Klaus Mann’ın kült romanı | Onur Uludoğan

Ekim 15, 2019

Klaus Mann’ın kült romanı | Onur Uludoğan

I

Demokratik rejimlerde bile sanatçıların iktidarla kurdukları ilişkiler her zaman sorgulanır. Demokratik olsun olmasın hemen her rejim, meşruiyetini pekiştirmek adına kültür sanat alanında etkin olmak, kabul görmek ister.

Popülist, ılımlı otoriter figürlerin veya diktatörlerin yönetimde olduğu ülkelerde ise sanatçılardan, muhalefet göstermeseler bile egemen rejimle aralarına mesafe koymalarını bekleriz. Çoğunlukla da böyle olur.

Kimi dönemlerde egemenler, sanatçıların açıktan açığa kendilerinden olduklarını göstermelerini en azından rahatsızlıklarını gizlemelerini beklerler. Beklentileri doğrultusunda tutum sergilemeyenlere ise güçleri oranında baskı uygularlar, sürgüne gitmelerine göz yumarlar ya da bir bahane bulup onları hapse atarlar.

Dünya tarihi, egemen güçlerle sanatçıların ilişkilerine dair ibret alınabilecek öykülerle doludur.

Nitelikli sanat eseri üretecek kadroları olmayan despot yönetimler, maddi güçlerini kullanarak, aba altından sopa göstererek veya açıktan açığa tehdit ederek muhalif sanatçıları devşirmeyi de hedeflerler.

II

Gustav Heinrich Arnold Gründgens, 22 Aralık 1899 ile 7 Ekim 1963 arasında yaşamış, Alman tiyatrosu tarihinde, adı en önemli oyuncular arasında sayılan aktör ve sanat yönetmenidir.

1. Dünya Savaşı ertesinde başladığı tiyatro kariyerini, Düsseldorf, Hamburg ve Berlin gibi şehirlerde sürdürür.

Kariyerinin başlarında “ateşli” bir komünist olarak tanımlanır ve bu döneminde Klaus Mann ile yakın dost ve çalışma arkadaşı olurlar. Bu dostluk ve çalışma arkadaşlığı, Klaus Mann’ın kardeşi Erika Mann ile Gustav Gründgens’in evliliğiyle pekişir. Bu evlilik yalnızca üç yıl sürecektir.

Gustav Gründgens, bu dönemde adını Gustaf olarak değiştirir.

Gustaf Gründgens, Nazilerin iktidara gelmelerinden sonra da oyunculuk kariyerine devam eder ve bu süreç, aktörün Hermann Göring tarafından devşirilerek Prusya Devlet Tiyatrosu’nun müdürlüğüne getirilmesiyle devam eder.

2. Dünya Savaşı bitene kadar, Gustaf Gründgens’i Nazi iktidarının yanında görürüz. Oyunculuk ve müdürlük kariyerini sürdürür, kimi propaganda filmlerinde rol alır vs.

Savaştan sonra, 1945 yılında Sovyet askerleri tarafından esir alınan Gründgens yargılanır ancak savaş sırasında ölümden kurtardığı komünist aktör Ernst Busch’un tanıklığı sayesinde ceza almaktan kurtulur.

Gustaf Gründgens 7 Ekim 1963’de, çıktığı Dünya turuna devam ederken Manila’da geçirdiği bir iç kanama ile yaşama veda eder.

III

Klaus Mann, Gustaf Gründgens’in yaşamından yola çıkarak, “Mephisto, Bir Kariyerin Romanı” isimli eserini yazar. Kitap, 1936’da yayımlanır ancak kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle yasaklanır. 1981 yılına kadar Mephisto’nun yeni baskısı yapılamaz.

István Szabó, kitabı aynı isimle sinemaya uyarlar ve film, başta Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı olmak üzere onlarca festivalde on beş civarında ödüle layık görülür.

Romandan yola çıkan Ariane Mnouchkine, bir tiyatro oyunu kaleme alır. Bu uyarlama, Özdemir İnce tarafından dilimize çevrilir ve Mephisto oyunu Türkiye’de de sahnelenir.

Buna rağmen, Klaus Mann’ın zamanla kült mertebesine ulaşan romanı 2019 yılına kadar Türkçeye çevrilmez.

Oğuz Demiralp, 16.05.2019’da Cumhuriyet Kitap ekindeki köşesinde bu duruma dair düşüncelerini yazar:

(…) “Gelgelelim, romanın Türkçeye aktarıldığına ilişkin bir bilgiye rastlamadım. Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı öyküsünün her baskı döneminde okunması gerektiğini yazmıştım başka bir vesileyle. Klaus Mann’ın Mefisto’sunu da baskı dönemlerinde mutlaka okumak gerekir. Kitapçılarda bir sürü uyduruk kitabı vitrinlerde görürken Mefisto’nun bulunamaması gerçek bir eksikliktir.”

IV

Klaus Mann’ın yazdığı Mephisto’da, yukarıda yaşam öyküsünü özetlemeye çalıştığım Gustaf Gründgens’in yaşadıklarıyla paralellik taşıyan bir hikâye okuruz.

Roman bir prologla başlar. Okuduğumuz prologda, Heinz Höfgen isimli aktör, adını Hendrik Höfgen olarak değiştirmiştir ve 2. Dünya Savaşı’nın getireceği yıkımın hemen öncesinde, gücünün doruğundaki Nazi iktidarının olanaklarından sonuna kadar faydalanmaktadır.

Yirmi sayfa civarında süren Prolog bölümü, romanın devamı için anahtar niteliğinde. Bu nedenle bölümü, doğum günü kutlaması için bir araya gelmiş insanların arasındaki gerilimlere ve birbirleriyle kurdukları diyaloglara dikkat ederek okursak romanın devamında anlatılacaklara hazırlanmış oluruz.

Prolog bölümü bitince Höfgen’in kariyerinin başına döneriz ve devrimci tiyatro yapma hayalindeki bir aktörün, ruhunu şeytana satışına adım adım şahit oluruz.

Höfgen, burada evrensel bir tipi temsil eder. Bu tip aracılığıyla iktidarlar karşısında diz çöken ve bunu oldukça bilinçli bir şekilde yapan insanlara dair çok şey öğreniriz.

Mephisto’da sanat ve tiyatro çevresindeki karakterlerin dışında yer alan dönemin yöneticileri, adlarıyla anılmaz. Adolf Hitler, Führer veya diktatör; Joseph Goebbels Propaganda Bakanı veya topal; Hermann Göring, Başbakan, general, pilot veya şişko olarak anılır.

Yazarın bu tercihi, muhtemelen romanın yazıldığı dönemde hayatta ve iktidarda olan politikacıların adlarını açıkça anmanın zorluğundan meydana gelmiştir. Ancak aradan geçen onca yılın ardından Mephisto’yu okuduğumuzda bu tercihin, romanın evrenselliğine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Höfgen karakteriyle tanıştığımız sayfalarda, aktörün adının yanlışlıkla “Henrik” olarak yazılmasını ve aktörün, “Gün gelecek herkes adımın “Hendrik” olduğunu öğrenecek.” şeklindeki düşüncesini okuruz. Bu tutum Hendrik Höfgen’in güce ve şöhrete duyduğu açlığın en somut kanıtlarından biri olarak gösterilebilir.

 Hendrik Höfgen, roman boyunca aldığı her kararda, ilkelerinden ödün vermediğine kendi kendini inandırır. Aktörün kendini kandırması ve insani zaafları, onu içinden çıkamayacağı bir noktaya sürükler.

V

Klaus Mann Mephisto’yu, Nazilerin Almanya içinde iktidarını pekiştirdiği, uyguladıkları baskı rejimi nedeniyle içerideki muhalifleri ve azınlıkları son bireyine kadar yok edeceklerini açıkça gösterdikleri bir dönemde kaleme almış.

İçerde durum böyle iken, başta Birleşik Krallık ve SSCB olmak üzere çoğu Avrupa ülkesi Hitler’i haylaz bir çocuk olarak görür ve ikili anlaşmalar ile kontrol altında tutabileceklerini düşünür. İşin aslının öyle olmadığını anlamak için birkaç yıl daha beklemek gerekecektir.

Mephisto, bu açıdan bakıldığında bir erken uyarı ateşi gibidir. Roman boyunca, Klaus Mann kimi yerlerde anlatının aksamasını da göze alarak araya girer. Tasvirlerinde öznel yargılara oldukça sert bir şekilde başvurur ve bir sanatçı olarak üzerine düşen görevi yapmaya çalışır.

Benzer bir erken uyarı mesajını bu romandan dört yıl sonra Charles Chaplin, The Great Dictator ile vermeye çalışır ancak o noktadan sonra tüm dünyayı etkisi altına alacak kan banyosunun başlamasını durdurma imkânı kalmaz.

VI

Oğuz Demiralp, yukarıda andığım yazısının sonlarına doğru, “Bu romanı sadece sanatçılar değil, herkes okumalı. Çünkü yükselmek için olumsuz yönetimlere ruhunu satmamayı öneren bir roman.” cümlelerini kurmuştu. Mephisto’yu bitirdikten sonra, Demiralp’in çağrısın son derece yerinde olduğunu düşünmeden edemedim.

Almancadan yaptığı değerli çevirilerle bizi pek çok önemli kitapla buluşturan M. Sami Türk, bu romanda da aksamayan bir çeviriye imza atmış.

Everest Yayınları da Modern Klasikler serisine değerli bir kitabı daha eklemiş. Keşke, romanın kapağına István Szabó’nun uyarlamasından bir kareyi almasalarmış. Bu tercih, romanı okurken Klaus Mann’ın paragraflar boyu yazdığı Hendrik Höfgen tasvirlerinin boşa çıkmasına neden oluyor.

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (15 Ekim 2019)

Yorum yapın