“Kitluk”, Laz romancı ve öykücü Murğulişi Muradi’nin Dünya’yı yıkımın eşiğine getiren bir savaşın etkileri altında yaşam mücadelesi veren bir aileyi anlattığı son romanı. 1944 yılında Dünya, kısa bir süre önce sonlanan Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarını henüz tam saramamışken yine benzer sebeplerle çıkan İkinci Dünya Savaşı’nın pençesinde en acılı günlerini yaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan ekonomik krizler, sömürgeci devletlerin yayılmacı politikaları, devletlerin mutlak hakimiyet arzusu gibi sebepler bu sonucu doğurmuştu. Bu savaşlar sonunda doğa büyük zarar görmüş, milyonlarca insan yaşamını yitirmiş ya da kıtlıkla, salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Yaşamı devam ettirecek yeterlilikte gıda maddesi bulamama durumu olarak tanımlanan kıtlık, tarih boyunca insanlığın en büyük sorunlardan biri olmuştu. Çeşitli nedenlerle oluşabilecek kıtlığın temel sebeplerinden biri savaşlardır.
Murğulişi Murat, işte bu romanında yine bir savaşın neden olduğu kıtlığın bir halkı nasıl bir ruh hâline soktuğunu anlatıyor. Başka bir deyişle Kitluk, doğa bütün verimliliğiyle kollarını açmışken insanın kendi kendini açlığa, yoksulluğa mahkûm edişinin romanı. Romanda bu durumu en güzel özetleyen cümleler Omerişi Mehmet’in oğlu Arif’e söylediği “…Yılan insana bir zarar vermez. Verirse insan verir. İnsanın dokunduğu her şeye zararı vardır,” sözleri.
Kitluk’ta; Omerişi Mehmet, karısı Apturmanipxe Fatma ve beş çocukları ana karakterler olarak karşımıza çıkıyor ama romanın belki de en önemli karakteri doğa. Ekokurgu romanlar insan ve doğadaki tüm canlı cansız varlıklar arasındaki ilişkiyi, doğanın insan yaşamındaki önemini anlatır. Bu romanda doğa bir arka fon olarak değil, olay örgüsü içinde yöre halkıyla beraber hareket eden bir karakter gibi kurgulanmış. Çok çeşitli ağaçlarıyla, bitki örtüsüyle, hayvanları, kuşları ve böcekleriyle varlığını sürdürüyor ancak doğanın cömertliğine karşın onu yok eden yine insan. Romanda bunu en iyi şekilde yine Mehmet ifade ediyor. Oğlunun ağaçların çeşitliliği ve bolluğu karşısındaki hayranlığına “…yakında burada hiçbir şey bırakmayız. Ne var ne yok ağaçları kesip buraları çıplak bırakırız. Doymak bilmez insanoğlu.” sözleriyle karşılık veriyor ama doğa onları doyuruyor. Çalışıp biraz para kazanmak için Şanguli’den Murgul’a giderlerken balığıyla, türlü türlü otlarıyla, böğürtleniyle onları besliyor ve kıtlıkla mücadelede onlara yine doğa destek oluyor.
Roman Ardeşen’in sırtındaki yeşil tepelerden birine kurulmuş Şanguli köyünde geçiyor. Kıtlık; yüzyıllık ağaçlarla çevrelenmiş, bitki örtüsü, yabanıl yaşamı zengin bu köyde de etkisini yoğun olarak gösteriyor çünkü savaş sebebiyle çıkarılan Milli Koruma Kanunu’yla halk, elinde avucunda ne varsa piyasa fiyatının çok altında fiyatlarla devlete satmak zorunda kalıyor. Bu da karaborsacılığı, haksız kazancı ve zorbalığı doğuruyor. Omerişi Mehmet ve karısı Fatma, bu şartlarda beş çocuklarıyla birlikte açlıkla ve hastalıkla mücadele ederek bir arada kalmaya çalışıyor. Kıtlığın yoksul halk üzerindeki etkisi gittikçe artarken parası, malı mülkü olan daha zengin, daha baskıcı ve daha doyumsuz oluyor. Devletler arasında devam eden sömürü savaşı benzer şekilde insanlar arasında da yaşanıyor. Mehmet bir yandan yoksullukla bir yandan da çeşitli oyunlarla oğlunu elinden almak isteyen Hasan Ağa’yla uğraşmak zorunda kalıyor.
Kitluk romanında karşılaştığımız diğer bir sömürü de halkın kültürü üzerinde gerçekleşiyor. Omerişi ailesinin yaşadığı köy, bir Laz köyü. Yöre halkı; kültürünü, diliyle, ritüeliyle, yemeğiyle yaşatmaya devam ediyor ancak 1928’deki Dil Devrimi ve hemen peşinden başlatılan “Türkçe konuş!” sloganının kadim diller üzerindeki olumsuz etkisi sonucu değişim önce dilde sonra da günlük yaşayışta oluyor. Halk her ne kadar kültürel yapısını korumaya çalışsa da dil üzerindeki baskı halkın algısını da etkiliyor. Romanın sonunda 1950’li yıllara gelindiğinde savaş bitmiş, ülkeler yaralarını sarmaya başlamışken insanlığın en temel sorunu olan her alanda sömürü aynı şekilde devam ediyor.
“Nedir elinde tuttuğun essahtan?” dedi Mehmet. Mehmet Lazca soruyor, çocuk Türkçe cevap veriyordu. “Bu süttür,” dedi çocuk, “süt tozudur. Sulandırınca süt olur.”
“Nasıl olur? Sağmadan süt mü olurmuş?”
“Valla öğretmenimiz içmeyeni dövüyor.”
Murğulişi Muradi, Yeniinsan Yayınevinin yayımladığı Kitluk romanında, birbirlerine sevgi, saygı ve güvenle bağlı Omerişi Mehmet ailesinin hikâyesiyle insanın doğayı sevmesinin, korumasının ve onunla empati kurmasının yolunun duyuşsal boyuttan geçtiğini doğal ve akıcı bir üslupla bir kez daha vurguluyor.
edebiyathaber.net (13 Eylül 2022)