Türkiye değişiyor!
Bunu toplumsal reflekslerimize bakarak söylemiyorum.
Daha çok toplumsal-siyasal konumlanışlarımızı gözlemleyerek çıkarsayabileceklerimiz nasıl bir değişime yöneldiğimizi konusunda birçok ipucu verebilir bize. Ben de, nicedir, bunlar üzerinde düşünüp yazadurmaktayım.
Geçenlerde bir televizyon programında konuşmacılardan biri, Türkiye’nin siyasal anlamda doğurganlığından söz etmişti.
Bizde , siyaset kitlesel olarak yapılanıp ortak bilinçle kurulmadığı için; yan yana gelen birtakım “akil adam”lar grubu hep yönlendirici/yönetici konumunda siyasetin sahibi oluyorlar.
Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan beri bu böyle süregelmiştir ne yazık ki.
Dar zamanların siyaset arenasında böyle bir yapılandırma kaçınılmazdı belki! Ama çokpartili yaşama geçtikten sonra, bunun giderek nükseden bir alışkanlığa/hastalığa dönüşerek siyasetin değişmez gerçekliği olarak siyasal partilerde bir gelenek halini aldığını gözlüyoruz.
Kuşkusuz kitleler olmadan siyaset yapılamayacağı bir gerçek. Ama gelin görün ki; imlediğim yapılandırmalarda oluşan siyasetin elitleri, parti içinde oligarklar kurarak, kitlelerin gücünü, hatta uyanış yönlerini kendi sultalarının tabanı olarak görmek gibi bir saflığa kaptırmışlardır kendilerini.
Siyasal partiler bir süre sonra bir şirket gibi yönetilmeye başlanmış, “biz varsak bu kervan yürür” düşüncesi egemen bir anlayış olarak siyasetin nabzı biçiminde algılanmış.
Türkiye’deki değişimin bir parçası olan siyasal hayatımızda, bugünkü siyasal partilerde yaşanan kaynaşma/deprem bir değişim olarak mı algılanmalı acaba?
Örneğin; Milli Görüş’ün parçalanması..CHP’nin yönetimsel sıkıntılarının dışavurumu…
Biraz önce imlediğim “oligark” yapının, kendini “sosyal demokrat” olarak nitelendiren bir partinin de Türkiye’deki siyasal-toplumsal değişimin gidişatını düşünerek, (dünya siyaset arenasındaki yeni yapılanmaları da gözeterek); dönüp kendisine bakması kaçınılmaz.
Sanırım burada asıl temel sorun Türkiye’deki değişim ve dönüşümün suskun kitlelerde yaşattığı huzursuzlukların toplumun her kesimine farklı farklı boyutlarda yansımasıdır.
İşte tam bu noktada okumaya yöneldiğim, İspanyol düşün insanı José Ortega y Gasset’nin “Kitlelerin Ayaklanışı” (*), yaşadığımız değişim ve dönüşümün birçok yönüne nasıl bakmamız gerektiğini gösterdi bana.
Ortega’nın 1930’da kaleme aldığı bu yapıtı, İspanya’nın otoriter, karalık bir dönemindeki görünümüne bir bakış, ama buradan hareketle, daha çok da dönemin Avrupa ülkelerindeki çağdaşlaşma yolunun geçtiği süreçleri, oralarda yaşanan değişimlerde kitlelerin rolünü irdelemeye dönüktür.
Bir savaştan çıkıp ikinci bir savaşın da tohumlarını içinde barındıran siyasal-toplumsal yapılanmalar kitleleri nasıl dönüştürüyor?
Çatışma olmadan dönüşmek mümkün mü?
Bu süreçte de ortaya çıkan siyasal kutuplaşmalar elbette ki kitlelerin uyanışını da etkileyen/yönlendiren bir olgudur.
Kitabın çevirmeni sevgili dostum Neyire Gül Işık, Ortega’nın yapıtını taçlandıran “Sunuş” yazısında yapıtın özünü açımlayan şu düşüncelerine dikkatinizi çekmek isterim:
“İtalya’da Mussolini buyruğundaki faşist kıtalarla 1922’de Roma üzerine yürüyerek iktidarı devralır ve yirmi yıl sürecek bir dikta rejimi başlatır. Almanya’da ondan örneklenen Nazi hareketi filizlenmektedir, sancılı bir şiddet döneminin ardından 1933’de Hitler diktası başlayacaktır. Avrupa genelinde toplumlar kutuplaşmış, sağ ve sol ideolojilerin etkisiyle sokaklara dökülmüş, meydanları doldurmaktadır. Ancak hemen belirtelim, Ortega elbette ki içinde yaşadığı o manzaraları göz önünde tutmakla, Avrupa’nın siyasal ufkunu kaplayan fırtına bulutlarını görmekle birlikte, kitlelerin ayaklanması deyişiyle kastettiği olgu güncel siyasal kutuplaşma değildir, güncelin çok ötesine geçer, çok daha derinine, köklerine iner, tarihsel, antropolojik, psikolojik düzlemlerde Avrupa’nın kitle insanını sorgular.”
Doğrusu, Ortega’nın kitabını bu eksende okurken, Türkiye’nin siyasal arenadaki temel sorununun, Türkiye insanının sosyo-ekonomik, kültürel konumu/durumunun dönüştürülemediği sürece, siyasetin hep parti/iktidar seçkinlerinin elinde dönüp duracağını bir kez daha sorguladım demeliyim.
Siyasal kültür, toplumsal siyasal bilinç dediğimiz şeyin siyasi parti şemsiyesi altında görünmekle, yani takım tutar gibi bir yerde olmakla oluşamayacağına göre…
Türkiye’nin “kitle insanı”nın/bireyinin de bu bağlamda irdelenmesi, sorgulanması, hatta bu yöndeki eğitim/öğretim alanlarının önünün açılması gerekiyor.
Yani; halen temel eğitim 11 yıl olsun mu olmasın mı tartışmasının da ötesine geçmemiz, bir partinin oligark yapısının ülke gündemini bu denli işgal etmemesi gerektiğini bilmemiz gerekir sevgili okurum…
(*) Kitlelerin Ayaklanışı, José Ortega y Gasset; Çev.: Neyire Gül Işık , 2010, T.İş Bank. Kültür Yay.
edebiyathaber.net (29 Mart 2022)