İlk karşılaşmamız 1990’da Almanya’da olmuş. Türk solunun birleşmesi için yapılan toplantılardan biri için arkadaşlarla Duisburg’a gitmiştik. Almanya’nın, Avrupa’nın her yerinden insanlar geliyordu toplantıya. Biz de Köln’den gelmiştik. Toplantı öncesi salonun dışında bekliyoruz. Son model bir Mercedes geldi. Kapıları açıldı. İçinden orta yaşlarda iki adam indi. Biri yanlış anımsamıyorsam Hüseyin Ergün’dü diğeri de Deniz Kavukçuoğlu. Şık giyimi ile hemen dikkati çekiyordu. O zamanlar solcular böyle arabalar kullanmaz, giyimlerine özen göstermezlerdi. Tabii ki haklarında konuşuldu. Ben de böylece “Deniz Kavukçuoğlu” adını duymuş oldum. Her zaman giyimine özen gösterdiğini öğrenmem içinse araya birkaç yıl daha girmesi gerekiyordu.
O zamanlar Deniz Kavukçuoğlu benim için bildik bir ad değildi ama özellikle Almanya’da yaşayan sol çevrelerde çok tanındığını tahmin edebiliriz. 30 Ekim 1943’te İstanbul’un Cihangir semtinde doğmuş. İlk öğrenimini mahalle okulunda, orta öğretimini Haydarpaşa Lisesi’nde tamamlamış. 1963 yılında, 20 yaşındayken Almanya’ya gitmiş. Almanya’nın Tübingen kentinde felsefe, Heidelberg’de sosyoloji ve Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi, Nürnberg’de de ekonomi okumuş. Biyografisinde “Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi” okuduğunu belirtmesi önemli çünkü 1998’de kitaplaşacak olan “Sosyal Demokraside Temel Eğilimler” başlıklı çalışmasının temelinde o öğrenim var. Bu eser aynı zamanda yayınlanmış ilk kitabı.
Deniz Kavukçuoğlu’nun Almanya’da kalmasının nedeni ise üniversite öğrenciliği sırasında katıldığı eylemlerden sonra Türk vatandaşlığından çıkarılması. Yıl 1971. Almanya kendi ülkesi sınırları içinde yapılan öğrenci eylemlerine ses çıkarmıyor ama Türkiye’deki 12 Mart Askeri Darbesi’nin “sivil” bakanlar kurulu üyeleri vatandaşlıktan çıkarma kararlarına imzayı basıyor. Deniz Kavukçuoğlu’nun vatandaşlıktan çıkarılma kararında imzası olanlardan biri de “ilk kültür bakanı” diye tanıtılan Talat Halman’mış. Hemen herkese dostlukla yaklaşan Deniz Kavukçuoğlu, Halman’ı hiç affetmedi. Cumhuriyet’te yayınlanan “Sararmış Bir Sayfa” başlıklı yazısında bir İtalya seyahatini anlatırken arada bu durumdan da söz eder; “12 Mart 1971 Darbesi’nden sonra 6 Aralık 1971 günü, aralarında Talat Halman, Türkan Akyol, Atilla Sav gibi “sol görünümlü yeraltı gölgelerinin” de imzalarının bulunduğu Bakanlar Kurulu tarafından T.C. vatandaşlığından çıkartılmıştım. Onca yıldır yaşadığım Almanya’da bir anda “sığınmacı” durumuna düşmüştüm. Yaşadığım Nürnberg kenti dışına çıkmam yasaktı. Ne var ki proje yönetmeni olarak görev yaptığım AEG firmasında yöneticiler bu durumuma bir anlam veremiyorlar, her başvurumda bana bir görev belgesi düzenliyorlardı. Bu belgeyle Yabancılar Dairesi’nden seyahat belgesi alabiliyordum.” (25.05.2016).
Yıllarca vatanına ancak karşı kıyıdan, Yunan adalarından bakabilen Deniz Kavukçuoğlu’nun “sığınmacı”lığının son bulması birçok Türkiyeli aydın ve devrimci gibi 141. ve 142. maddelerin 12 Nisan 1991 tarihinde kaldırılması ile mümkün oldu. 1992 sonunda Türkiye’ye dönmüş. 22 yılı vatansız olarak geçen 30 yıllık göçmenlik hayatı böylece bitmiş. 2003’te yayınlanan “Sen vatan haini misin, baba?” adlı kitabında Almanya yıllarını ayrıntılı olarak anlatır.
İstanbul’a döner dönmez de çocukluk arkadaşı Bülent Ünal’ın kurucusu olduğu Türkiye’nin en büyük fuarcılık şirketi TÜYAP’ta Kültür Fuarları Genel Koordinatörü olarak göreve başlar.
Ben de 1991’de Almanya’dan Türkiye’ye dönmüş, kısa bir süre sonra Parantez Yayınları’nı yönetmeye başlamıştım. O zamanlar hâlâ Tepebaşı’nda olan kitap fuarında alt katta, koridorun en sonunda dört metre karelik bir standımız vardı. Deniz Kavukçuoğlu ile ikinci karşılaşmamız orada oldu. Ama dost olmamız için biraz daha zaman geçmesi gerekti.
1968 kuşağının efsane isimlerinden Afa Yayınları’nın sahibi Atıl Ant ağabeyimiz Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) başkanı olunca o zamana kadar ders kitabı ve çocuk yayıncılarının çoğunlukta olduğu derneğe biz kültür yayıncıları da üye olmuştuk. Kısa bir süre sonra yapılan genel kurulla önce yönetim kurulu yedek üyesi seçilmiş, artarda gelen istifalardan sonra da kendimi yönetim kurulu üyesi ve genel sekreter olarak bulmuştum.
TÜYAP yaptığı fuarlarda ilgili sektörün dernekleri ile çalışma kültürü olan bir kurumdur. Ama Türkiye Yayıncılar Birliği ile böyle bir birliktelik kurulamamış. Zamanla da ilişki gerilimli hal almış. Atıl Ant’la Deniz Kavukçuoğlu aynı sol gelenekten geliyordu, TÜYAP’ın yönetimindekilerden Ümit İyem yakın arkadaşıydı. Ama bir türlü orta yol bulunamamış, ipler kopmuştu. Anlaşmazlık o boyuta gelmişti ki dönemin en büyük yayınevlerinden Afa fuara katılmamaya başlamıştı. Bu gerginlik birkaç yıl sürdü.
TYB yönetiminde de yer alan Literatür Yayınları sahibi Kenan Kocatürk ve Alfa Yayınları sahibi Faruk Bayrak ayrı ayrı bana “Yayıncılar Birliği ile TÜYAP’ı barıştıralım” teklifinde bulundular. Anlaşılan Deniz Kavukçuoğlu ile sohbetlerinde bu konu açılmış ve bir yere kadar da varmışlar.
Başkanımız Çetin Tüzüner’e durumu ilettim. Zaten Çetin Ağabey de ben de anlaşmazlıkların gerilim yaratarak değil görüşüp konuşarak çözümüne inanıyorduk. Yönetim kurulundan olumlu görüş çıktı.
Sonra bir gün telefonum çaldı. Arayan Deniz Kavukçuoğlu’ydu. “Adresin nedir? Geleyim, görüşelim” dedi. O zamanlar Aznavur Pasajı’nın alt katında Komikçi Dükkanı’ndan yayınevinin işlerini yürütüyorum. Yani yerimiz ciddi bir görüşme yapmak için uygun değil. Gelen giden bol.
Bizimle aynı kattaki Köy Kafe’ye geçtik. Köy Kafe özellikle Galatasaray Liseli öğrencilerin takıldığı bir yer. Öğrenci kalabalığının arasında bir masaya yerleştik ve gayet hızlı bir şekilde imzalanacak anlaşmanın maddelerini tespit ettik.
Deniz Kavukçuoğlu’nun konuşup anlaşmaya yatkın kişiliğini de uzun yıllar yaptığı yöneticiliğin verdiği pratikliği de ilk kez o buluşmamızda gördüm. İş kısmını hızlıca bitirdikten sonra bir süre de sohbet ettik. Sanırım orada kendisini ilk kez nerede gördüğümü anlatmıştım. Deniz Ağabey hem bu karşılaşmaya şaşırmış hem de “Neden orada tanışmadık!” diye de hayretini ifade etmişti. Dostluğumuz da böylece başlamış oldu.
Yıl 2001 olmalı. O sırada TÜYAP yıllardır kullandığı Tepebaşı’ndaki fuar merkezi ihtiyaca yetmez olunca, Beylikdüzü’ndeki kendisine ait olan fuar merkezine taşınmış. Ama yayıncılar “Orası çok uzak, kimse gelmez” diye kitap fuarının Beylikdüzü’nde yapılmasını istemiyor. Bu nedenle kitap fuarı iki yıl daha Tepebaşı’nda sürdürülmüş, nihayet belediye binanın tamamen boşaltılmasını isteyince Beylikdüzü’ne gitmek kaçınılmaz olmuştu.
TÜYAP’ın Beylikdüzü’ndeki kendisine ait olan fuar merkezine taşınmasından üç yıl sonra, 2002 yılındaki 25. İstanbul Kitap Fuarı’ndan itibaren Türkiye Yayıncılar Birliği ile işbirliği başlamış. Sonraki yıllarda bu işbirliği devam etti, hâlâ da uyum içinde sürüyor.
Deniz Kavukçuoğlu Türkiye’ye döner dönmez TÜYAP’ta çalışmaya başlamakla kalmadı yoğun bir yazı faaliyetine de girişti. İlk yazıları 1968 yılında Ant dergisinde yayımlanmış. Daha sonraki yıllarda 2000’e Doğru, Sosyalist Yol, Aydınlık, Yeni Ortam, Milliyet (yurtdışı baskısında iki yıl çalışmış), Cumhuriyet gibi gazete ve dergilerde yazmış. İlhan Selçuk’un daveti ile 1996 yılından itibaren Cumhuriyet gazetesinde haftada bir kez olmak üzere düzenli olarak yazmaya başlamış. Esas yazı üretimi ise kitaplarda yoğunlaşmış.
1999’da denemelerinden oluşan “Deniz Bitti” yayınlandı. Romanlar, öykü kitapları yayınlattı ama esas olarak anıları ile dikkati çekti. Çocukluğu Cihangir’de, ilk gençlik yılları Moda’da geçmiş. Sanıyorum Türkiye’ye dönüşü ile bu anıları depreşti. İlk anı kitabı çocukluktan başlayarak Almanya’ya gidişine kadarki yılları anlattığı “Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı?” (Doğan Kitapçılık, 2002). Kitapta sadece çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, uzun yol kaptanı babası, şair annesi ile yaşadıkları günleri anlatmakla kalmaz, 40’lı, 50’li, 60’lı yılların İstanbul’una da yakından şahitlik eder. Kentin nasıl değiştiğini, insan ilişkilerinin nasıl bozulduğunu etkileyici örneklerle anlatır. Daha önce adını andığım “Sen vatan haini misin, baba?” ertesi yıl gelir ve Almanya yıllarına yoğunlaşır. Sonradan “Moda’da Gezinti” adıyla genişleteceği “Mühürdar’dan Moda’ya – Bir Gezinti Kitabı”nda (Heyamola Yayınları, 2011) çok sevdiği semti Moda’yı anılarını da katarak anlatır.
Deniz Kavukçuoğlu dışa dönük, çevresini insanlarıyla birlikte benimsemek isteyen yapıda bir kişiydi. Hemen herkese açık yürekle yaklaşır, onlardan da içtenliğinin karşılığını görürdü. Bunun en önemli kanıtı 2010’lu yıllarda yerleştiği İmroz/Gökçeada’nın Gliki/Bademli Köyü halkıyla kurduğu sıcak ilişkiydi. Haklı olarak dışa kapalı bir yaşam süren köy halkı Deniz Ağabey’le dostluk kurmakla kalmamış ona yaşam öykülerini, anılarını da açık yürekle anlatmışlardı. Çünkü ondan gelse gelse iyilik geleceğini bilirlerdi. “Hüzün Adasında Bir Köy – Gliki/Bademli,” (Can Yayınları, 2013) kitabı böyle doğdu. Kitabı yazmakla kalmadı köy halkının köylerini, doğal ve tarihi özelliklerini koruma mücadelesine de büyük destek verdi. SİT alanı olan köy sınırları içine yapılan otel inşaatıyla hem yazıyla hem de hukuk yoluyla nasıl mücadele ettiğine şahitlik ettik.
Onun dışa dönük, dostane yapısı TÜYAP’ta görev yaptığı uzun yıllardaki başarısını da anlamamızı sağlayacaktır. 1993’ten günümüze, pandemi öncesi iyice yoğunlaşan ve uzun süren yaşam mücadelesine dek görev yaptığı Kültür Fuarları Genel Koordinatörü’nde hem yayıncılarla hem de yazarlarla derin dostluklar kurdu. Hemen herkese yardım elini uzatmaktan çekinmedi. Onun bu iyi yürekliliğini bilenler de her zaman kapısını çekinmeden çaldılar, isteklerini açık yürekle söylediler.
Beylikdüzü’nde tek salonda başlayan ve başarılı olması beklenmeyen İstanbul Kitap Fuarı hızla büyüyüp tüm fuar alanını kaplarken TÜYAP Anadolu fuarlarını da başlattı. İzmir, Bursa, Adana, Diyarbakır, Antalya, Samsun, Erzurum, Eskişehir, Konya… Diğer yandan da İstanbul Kitap Fuarı uluslararası, dünyaca tanınan bir fuar haline geldi. Yabancı ülkeleri konuk etmeye başladı.
Bu gelişmelerin hepsinde birlikteydik. Birlikte çok fuar açtık, açılış gecelerinde birlikte eğlendik. Gönlü gibi masası da herkese açıktı. Birlikte yapmayı da birlikte olmayı da çok severdi. Kitap fuarları Danışma Kurulu Başkanı da olan Doğan Hızlan olmadan fuar açmazdık. Ama Deniz Ağabey’in değişmez fuar arkadaşları Faruk Şüyün ve Turhan Günay’dı. Sevgi Özel, Kenan Kocatürk, Senay Haznedaroğlu, Sırma Köksal, Almanya yıllarından beri dostluğunu sürdürdüğü Yüksel Pazarkaya, Ercan Karakaş, çocukluk arkadaşı Üstün Akmen gibi birçok konuğu vardı fuar gecelerinde. Uzun sohbetler edilir, usulüne uygun olarak fasıllar yapılırdı.
Erdal Öz en yakın arkadaşlarındandı. İçtikleri su ayrı gitmezdi. Deniz Ağabey, fıkra anlatmayı, esprileri seven Erdal Öz’e zekice tasarlanmış şakalar yapardı. Örneğin Erdal Öz’ün aslında Yozgatlı olduğunu bulmuştu ve hasta Fenerbahçeli olan Erdal ağabeye “esas takımın bu” diyerek sürekli Yozgatspor’un maçları hakkında bilgiler yolluyordu. Galatasaray – Fenerbahçe maçı varsa dostluk 90 dakikalığına unutulabilirdi. TV’den canlı yayını izlerken sürekli atışır, gülüşürlerdi. Birlikte çok maç izlemişiz.
Kitap fuarı aylarca hazırlanan, iki günde kurulan en çok dokuz gün sonra biten büyük bir organizasyondur. Sadece kitabı içermez, büyük bir kültür şenliği olarak da yaşanır. Kolay gibi görünen çok zor bir iştir ve en küçük bir hatayı bile affetmez, hemen aksar. TÜYAP Türkiye’nin ilk ve en büyük fuarcılık şirketi olarak bu konuda zaten iyi teknik bir birikime sahip. Ama kitap fuarı denilince yüzlerce yayıncıdan binlerce yazara doğru genişleyen, sivil toplum örgütlerini de belediyesinden valiliğine resmî kurumları da içeren çok karmaşık bir ilişkiler ağı ortaya çıkıyor. Normal fuarcılık anlayışını da aşıyor. Sorunları çok hızlı bir şekilde ve dostane yöntemlerle çözmeniz gerekiyor. Deniz Kavukçuoğlu başta Sunay Girgin ve Cemran Öder olmak üzere az sayıda ama cefakâr çalışanlardan oluşan çok uyumlu bir ekiple bu işi hep başarıyla yürüttü.
Diyarbakır’a ilk kitap fuarını yapmaya gittiğimizde tüm şehirde kepenklerin indiğini, üç gün boyunca her yerin kapalı olacağını öğrenmiştik. Bu durumda fuara da kimse gelmeyecekti. Kepenk kapama eyleminin sadece belirli bölge ile sınırlı kalmasını, halkın kitap fuarına gelmesini sağlamak iyi bir yönetim becerisi gerektirir.
Adana’da “bütün dağları ben yarattım” tavrıyla dolaşan her an sorun çıkarmaya hazır vali konuşması sırasında gösteri yapan sadece iki gençten ve bir pankarttan oluşan eylemcileri gözaltına aldırmamak da başka bir cesaret gerektirir. Valinin son sözü “Öyleyse sizi de tutuklatacağım” olmuştu. Deniz ağabey de son derece sakin “Tabii buyurun” demişti.
O kadar çok tatlı ve acı anımız var ki hangisini anlatsam bilemiyorum. Her yakın dostu da yüzlerce anı anlatabilir. Dünyadan güzel bir insan geçti. Geriye önemli eserler ve bolca anı bıraktı. Anısı, kitapları hep bizlerle yaşayacak.
edebiyathaber.net (7 Haziran 2023)