Amerikalı yazar Rumaan Alan’ın yazdığı “Dünyayı Ardında Bırak”, girişi, gelişmesiyle bize çok tanıdık gelen bir “kıyamet” öyküsünü kucağımıza bırakıyor ancak konuyu hiç beklemediğimiz yerden bağlamasıyla “kıyametin” aslen nerede olduğunu ve bizim nerede olduğumuzu açıkça ifşa ediyor.
Amerika’nın beyaz orta sınıfına mensup dört kişilik bir aile düşünelim. Ebeveynlerin yakalarının rengi ten rengiyle aynıdır. Anne veya babadan birinin mutlaka kültürel veya sanatsal bir alanda bir “uzmanlığı” bulunmaktadır. Kız ve oğlan çocuklarından (eşitlik ilkesi) biri lise biri ortaokul çağındadır. İyi bir semtte otururlar. Hiç de fena sayılmayacak bir arabaları vardır. Ebeveynler anlayışlıdır. Çocuklar büyüme çağında olduğu için görmezden gelinebilecek huysuzluklar çıkarabilir, sorun değil. Bu mutlu mesut ailenin “sahipleri”, yani anne ve baba bütün kış çalışıp didinirler. Ne için? Yazın Amerika’nın bilmem neresindeki ücra bir köşede büyükşehrin ıvır zıvırından kaçıp yeşillikler arasında çocuklarıyla huzur içinde bir tatil geçirmek için. Bu tatilde yasaklar olmaz. Çocuklar diledikleri kadar televizyon izleyip abur cubur yiyebilir. Baba oğul gölde balığa gider. Anne aile içindeki (genele vurursak toplumdaki) mevcudiyetini ispatlamak için işini de tatile getirir. Genelde büyük çocuk olan kız bol bol internette, özellikle sosyal medyada takılır. Normalde zararlı olan ne varsa bu bir haftalık tatilde tüketime açılmıştır. Tüketmenin, özellikle de “yasaklı” olanı tüketmenin getirdiği haz ve “beyaz yakaları” kararana kadar çalışsalar da o anda içinde bulundukları eve sahip olamayacakları gerçeğiyle tatil boyu yüzleşmelerine rağmen bu örnek ailemiz terinin son damlasına kadar tatilden faydalanır. Ancak bir akşam aniden hava bozar. Elektrikler gider. Sular kesilir. Kısaca modern dünyanın tam ortasında yaşayan, ona göbek bağıyla bağlı olan bu ailenin “yaşam amacı” bir “tıkla” ortadan kalkar. Bir de üzerine kapı çalınır ve “tuhaf” yabancılar kaldıkları bu zor durumda hiç değilse bu geceyi örnek ailemizin evinde geçirmek, ertesi gün de ne olup bittiğine öğrenip başlarının çaresine bakmak için onlara yalvarır. Her ne kadar dominant anne buna karşı çıksa da yufka yürekli baba onları “evlerine” davet eder. Ve olaylar gelişir.
Hollywood’un zokası
Çok tanıdık değil mi? Öyle çünkü Hollywood bu mevzuyu defalarca işledi, seyirci de bile bile ladese takılarak zokayı yuttu ya da bu film veya diziler “çerezlik” parantezine girdiği için kafayı boşaltmak üzere ekran karşısına geçti. Ancak konumuz edebiyat ve elimizde bu örnekle ilgili bir kitap var: “Dünyayı Ardında Bırak”. Rumaan Alan’ın İhaki Yayınları’ndan Cumhur Özkaya çevirisiyle yayınlanan ve “Ulusal Kitap Ödülü Finalisti kitabı da girişte yazdığımla tıpatıp uyuşan bir konuya sahip fakat bir farkı var: Onu da kitabın kapağında ödüllü yazar Carmen Maria Machado tek cümleyle çok güzel özetlemiş: “İnsanlığın müşterek kıyametine odaklanan bir roman.” Bunu sonra açıklamak üzere bir kenara bırakıp kitabın konusuna geçelim.
Bize rağmen “biz”
“Dünyayı Ardında Bırak”ta, edebiyat profesörü baba Clay, özel bir şirkette çalışan anne Amanda, ufak oğlan Arcihe ve ondan biraz büyük Rose tatil için Airbnb’den doğanın içinde, dağın başında bir ev kiralarlar. Bu kocaman ev her ne kadar eski olsa da sahipleri epey bir para dökerek onu modern hale getirmiştir. Smart TV, yüzme havuzu, geniş mutfak, dört kişilik bir aile için gani gani yetecek kadar oda… Ailemiz eve yerleştikten sonra “tatil atmosferine” de girmiş olurlar. Çocuklar kafasına göre takılır, Clay ve Amanda aşk tazeler. Normalde önünden geçmedikleri market raflarındaki ürünlerden bolca alınır. Jakuzide çıplak vaziyette kokteyller içilir. Sakin bir gecede yine tatile uygun bir şekilde boş boş otururlarken Amanda bir ses duyar. Bir fısıltı. Clay sallamaz. Kendine bir içki doldurmak için ayaklanır ancak Amanda durumdan emindir ve Clay’e kapıya bakmasını söyler. Clay erkekliğe leke sürdürmemek için kapıyı açar. Altmış yaşlarında siyahi bir çifte ait dört göz kendisine bakmaktadır. Bu yaşlı çiftin söylediğine göre dışarıda “bir şey” olmuştur. Onlar da korktukları için “kendi evlerine” gelmek zorunda kalmışlardır. Çünkü ailemizin tatil evinin sahipleri bu yaşlı ve siyahi çifttir. “Ne iş?” faslı Amanda’nın haklı kıllanmasıyla uzun sürer. Ancak Clay onlardan bir zarar gelmeyeceği konusunda hem kendini hem Amanda’yı ikna eder ve Ruth ile G.H. adlı bu çifti eve kabul eder. Bu süre zarfında dış dünyayla bağlantı tamamen kopmuştur. Telefon, televizyon, internet hiçbir şey çalışmıyordur. G.H.’ye göre bu terörist bir saldırı olabilir. Belki Kuzey Kore füze fırlatmıştır. Rusya’nın işi de olabilir. Ya da bir cihatçı bedenini bombalarla doldurup bir yerde kendini havaya uçurmuştur. Zaten G.H. işi gereği “bir şeylerin” olacağını sezmiştir. O mikro ölçekli bir işletme para pul işlerine bakmaktadır ve piyasalar düşmeye ya da yükselmeye başladığında kesin bir bit yeniği ortaya çıkar. İki aile birbirine yavaş yavaş ısınır. Oradan buradan muhabbet ederler. Saatler böyle ilerlerken bir gürültü duyulur. Ardından üç tane daha. Dışarıda kesin ters giden bir şey vardır ve her iki aile de ortak hareket etme konusunda nihai karar alırlar. Bu arada yüzme havuzunu pembe flamingolar basar, yüzlerce geyik sahneye çıkar. Ufak oğlan Archie pembe kusmaya başlar ve anlaşılmaz bir şekilde dişleri dökülür. Ateşi 38 derecenin üstündedir. Clay ve G.H. onu bir hastaneye götürmek için evden kasabaya gitmek üzere yola koyulurlar. Fakat büyük gizem hâlâ çözülmemiş hâlde dışarıda bir yerlerde varlığını sürdürmektedir…
“Anormal”in “normale” dönüşü
Kitabın konusu böyle. Gelelim Carmen Maria Machado’nun tek cümlelik özetine: “İnsanlığın müşterek kıyameti” diye yazmıştı Machado. Günümüze, dolayısıyla da “Dünyayı Ardına Bırak”a cuk oturan bir tanım. Zira yazar Rumaan Alam, kitabını bir “kıyamet” senaryosu sunuyor ve okur bundan bir deprem, uzaylı istilası ya da G.H.’nin dediği gibi olağanüstü bir saldırı gibi bir şey bekliyor. Ancak Alam, “kıyametin” günümüzdeki modern dünyanın ta kendisi olduğunu anlatıyor esas olarak. Bizleri de o “kıyamete” çoktan yakalanmış şaşkın ördekler gibi yansıtmayı çok iyi biliyor. Telefonu, bilgisayarı, interneti elinden alından bir insanın, içinde yaşadığımız çağda birbirine sarılmaktan başka yapabileceği hiçbir şey kalmayacağını altını kalın kalın çizerek anlatıyor. Alam kitabında, füze saldırılarını, nükleer patlamaları, dinci teröristlerin saldırıları “normal” hale büründürürken, “kıyameti” hayata karşı olan “kablosuz” bağımlılıklarımızda yaşayan bizlerin bundan nasıl da bihaber olduğumuza vurgu yapıyor. Farklı bir “kıyamet” kitabı olan “Dünyayı Ardında Bırak”ın tek aksayan tarafı, Rumaan Alan’ın dizginleri elinden bırakmaması sebebiyle okura bir alan açmaması. Hikâyenin her noktasında yazar olaya müdahale etme gereksinimi duyuyor ve okur kendine göre çıkarımlar yapmak isterken yazarın olaya el atmasıyla karşılaşıyor. Özellikle iki ailenin diyalog kurmasıyla birlikte her iki tarafın “sesi” pozisyonuna geçen yazarın bu müdahaleleri bir yerden sonra gereksiz ve sıkıcı hale geliyor. Fakat onun dışında uzun zamandır yatmadığımız ters köşeyle bizi buluşturmasıyla “Dünyayı Ardında Bırak” “kıyametin” nerede olduğunu açık seçik beyan ediyor.
edebiyathaber.net (20 Şubat 2023)