Romanın başkahramanı Hayal, dedesi ve babaannesiyle birlikte Gümüşsuyu’ndaki eski bir konakta yaşamaktadır. Dedesi Arif Bey gravür kitap tutkunu bir koleksiyonerdir. Babası ölünce ticareti bırakıp sahaflığa başlamış, handaki üç dükkânı bu uğurda satmıştır. Az bulunur bir gravür kitap için eşi Fazilet Hanım’ın elmas küpelerini satacak kadar gözünü hırs bürümüş bir adamdır. Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan Hayal ise, bir taraftan yazdıklarını yayınlatmanın yollarını aramakta, öte taraftan da büyükannesi Gülperi Hanım’ın, dedesi Arif Bey’e emanet ettiği Osmanlıca günlükleri yeni yazıya aktarmaya çalışmaktadır.
2 Ekim 1914’te başlayan günlükler, 3 Haziran 1915 ve ardından gelen tarihsiz bir notla sona erer. Gülperi Hanım hayranlık duyduğu ve zamanla âşık olduğu Aret’ten piyano dersleri almıştır; bol bol kitap okur, şiirler yazar. Yazdığı şiirler zamanla düzenli olarak toplantılarına katıldığı Hanımlar Mecmuası’nda yayınlanmaya başlar. O annesinin istediği evinin kadını, çocuklarının annesi olmak yerine, babasının da desteğiyle toplumsal cinsiyet rollerini sorgular, özne olmak için gayret gösterir. Osmanlı modernleşme hareketiyle ortaya çıkan zihin ve yaşam biçimi dönüşümleri Gülperi’nin hayatıyla iç içe geçmiştir. Aret’le flört eder, bir süre sonra nişanlanırlar. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla babasının bütün gayretlerine rağmen Aret, Ermeni Sürgünü’ne dahil edilir. Yollarda hastalanır, onu almaya gelen Gülperi Hanım’ın kollarında can verir.
Romanın başkahramanı Hayal’in hayatına yön verip onu etkileyen öbür kadın Nurperi ise roman boyunca, bütün kadınların ortak yüzü, bilinçaltlarında olmak istedikleri ben, kadın yazarın simgesi olarak bir görünüp bir kayboluyor. Ona zor zamanlarında, hayal kırıklıklarında destek oluyor, tartışarak rahatlamasını sağlıyor. Hayranı olduğu ünlü bir yazarın imza gününde, öykülerini götürdüğü dergi editörünün ofisinde ve okuldaki hocasının davetiyle gittiği kitap tanıtım kokteylinde karşılaştığı soğuk ve yabancılaşmış insanların yarattığı duygu durumlarıyla onun sayesinde hesaplaşmaya girişiyor. Günümüzde yazdıklarını yayınlatma arayışına giren birçok okuyucu; bu bölümlerde mutlaka kendi yaşadığı olumlu ya da olumsuz deneyimlerden parçalar bulabilir: “Evet, tabii ya, beni bunca zamandır mutsuz eden şey buydu. Neden yazdıklarım yayımlanmadan mutlu olmayı bilemedim ki! Zihnimin odasında bekleşen onlarca kahramanıma kâğıt üzerinde hayat buldururken ne kadar mutlu olduğumu ne çabuk unuttum. Yazmaktan duyduğum mutluluğun yerini zamanla yazdıklarımı yayımlatamamaktan duyduğum sıkıntı ve mutsuzluk aldı. Ben o ilk mutluluğumu unuttum.”
Huzursuz Periler’in yazarı Özlem Narin Yılmaz; Hayal ve büyükannesi Gülperi Hanım’ın olgunlaşma hikâyelerini, üç kuşağın birlikte yaşadığı konak üzerinden görünür kılan bir tür aile romanı kurgulamış. Ancak Hayal’in babası Ali Cevdet’in varlığı bu klişeyi sarsıyor. Belki de bu sayede roman kişileri karaktere dönüşmeye başlıyor. Ali Cevdet eşcinseldir, ailesine açılır, özellikle babası Arif Bey tarafından reddedilir. Onların zoruyla evlenmeyi kabul eder, ancak sürdüremez. Hayal’in annesi onu dede ve babaannesine bırakarak evi terk eder. Sevgilisi Sinan’la ayrıldıkları dönemde Ali Cevdet ağır bir bunalıma girer. Romanın “Yılbaşı Gecesi” adlı bana göre en etkileyici bölümü bir tür aile içi hesaplaşmanın billurlaştığı an olarak hafızalara kazınıyor.
Huzursuz Periler’i bitirdiğimizde Hayal ve Gülperi Hanım’ın karaktere dönüştüklerini fark edebiliriz. İkisinin anlatıları üzerinden kurulan geçmiş ve şimdi arasındaki geçişlilikler, çizgisel zamanı kırdığı için okuyucuyu metin boyunca daha aktif kılıyor. Eşcinselliğin ve Ermeni Tehciri’nin ele alınış biçimi ise metnin değerini artırıyor. Betimlemeler konağın yıkıma giden atmosferini kurmada çok etkili biçimde oluşturulmuş ve kesinlikle çok işlevseller. Gülperi, Arif Bey ve Ali Cevdet yan karakterler olarak; merkez karakter Hayal’i çelişkileriyle daha derinlikli bir karakter haline getiriyorlar.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (10 Aralık 2018)