Yetişkinlerin başı birçok şeyle dertte olsa ve birçok şeyi doğru dürüst yapamasalar da, çocuklardan her şeyin mükemmeli beklenir. Geleceğin tambur üstadının, kemiklerin adını öğrenmemiş olması, olimpik madalya koleksiyonerinin sıcak-soğuk renkleri karıştırmış olması için küçük çapta kıyametler kopartılır. Bir çiçeği büyülenmişçesine izlemesine izin verilmez, mutlaka çok önemli olan bir yığın ödevi yapmaya çağrılır ısrarla. Biraz da, iflah olmaz yetişkinleri hoşgörme, onları sıkıntılarından kurtarma çabası değil midir çocuk edebiyatı?
Kalemi verimkâr Sevim Ak, “Sen, Ben, Elma Ağacı”nda, bizi kuşatan bir dolu sorunu masaya yatırıp, sayı fetişisti anne babayı sağaltıp, köşeye sıkışan Bilgin’i bilgece ferahlatmaya çalışıyor.
Sayılarla açılıyor kitap, öyle ya günümüz dünyasında insanlar sayılardan oluşuyor. Tarih boyunca hiç olmadığımız kadar niceliğe gömülmüş durumdayız. İki yüz adım atmakla, bir, üç, beş…kartopu yemekle, altı lira verip iki simit almakla, üç kişilik zorba timinin irili ufaklı sataşmalarına maruz kalmakla geçiyor Bilgin’in günleri. Denklemi bozup nitelik devrimini gerçekleştireceği o bir dostu ne zaman bulacak bilemiyor. Hayat arkadaşının ölümünden sonra “ne derler”i çalımlayıp iyice çılgınlaşan gönül virtüözü ninesine gittikleri günlerde içi biraz olsun rahatlıyor. Kökü derinlerde olan ninenin gövdesi ve dalları anne babasına göre epeyce yakın gökyüzüne. Naftalin kokuları yükselmiyor sohbetinden, hep narenciye tazeliğinde rayihası.
Birgün bir çocuk geliyor sınıfa, dünyanın yükünü omuzlamış olduğunu sora sora öğreneceği, yıllardır beklediği o bir, biricik dostu olacak Musa. Suriyeli, mülteci, ailesinin akıbetinden habersiz ve hep ümitvar Musa. Yağmurda, rüzgârda uçusan, yıpranan prefabrik konutun mütebessim çehresi Musa. Zorbalığı takmayan, kendi kendisinin dalgacısı, diğerkâmlık süvarisi Musa. Yıllar önce toprağa ektiği elma çekirdekleriyle yazgısını teyellemiş ve gözünü güzelliklere dikmiş olan Musa.
Alt tema şampiyonu olan kitabı, bir yerinden tutup yeterince anlatmaya, eleştirmeye çalışmak epeyce güç. Akran zorbalığından, ebeveyn duyarsızlığına, mülteci sorunundan, sokak hayvanlarına, hikaye anlatımından, koruyucu aileye, doğa sevgisinden, hakiki dostluğa ve çocuk edebiyatının kendisine kadar çeşit çeşit meyve vermiş edebiyat ağacı kıvamında. Bu yoğunluk belli kalıpları beraberinde getirse de, yazarın kalem kıvraklığıyla soruna dönüşmesi engelleniyor ve okura alternatif sonlar tasarlama imkanı verecek kadar dingin dönemeçler barındırıyor.
Barındırdığı türlü deyimlerle öğretmenlerin gözdesi olması işten değil. Bazen kantarın topuzu kaçıyor ve paragrafın tamamına deyimler mührünü vuruyor. Tam o noktada bilgi esintileri, öğretici rüzgârlara dönüşüyor ve okuru azıcık üşütüyor.
Bilgin’in ninesiyle, Musa’nın dayısının ortak özelliği yaşanmış olanı damıtıp bugünleri anlamlı kılmaları. Hatıralar öykülerle dile geliyor. Eşyaya, tek tek bırakılan izleri, hatıraların alfabesi diye selamlamak da, bırakılan izleri kat kat boyayla yenilemek de mümkün. Haliyle, “yaktınız yıktınız her şeyi, yok ettiniz anıları köftehorlar” diye ünleyen dayıyı anlamıyor, vitrin diliyle konuşan yeniyetmeler.
Yazılan mektuplarda çiğ konuşmalarla, derin iç döküşler yer değiştiriyor. Suçlayıcı sığ dil, anlayışın derinliğine yelken açıyor. Çatışmalar gönül dilinde tutunamıyor.
Musa, Bilgin’e sayıları, Bilgin babasına, hayallere dalmayı öğretiyor. Güvenlik endişesi gidiyor hürriyet neşesi geliyor. Çekirdek ailenin endişe dolu hesapları, geniş insanlık ailesi lehine bozuluyor. Elma çekirdeklerinden heybetli bir ağaç yetişiyor. Gözümüz gönlümüz yeşeriyor.
Adnan Saraçoğlu – edebiyathaber.net (4 Mayıs 2021)