İngiliz yazar Darren Simpson’ın yazdığı “Öteorman”, bir gençlik romanı için çetrefilli bir konu olan “kişinin kendisiyle yüzleşmesini” zor bir yerden yakalayıp aktarırken kurduğu fantastik dünyanın aşina olduklarımızdan ayrılmasıyla da roman türdeşlerinden farklı bir yerde duruyor.
“Bir kaşık ve bir kase kek karışımı olmadan tek başınıza yapabileceğiniz en eğlenceli şey yazmaktır. Sadece şeylerden kaçmanıza değil, aynı zamanda onlarla ilginç şekillerde yüzleşmenize de izin verir. Gerçek hayat harika ama aynı zamanda kafa karıştırıcı, göz korkutucu bir şey olabilir. Zamanımın çoğunu şaşkın ve kafamı kaşıyarak geçiriyorum ve yazarken rahatlayıp kontrolü ele alıyorum- en azından karakterlerim kendi işlerini yapmaya başlayana kadar, ama hepsi eğlencenin bir parçası. Özellikle cesareti, kendini keşfetmeyi ve günlük hayatın tuhaflığını keşfetmek için alışılmadık ortamlar kullanmayı seviyorum.” Kendi kendine sorduğu, “Neden yazıyorum?” sorusunu böyle cevaplıyor İngiliz yazar Darren Simpson. Eşi ve iki oğluyla Nottingham’da yaşayan Simpson, bir süre bir rock grubunda davul çalmış. Sonra, “Yazmanın sadece gerçekten kaçmanın bir yolu olmadığını, aynı zamanda gerçekle sıra dışı bir karşılaşmanın aracı olduğunu” keşfedip yazmaya yönelmiş. Yazarın ilk romanı “Çöpçüler”, 2021 yılında Emphaty Lab Organizasyonu’nun #ReadForEmpaty Koleksiyonu’nun aday listesine girmiş. Literacy Trust Vakfı’nın düzenlediği “Read On” kampanyasında yer alan “Çöpçüler”, aynı zamanda UNESCO tarafından Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni yansıtan kitaplar arasında gösterilmiş. Ayrıca Hindistan’daki sürdürülebilirlik konulu oturumda “Değişim için Okuma” programını başlatan kitap olmuş ve Reading Agency’nin Yaz Okumaları listesinde yer almış. Simpson’ın ikinci romanı “Anı Hırsızları” da hem eleştirmenler hem de okurlarca büyük beğeni toplamış ve Dünya Kitap Günü Yaz Okumaları listesine girmiş. Darren Simpson şimdi de Genç Timaş etiketi, Esma Fethiye güçlü çevirisiyle yayınlanan “Öteorman” kitabıyla Türkiyeli okurların karşısında. “Öteorman”, Simpson’ın girişte değindiğim yazma merakına karşılık, “Özellikle cesareti, kendini keşfetmeyi ve günlük hayatın tuhaflığını keşfetmek için alışılmadık ortamlar kullanmayı seviyorum,” açıklamasını fazlasıyla karşılayan bir kitap.
“Her şey Cary yüzünden olmuştu,” diye başlıyor anlatmaya ana karakterimiz Bren kitabın ikinci bölümünün başında. Cary Williamsborough Akademisi’ne yeni gelen Çin asıllı bir öğrenci. Kırmızı kakülleri var. Ufak tefek. Ama “zorbalara” karşı koymadaki marifetleri konusunda “boyundan” hayli büyük işlere karışabilecek cesarete sahip. Williamsborough Akademisi’nin zorbası genç irisi Shaun ve iki yardakçısı okulda terör estiriyor. Kendinden güçsüz olan öğrencilerle dalga geçiyor, onlara hem fiziksel hem psikolojik şiddet uyguluyor. Hatta tuvalette kıstırdıklarına “pislik” bile yediriyor. Shaun, aynı iğrençlikleri Cary’ye de yapmaya çalışıyor ancak dakika bir gol bir duvara tosluyor. Zira Cary, annesinin mesleği yüzünden defalarca okul değiştirip sayısız kez Shaun gibilerle karşılaştığı için duruma şerbetli ve Shaun’un onunla dalga geçmesine izin vermiyor. Üstelik rol değiştirip Shaun’u herkesin içinde yerin dibine sokuyor. Cary postayı koyup gidince Shaun da hıncını her zaman olduğu gibi Bren’den çıkarıyor.
Bren okulun ezik, yalnız, sünepe çocuğu. Korkak, hiçbir şeye cesareti yok. En ufak bir olayda hemen öbür yanağını uzatıyor. Hiç arkadaşı yok. İçine kapanık. Öğretmenlerinin dikkatini çekecek kadar dalgın. Derslere ilgisiz. Çünkü Bren çok sevdiği ablası Evie’yi bir trafik kazasında kaybetmiş olmanın üzüntüsünü üzerinden atamamış. Ailesi de öyle. Annesi kendine işine verirken babası ise tamamen eve kapanmış. Üstelik maddi durumları da hiç iç açıcı değil. Ancak bizim gördüğümüzden farklı bir dünyası daha var Bren’in. “Öteorman”. Burası, Bren’in ablası rahat etsin diye antika saatlerle “inşa ettiği” her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir yer. Bren her fırsatta gizli geçitlerden ablası Evie’nin yanına gidip onunla dertleşiyor. “Öteorman”da gezip dolaşıyor. Ama aslında burası onun “kör noktası”. Kendi “dışında” değil, “içinde” yarattığı bir yer…
Bir gün Shaun ve tayfası, kendilerine kafa tuttukları için Cary’yi kaçırıp izbe bir evin bir odasına kilitliyor. “Düşünme odası” adını verdikleri bu buz gibi odada kilitli kalan Cary ne yapacağını bilmez halde beklerken olaya şahit olan Bren ilk defa bir cesaret örneği gösterip Cary’yi Shaun görmeden oradan çıkarıyor. Ancak Shaun, Cary’nin telefonunu zorla aldığı için durum farklı bir hal alıyor. Olayı önce Cary’nin anne ve babası, sonra da okuldaki öğretmenler öğreniyor. Cary’nin yaptığı affedilecek türden değil zira Williamsborough’da “ispiyonculuk” asla hoş görülmez. Hele de Shaun tarafından asla. Olayı şahit olarak doğrulayan Bren’in bu yaptığı da ispiyonculuğa girdiği Shaun bu kez Bren’i kaçırıp “düşünme odasına” kilitliyor ve ona psikolojik işkence yapıyor. Buradan kurtulmak için tek şansı olan “Öteorman”a kaçan Bren’i bu defa orada bir sürpriz bekliyor. Bren’in “kör noktası” açığa çıkıyor ve onu artık mücadele etmekten başka çıkar yolu olmayan bir durumla baş başa bırakıyor. Bundan sonrası sürprizlere hayli gebe olduğu için sonuca bağlanıyoruz.
Darren Simpson, gençlik romanlarında aslında çok da fazla yabancı olmadığımız bir konuyu ele alıyor. Ancak kitabın püf noktası ve özelliği yazarın bunu kurgulama şeklinde yatıyor. Bren’in “kör noktası” dediğimiz “Öteorman”ın sadece ölen ablasını “ziyaret ettiği” yer olmaması, zamanla kendisiyle yüzleşmesine sebep olacak bir yer haline gelmesi kitabın fantastik kısmına farklı bir açıdan yaklaşıyor ve bu açı kitabın temelini, kökünü oluşturuyor. Zira “Öteorman”da mevzu dönüp dolaşıp herkesin kendisiyle yüzleşmesine ve bu sayede de etrafındakilerle empati kurmasına bağlanıyor. Zor bir konuyu zorlu bir parkurdan geçerek anlatmayı seçen Darren Simpson da bu işten alnının akıyla çıkıyor.
edebiyathaber.net (7 Nisan 2023)