Kuşağının Özgün Anlatıcısı
“1950 Kuşağı” yazarlarından olan Demir Özlü, “yazı yazma denilen o belirsiz, değişik” yolculuğu yıllardır yurtdışında sürdüreduruyor. 1980 yazında İsveç’e yerleşen Özlü, kuşağının verimli kalemlerinden biri oldu. Öyküler, romanlar, günceler, anlatı ve denemeler yazdı. Yazarlığının, bu süreçte, yepyeni bir boyut aldığı gözlenir. Uzunca bir süre yurda dönemedi. İlkgençlik yıllarının geçtiği, tutkuyla bağlandığı kentin, İstanbul’un özlemi yazdıklarına sindi. Yazarlığının anakarası olan bu kentin sürgünlüğünde yaşadı uzunca bir süre. Onu gezgin kılan sürgünlük duygusu, yazı coğrafyasını renklendirdi. “…yazıp durarak kendine sahip çıkmak” düşüncesinin izlerinde dolaştı, varoluşun dehlizlerine bu duyguyla indi. Sarstı, sarsıldı. “Yazmanın dolduracağı bir yaşam biçimi”ni önceledi sürekli. Sonraları, koptuğu bu kente döndü sık sık…Çocukluğunun, ilkgençlik günlerinin izlerinde dolaştı, dolaştırdı okurunu.
Özlü, 9 Eylül 1935’te İstanbul Vefa’da doğdu. İlköğrenimini Simav İlkokulu ve Ödemiş İlkokulu’nda, ortaöğrenimini Ödemiş Ortaokulu ve İstanbul Kabataş Lisesi’nde tamamladı (1953).“Değişen İstanbul”u anlatırken, o günlere dönerek, şunları söyler: “…Vefa’da doğdum. Ünlü bozacının önünden yirmi metre kadar Şehzadebaşı yönüne doğru yürürseniz, bir çıkmaz sokak vardır, orada, şimdi yıkılmış olan bir tahta evde. 1940 yılına kadar İstanbul’da kaldım. Sonra annemle Burdur’a gittik. Ardından Hasan Ali Yücel’in eğitim politikasına hayranlık duyan ailemle Simav’a, İzmir’in ilçesi –eski Rum kenti- Ödemiş’e, İstanbul’a yeniden dönüp de Kabataş Lisesi’ne yatılı olarak yazıldığımda, o ünlü 1950 yılı yaklaşıyordu.”(1)
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1959). Fransa’ya gitti. İlk adımın izlenimlerini şöyle dile getirir: “1961 yılı sonbaharında, Marsilya’dan bindiğim trenden Gare de Lyon’da inince, ilk olarak ayak bastığım düşlerin Paris’inde, doğruca gittiğim yerin Cafe de Flore olduğunu saklamayacağım. (…) Kuşkusuz o gün, Cafe de Flore’un en erkenci müşterileri arasında yer almış, kahvenin terasında bulvarı gören bir köşeye oturmuştuk. Raspail Bulvarı’ndaki Öğrenci Merkezi’nin açılmasını orada bekleyecektik.(…)Bulvarın ağaçları arasında, bu geleneksel öğrenci mahallesinde, en dikkatimi çeken şey, gençlerin giyimlerindeki, genç erkeklerin saç ve sakallarındaki otantik özgürlük oldu. Yerleşik, kendiliğindenleşmiş saçlar, sakallar, pipolar ya da boyun atkıları…Giyim de, kendi yadsımacı başkaldırısı içinde onlarla uyumluydu. Çok yeni olmasa da. Başka bir yer de olduğumu bana metronun gürültüsünden de, kokusundan da çok duyuran şey.”(2)
Fransa dönüşünde, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde Hukuk Felsefesi ve Metotbilim Kürsüsü’nde asistanlık yaptı (1961-64). Siyasal eylemleri nedeniyle işine son verildi. 1967’de, Tuzla Piyade Yedek Subay Okulu’ndan çavuş olarak çıkarılınca, askerliğini er olarak Muş’ta ve İstanbul’da yaptı. Avukatlık mesleğini seçti. Bir süre İstanbul’da avukatlık yaptı. 1979’da, eşinin ülkesi İsveç’e gitti. Stockholm’de yaşamını sürdürürken, Köln’de yayınlanan Demokrat Türkiye Gazetesi’nde 1983’te yayımlanan “Danışma Meclisi ve Anayasa” başlıklı yazısı nedeniyle, 12 Eylül döneminde kovuşturmaya uğradı.1986’da, ‘yurda dön’ çağrısına uymadığı için, Bakanlar Kurulu kararnamesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı.
1988’de yurda dönmek için İçişleri Bakanlığı’na başvurdu: “Bu başvuruyu iki ilkeye inandığım için yapıyorum. Birincisi, kişi dokunulmazlığımın güvence altına alınmasını istiyorum. Çağdaş hukukta en başta gelen ilke, kişi dokunulmazlığı ve özgürlükleridir. İkincisi, içinde bulunduğum belirsiz durumun açıklığa kavuşmasını istiyorum. Devlet, insan hakları söz konusu olduğunda tarafsız, saygın bir organ gibi davranmak zorundadır Bir devlet ve onun icra organı olan hükümet, vatandaşlarını, eski vatandaşlarını ya da başka uyruktan insanları belirsizlik içinde bırakamaz. Onlara karşı hile yapamaz, komplo hazırlayamaz.” Sözleriyle de bu başvurusunun gerekçesini açıkladı.(3) 13 Kasım 1989’da yurda döndü, yeniden vatandaşlık hakkını elde etti.
Yazı Yolunun Biçimlenmesi
Özlü, yazın yaşamına şiirle başladı. Bu başlangıçtaki etki kaynağı ise, Kabataş Lisesi’ndeki edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil’dir: “Edebiyatın, gerçek edebiyatın ne olduğunu Behçet Necatigil’le birlikte öğrendim. Derslerde büyük Alman romantiklerini okurdu bizlere. Keller, Kleist, Hoffman… Bizler de gece etüdlerinde, biraz da gizlice, o kitapları okumayı sürdürürdük. Bir gün Behçet Hoca, bize, kendi çevirdiği yeni bir kitabı okumaya başladı. Yazarının adı Rilke idi. Kitabın adı ise Malte Laurids Brigge’nin Notları.
O olağanüstü çevirinin ilk satırlarını dinlerken yaşamımın ve yazgımın değiştiğini, yepyeni bir dünyaya adım attığımı farkettim.”(4)
İlk şiirlerini okuduğu lisenin edebiyat dergisinde (1952) ve Türk Dili dergisinde yayımladı (1953-55). “A Kuşağı” içinde yer aldı. 1955 sonrası yayımladığı öyküleriyle tanındı. Ait olduğu kuşağın yazın anlayışının gelişmesinde etkili oldu. Özlü, kuşağının bu oluşum çizgisini yıllar sonra şöyle değerlendirecektir: “…1950 Kuşağı denilen kuşak (buna bir yaş dönemi dersek, belki daha iyi olur) daha çok bazı eğilimler, bu eğilimlerin de içinde yer alan mitoslar dolayısıyla bir araya gelmişti. Hatta dostlukları da önce bunların harekete geçirdiğini söyleyeceğim; yani ortak eğilimlerin, ortak mitosların, modern (yeni) bir edebiyat yaratabilme – bunun içine de içinde yaşanılan toplumla derin bir hesaplaşma, köklü bir eleştiri yerleştirme (dolaylı yoldan, edebiyatın temel öğesi metaforlar yoluyla yapılan bir eleştiri)- mitosu, insanın durumunu,- edebiyatı makale düzeyine indirmeksizin, tersine edebiyatı derinleştirerek- bütün çıplaklığıyla ortaya serebilme eğilimi vb…”(5)
Mavi, Pazar Postası, Ataç, Yeni Ufuklar, A, Yeni Dergi, Soyut, Cumhuriyet, Politika, Yeni Yüz Yol gibi dergi ve gazetelerde öyküler, denemeler, eleştiri ve çeviriler yayımladı.
Soluma adlı kitabıyla 1964 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü, Stockholm Öyküleri ile 1989 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, Bir Yaz Mevsimi Romansı ile de 1990 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. İthaka’ya Yolculuk’a da 1998 Yunus Nadi Roman Armağanı verildi. Amerika 1954 ile de 2004 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nün kazandı. 2013 yılında da Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nü aldı.
Anlatı Dünyasında Belirleyici Olan
Öykü ve romanlarında genellikle küçük burjuva aydınlarının dünyalarını konu edindi. İlk dönem öykülerinde bireyin yabancılaşmışlığını, mutsuzluğunu, iç dünyasının çatışkılarını, yalnızlığını dile getirerek toplum içindeki umutsuz, bunaltılı ve karamsar yanlarını sergiledi. Varoluşçu felsefenin yazın anlayışına bağlı kaldı. Son dönem öykülerinde, toplum ve çevre, kent-mekan ilişkilerine bağlı insanın gerçekliğini daha yalın biçimde yansıttı. Giderek varoluşçu çizgiden uzaklaştığı gözlendi. O, bu farklılaşma çizgisini şöyle değerlendirir: “Kuşağımın bazı temsilcilerinde olduğu gibi bende köklü bir değişme olduğunu söyleyemeyeceğim. Hikayelerimde belli bir kapalılıktan –ezoterik- olma eğiliminden yaşamla daha çok alışverişi olan bir açıklığa doğru yol almış olduğu doğrudur. Romanlarsa yaşamla daha çok dolu. Ama, öyle sanıyorum ki 1960 sonrasının görece özgürlük ve toplumsal sorunları tartışma ortamı olmasaydı da, gelişme bu yönde olurdu sanırım. Değişme bireysel oluşumumla ilgilidir.”(6)
Anlatılarını gözlemci, gerçekçi bir bakış üzerine kuran Özlü, yaşadığı, gezdiği yabancı kentlerin, oralarda gözlemlediklerinin/ tanıklıklarının izleklerini son dönem ürünlerinde yoğun biçimde işledi. Bu süreçte yazınsal konumunu farklı bir düzleme getiren Özlü; günce, anı, anlatı türlerinde de ürünler verdi.
Özlü, “İnsana kendi dilinin yazarları çok şey söyler. Sait Faik beni kökten etkilemişti.” Sözleriyle, biraz da öykü anlayışının uçlandığı noktaların ipuçlarını verir. Biz bir kopuş kuşağıyız”, derken de, kuşağının ve kişisel tarihinin konumlandığı yeri şöyle göstermeye çalışır: “Tarihin – özellikle de bizim geçmişimizin- değer diye yücelttiği şeylerden kopuş, tarihin kör ve yaygın kalıpları-yapıları- geleneklerden kopuş. Estetik değer diye öne sürülenlerden kopuş.(…) Ama bizimki, estetik alanda başka değerlere yaslanan bir kopuştu: İnsanın derin bunalımını ve tedirginliğini de ortaya koymaya çalışan bir yadsımacı edebiyattı.”(7)
Romanlarında yaşadığı dönemin/ortamın insan ilişkilerini yansıtmayı amaçladı.
Bir Uzun Sonbahar, Özlü’nün, aydının konumunu irdelediği ilk romanı. Toplumsal ortamın biçimlediği ilişkilerin yansıları, sürüklenilen ortamlar, ikili ilişkilerin durumu romanın ana izleklerini oluşturur. Bireyin parçalanmışlığı, bunalımları, savrulmaları romanın gerçeklik boyutunu oluşturur. Fethi Naci, romanın bu yanlarına değinirken, Özlü’nün buradaki başarısının altını şöyle çizer: “Demir Özlü, belirli bir dönemde yaşayan, belirli koşulların biçim verdiği bir aydın tipini ustaca çiziyor. Kolay suçlamaların gülünçlüğünü biliyor. Çekilen acıyı biliyor. Yaşanan yalnızlığı biliyor. Nesnel koşulların ağır basacağını biliyor. Bunun için de düzmece ‘iyimserlik’lerden uzak kalıyor.”(8)
Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları bir dönemin, bir kuşağın aydınlarının gerçekliğini yansıtır. Doğan Hızlan’ın deyimiyle; “…çalkantılı bir toplumdaki yitik kuşak’ı dönüşüm eşiğinde kapıda bekleyen kuşağı anlatıyor.”(9)
Bir Yaz Mevsimi Romansı, özyaşamsal izler getiren bir roman. Gene aynı kuşak insanlarına farklı bir ortam ve dönemden bakış. Romanın kahramanı yazarın 12 Mart dönemi sonrasında sürüklendiği Stockholm ve İstanbul arasındaki yaşantısı anlatılır. Yaşanılan kent ve gerçekliği yurtsama duygusuyla iç içe anlatılır.
İthaka’ya Yolculuk, sürgünlük teması üzerine kurulu. Yurdundan ayrı düşün bir yazarın ayrı kalış, kavuşma özlemi ve savruluşu anlatılır. Özlü, bir bakıma da kendi kişisel tarihinden izler düşürerek yapıyor bunu. Romana adını veren İthaka izleğini ise şöyle açımlıyor: “İthaka benim için temelde İstanbul’dur, İstanbul’un bağlı olduğum yerleri…Örneğin eski sinemalar bölümü. Kitabın son bölümlerini yazarken İthaka’nın bir de çocukluğumun geçtiği yerler, Burdur, Simav kasabası ve 18 yaşımdan sonra sahip olduğum çalışma odaları olduğunu anladım. İthaka, geçmişimizden bizi çeken her yerdir, insanın kendi yurdu yani.”(10)
Yazınsal denemelerin yanı sıra güncel ve siyasi konular üzerine de yazılar yazan Özlü’nün, dünyayı ve yaşadığı yeri/ortamı kavramaya dönük bir çaba içinde olduğunu söylemeliyim.
Öykü: Bunaltı, 1958; Soluma, 1963; Boğuntulu Sokaklar, 1966; Öteki Günler Gibi Bir Gün, 1974; Aşk ve Poster, 1980; Stockholm Öyküleri, 1988; İstanbul Büyüsü, 1994; Geçen Yaz Kentte Kızlar, 2001; Şapka , Deniz Kıyısı ve Yüz, 2001; Sürgün Küçük Bulutlar (toplu öyküler), 2012; Kendi Evine Varamamak, 2021; Güvercinler ve Matmazeller, 2018.
Roman: Bir Uzun Sonbahar, 1976; Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları, 1979; Bir Yaz Mevsimi Romansı, 1990; Tatlı Bir Eylül, 1995; İthaka’ya Yolculuk, 1997; Amerika 1954, 2004; Dalgalar, 2006.
Anlatı: Bir Beyoğlu Düşü, 1985; Berlin’de Sanrı, 1987; Kanallar, 1991; Önünde Boş Bir Uzam, 2012; İşte Senin Hayatın, 2015.
Günce: Berlin Güncesi, 1991; Paris Güncesi, 1999; Paris Günleri, 2017.
Anı: Sürgünde On Yıl, 1990;
Deneme/Eleştiri/İnceleme:12 Eylül Dönemi Siyasi Yazılar, 1989; Borges’in Kaplanları, 1997; Kentler, Kadınlar ve Yazarlar, 20023; Samuel Beckett’in terzisi, 2003;
Düzyazı, Şiir/Öykü: Balkur’da Akşam Yemeği, 1997
Gezi: Ne Mutlu Ulysses Gibi, 1991; Kanal Kentlerinde, 2010.
Mektup: Özyurdunda Yabancı Olmak/Demir Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları, 2017
Kaynaklar
1) Demir Özlü, “Değişen İstanbul”, 22.4.1990
2) Demir Özlü, Ne Mutlu Ulysses Gibi, s.17, 1991, Simavi Yay., 123
3) Yavuz Baydar, “Devlet tarafsız davranmalı”, Cumhuriyet,
17.4.1988
4) Onat Kutlar, “Kuzeye Yolculuk”, Cumhuriyet, 3.10.1993
5) Fatma Oran, “Biz bir kopuş kuşağız” (söyleşi), Cumhuriyet,
3.12.1989
6) Adnan Özyalçıner, “Demir Özlü ile Söyleşi”, H. Gösteri, Haziran
1981, sayı: 7
7) F. Oran, ags.
8) Fethi Naci, “Bir Uzun Sonbahar”, Politika, 26.7.1976
9) Doğan Hızlan, “Çalkantılı Bir Dönemin Güncesi”, Cumhuriyet,
22.3.1979
10) Fecir Alptekin, “Düşlerim dokundu İstanbul’a…”, Cumhuriyet, 5.7.1998
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (16 Şubat 2021)