiş olur, onlara ihtiyacı olan okurun ulaşmasını kolaylaştırır.
2000’lerin başında Cumhuriyet Kitap Eki’nde her hafta düzenli olarak yazmaya başlayınca kitaplar yağmaya başlamıştı. Zaten iyi bir kitap okuru olmaya çalıştığım için sürekli kitap alıyordum, yayınevlerinden gelenler de eklenince evin her yanı kitap doldu. Doğrusu bu durumdan yakındığımı söyleyemem, aksine memnundum. İlk ve en önemli sorun taşınmaya karar verince çıktı. Anlaşmaya çalıştığım nakliyeciler ya kitapları taşımak istemiyordu ya da neredeyse diğer ev eşyasına istedikleri kadar ek ücret istiyorlardı. Kitapların bir bölümünü azaltmaya karar verdim. 14 büyük koli kitap ayırdım.
Tanıdığım, alışveriş ettiğim çok sahaf vardır. Onlardan birine ücretsiz olarak veririm, diye düşündüm. Tek şartım gelip evden kitapları almak olacaktı. Bağışlayacağım kitapların tamamı Dünya ve Türk edebiyatından eserlerdi. Çoğunluğu hiç okunmamıştı, yani sahaf tabiriyle sıfır kondisyondaydı. İlgi büyük olur diye düşünüyordum ama dehşetle gördüm ki sahafların kitaba ihtiyacı yokmuş. Yerim dar diyen, daha sonra alayım diyen ve nihayet “gelip bakayım içinden işe yararları seçeyim” diyen… Kimse kitapların tamamına talip değildi.
O günlerde kütüphaneci dostum Serdar Katipoğlu’na rastladım. Ayaküstü sohbet ederken taşınacağımı söyledim ve sahafların kitaplara ilgisizliğinden yakındım. Serdar, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kütüphanesinde çalışıyordu. “Senin kütüphanenden işe yaramaz kitap çıkacağını sanmıyorum” deyip bana moral verdikten sonra, “Bağışlarsan biz gelir hepsini alırız” diye ekledi. Nitekim öyle de oldu.
Yeni taşındığım ev nohut oda bakla sofa minicik bir daireydi. Kalan kitapları zor sığdırdım. Yeni gelenlere ise yer kalmadı. 3-4 bin kitabım vardı. Radikal bir karar aldım. Mevcut kitaplığımı artık genişletmeyecektim. Kitaplığıma yeni bir kitap ekleyeceksem bir kitabı da raftan çıkaracaktım. Bu kararı uygulayabilmek için de yeni gelen kitapları büroda tutup her ay bir koli bağışlamaya başladım. Bilgi Kütüphanesi’ne kitap bağışlama serüveni Serdar görevden ayrılana kadar sürdü. Serdar’ın yerine göreve gelen kütüphaneci, kütüphanelerinin bütçesi olduğunu, o bütçe ile kitap alımı yapacaklarını, benim bağışlarıma ihtiyaçları olmadığını, zaten öğrencilerin pek Türkçe kitap okumadığını söyledi. Haklıydı. Yeterli bütçesi olan özel bir üniversiteye kitap bağışlamak yanlıştı, hele bu bağışı istemiyorsa tamamen yanlış bir hareketti yaptığım.
Bizde kütüphane kuranlar mekâna, raflara, masalara, sandalyelere para ayırırlar ama iş o raflara kitap koymaya gelince hiç bütçeleri kalmamış olur. Nedense kütüphane kurarken kitap satın almaları gerekeceği akıllarına gelmez, para ayırmazlar. “Yayınevlerinden bağış isteriz” diye düşünürler. Yayınevlerine sürekli bu tür talepler gelir. Bize de bağış istekleri geliyordu. Ama bu taleplerin çoğu ilkokullardandı yani çocuk kitapları istiyorlardı. Benim kitaplarım ise yetişkinlere yönelikti. En azından bir lise daha da iyisi üniversite kütüphanesine uygundu. O günlerde gelen bağış taleplerinden biri dikkatimi çekti. Yozgat Bozok Üniversitesi’nin kütüphanesine bağış isteniyordu. Benim bağışlayacağım kitaplara uygun bir yerdi. Yozgat memleketimdir, katkım olsun diye düşündüm. Hemen aradım. Kütüphaneci de çok sevindi. Yıllarca her ay bir koli kitap bağışladım. İyi bir ilişki doğmuştu. Hatta Kütüphaneler Haftası’nda davet de ettiler. Kısmet olmadı gidemedim.
Bir süre sonra, kütüphanecimiz başka bir üniversiteye tayin oldu. Gitmeden önce de kendi görevini devredeceği arkadaşına benim bağışlarımdan söz ettiğini, onun da çok memnun olduğunu, yeni görevlinin beni arayacağını söyledi. Ama arayan soran olmadı. Bu arada o ayın kolisi dolmuştu. Dayanamadım, aradım. Kütüphaneci, kütüphanede tek görevli olduğunu söyledi, benim bağışladığım kitapları tek tek kontrol etmesi, aralarında zararlı yayın varsa tespit etmesi gerektiğini ama bu işi yapacak zamanı olmadığını ekledi. Yani benim tamamı edebiyat eserlerinden oluşan bağışlarımı tek tek kontrol etmesi gerekeceği için istemiyordu. Ben de böyle sansürcü bakıştaki bir kütüphaneye kitap bağışlamak istemiyordum.
Bu sırada hoş bir gelişme oldu. Yanlış anımsamıyorsam Türkiye PEN Başkanı Zeynep Oral aradı, Şişli Belediyesi yeni açacağı Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde bir kütüphane de kuracaktı. Yazarlardan kitap bağışı topluyorlardı. Artık Şişli’de oturuyordum. İlçemizin kütüphanesine kitap bağışlama düşüncesi hoşuma gitti. Birkaç koli kitap bağışladım. Çok ilgili ve heyecanlıydılar. Belediye başkan yardımcısı aradı, teşekkür etti. Bende bu ilgiden cesaretlenip her ay düzenli kitap bağışlayabileceğimi söyledim. O da ne zaman koli hazır olursa kendisini aramamı, hemen araç yollayıp aldıracağını söyledi. Öyle de oldu. Ne zaman telefon etsem aynı gün araç yolladı kolileri aldırdı. Okurlardan da benim kitaplarımı okuduklarını bildiren mesajlar geliyordu. Çünkü kütüphane bağış kitapların içine bağışçının adı yazılı bir damga vuruyormuş. Benim kitapların içinde de “Metin Celal’in bağışıdır” yazıyormuş. Çok mutluydum, kitaplarım nihayet yerini bulmuştu.
Tabii ülkemizde hiçbir mutluluk sürekli olamaz. Aradan birkaç yıl geçti yerel seçimlerin zamanı geldi ve yeni bir belediye başkanı seçildi. Yeni başkan da CHP’liydi ama eski başkanın ekibiyle çalışmak istememiş, başta yardımcıları olmak üzere birçok yöneticiyi değiştirmiş. Bunu da yeni bir koli bağışlamak istediğimde öğrendim. Bana araç yollayan başkan yardımcısı artık görevde olmadığını, kütüphane yöneticisinin de değiştiğini ama yeni göreve gelenlerin de benim bağışlarımdan mutlu olacağını söyledi. Yeni kütüphane yöneticisine beni aramasını söyleyeceğini de sözlerine ekledi.
Arayan soran olmadı. Yine dayanamadım, ben aradım. Kütüphaneci gayet nazik bir şekilde bağışlarımdan çok memnun olacaklarını ama göreve yeni geldiklerini, yapılması gereken birçok iş olduğunu, onları halledince beni arayacağını söyledi. O işler hallolmamış olmalı ki aylarca aramadı. Bu arada bağış kitap kolilerinin sayısı artıyordu ve ne yapacağımı bilmiyordum. Biraz da keyfim kaçmıştı.
O günlerde, bir toplantıda Nilüfer Belediyesi Kütüphaneler Müdürü Şafak Baba Pala’yla karşılaştık. Söz bir şekilde kütüphane bütçelerine, kitap bağışlarına geldi. Ben de kısaca yaşadıklarımdan söz ettim. Şafak Hanım da “biz tüm bağışlarınızı seve seve alırız,” diye karşılık verdi. Nilüfer Belediyesi, edebiyat etkinliklerinde önde gelen kurumlardandır. Daha önce Türkiye’nin ilk şiir kütüphanesini kurarlarken onlara kitap bağışlamıştım. Nasıl ilgili olduklarını biliyordum. Şiir Kütüphanesi’ni ilk ziyaretimde tek tek bağışladığım kitapları göstermişlerdi. Sanıyorum dört yıl oldu. Sürekli kitap bağışlıyorum. Onlar da tüm süreci izliyor, koliler ulaştı mı haber de veriyorlar. İyi bir ilişki doğdu. Tüm bunları anlatmama da geçen gün kütüphanedeki arkadaşlardan birini arayıp adresimi sorması vesile oldu. Her yıl olduğu gibi bir teşekkür plaketi yollayacaklarmış.
edebiyathaber.net (19 Nisan 2023)