Sözcüklerle ilişkilendirilmeyen anlam yarımdır, eksiktir. Dil kullanımı önemlidir hayatta. Onunla tanımlar ve tarif ederiz varlığımızı. Olayları hafızaya kaydedebilmek için adlandırmaya ve sınıflamaya ihtiyaç duyarız. “Dil zihinler tarafından değil, zihinler dil tarafından şekillenir.” dediği gibi ünlü İtalyan düşünürü Giambattista Vico’nun… Zihnimizi inşa eden şey kullandığımız dildir.
Bugünlerde Virginia Woolf’a ait biyografi üzerinden edebiyatta yeni bir “dil” tartışmasına tanık oluyoruz. “Kendine Ait Bir Oda” kitabının biyografi bölümünde kullanılan dilin ve içerdiği anlamın yarattığı tepkiler sonucunda yayınevi “maksadını aşan eril dilden” ötürü okurlardan özür diledi.
Burada kullanılan dilin türü üzerine ilk bakışta görülemeyen çelişkili bir durumun ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu dil gerçekten de rahatsız edici ve “maksadını aşan” bir özellik taşımasa da türünün ne olduğu üzerine yanlı(ş) ve önyargılı bir yol izlenmektedir. Eril özellikler taşımakla beraber tanımının “maksadını aşan postmodern dil” olarak kabul edilmesi sanırım daha uygun olacaktır.
Sözcüklerin ne anlattığı kadar nasıl kullanıldığı da önemlidir. Dil zihnimizi şekillendirir, ideolojik bakışımızı da onun nasıl kullanıldığı… Alt katmanlarda yer alan bağlantı ve kodlar önyargılarımızın kurucularıdır. Bu nedenle “eril dil” tanımının uygun olmasa da, olur olmaz her yerde kullanılması tehlikelidir; hem zihnin algı ve anlam katmanlarında bu dilin normalleşmesine hem de fazla uyarıya bağlı hissizlik ve bıkkınlık yaratmasına neden olabilir. Argo ya da jargon içeren dil kullanımının, bir kadına karşı söylenen, cinsiyetçilik içermeyen eleştiri ve ya tartışma cümlelerinin “eril” olarak nitelendirilmesinin gereksiz cinsiyet algısına neden olduğunu ve cinsiyet ayırımcılığına kapı araladığını düşünüyorum.
Cinsiyetçi dilin sorun yaratan kullanımı “üstün erillik” ifadesi ile tanımlanır. Sanatta eril tahakkümü meşru kılmak ve kadını birey olmaktan çok anne, eş, kız kardeş ve kız çocuk gibi biyolojik roller içinde sınırlamak, cinsiyet özelliklerine yersiz vurgu yaparak kadını aşağılamak ve küçük düşürmek amacı ile kullanılmaktadır. Eril ve dişil yapılar doğayı hem yansıtan ve hem de tamamlayan unsurlardır. Bu unsurları ataerkil bir yapıyı meşrulaştırmak ve dengede tutmak için karşıtlık haline getirmek cinsiyet ayrımcılığını oluşturur. Ancak pozitif ve ya negatif ayrımcılık tuzaklarına düşmeden cinsiyet özelliklerini tartışabilmek, sanatın birleştirici gücünün göstergesidir.
“Virginia Woolf: Küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. Dalgalarla sörf yapıp nehir bile denemeyecek bir kaşık suda boğuldu. Bilinç akışı mı nehrin akışı mı? Odalarda ışıksızdı. Paranoyaklığı zaten Shakespeare’in olmayan kız kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi. Geri gelir mi? Gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan? Bkz. Nicole Kidman.”
Biyografi yazısında cinsiyeti vurgulamaktan daha çok mizahi yaklaşımı da kullanarak ironi içeren ve farklı bakış açılarına sahip bir dil amaçlanmış. Postmodern yazına ait anlatı özellikleri ile espritüel, oyunsu, parçalı ve imgesel bir yapı kazandırılmaya çalışılmış. Ancak deyim yerindeyse endazesi kaçmış… İroni alaysılamaya, imgesel yapı anlamsız çağrışımlara neden olurken mizahi bakış isteği ise “şaka gibi” olmanın ötesine gidememiş. Alışılmış kuralları yıkarak dili yapı söküme uğratmak ve yeni bir anlatım yaratmak postmodern yazımın kullandığı bir yöntemdir. Bir şeye, olaya, duruma ters açıyla bakarak eleştirel yaklaşmak anlamına gelen ironiyi kullanır. Woolf’a dair tartışmalı biyografide de kalıplara sıkışmış dile başkaldırı amacıyla ironi içeren bir dil kullanımının amaçlandığı söylenebilir sanırım. Ancak seçilen sözcükler ve imgeler, farklı ve eleştirel bakıştan çok aşağılayıcı bir yaklaşıma neden olmuş.
Modernizm doğrusal, ilerlemeci tarih anlayışına sahiptir. Ortaçağdaki doğuş-yükseliş-çöküş olarak ele alınan ve her dönemin bir sonu olacağını kabul eden döngüsel tarih anlayışına karşıdır. Bu iki farklı teze karşın postmodernizme göre tarih bilinemez, öngörülemezdir. İşte bu biyografide kullanılan karışık tarihsel dizilim yani doğum ve ölümü aynı cümlede birleştirerek daha sonra Woolf’un yazarlığına, intiharına, eserlerine akan karışık tanımlamalar postmodern anlayışı imlemektedir.
Postmodern yazın, metinlerarası ve göstergeler arası ilişkileri kullanır. Bir metinde farklı sanatlara ya da farklı yazarlara/metinlere atıfta bulunmak şeklinde yer alır bu kullanım. “Odalarda ışıksız” olan ve Virginia Woolf’un hayatını konu alan “Saatler” filmi üzerinden Nicole Kidman’a kadar okurun bilgi ve belleğini okumaya dâhil etmeye niyetli bir tavır mevcut. Kullanılan göstergelerin yüzeysel bellek katmanlarında kalan ve dil oyunları dışında derin anlamlar yaratamayan çağrışımlar üzerinden olması, metnin alaycılığını arttırmakla sınırlı kalmasına yol açmış ne yazık ki.
İnsan toplumsal olduğu kadar psikolojik özellikleri de olan bir varlıktır. Postmodern yapıtlar egemen ideolojileri reddederken insanın psikolojik özelliklerini önceler. Bu nedenle metinlerde bilinç akışı ve iç monolog yöntemlerine yer verir. Bilinç akışı, bilinçdışında yer alan duygu ve düşüncelerin metne dâhil olmasına imkân sağlar. Virginia Woolf, bilinç akışı tekniğini çok etkin kullanan yazarlardandır. Bu akışın bir nehre benzetilmesinin uygun ama bu nehrin yazarın intiharını çağrıştıran “bir kaşık suda boğulmak” deyimi ile ilişkilendirilerek sunulmasının abes olduğu kanısındayım. Psikolojik özelliklere vurgu yapmak adına yazarın kurgusuna “paranoyaklık” demek ise ayrı bir sorun yaratmakta, gereksiz ve yanlış bir kullanıma neden olmaktadır. Zira tıbben burada anlatılan psikiyatrik durumun paranoya ile hiçbir ilgisi yoktur.
“Kim korkar bakire kurttan?” cümlesi ise başlı başına üstün erillik taşıyan bir cümledir. Cinsel bir vurguyu hiç yeri ve anlamı yokken kullanmakta ve bu kullanım ile aşağılama amacı taşımaktadır. Yayınevinin diğer yazarlar için kullandığı biyografilerde de bu cinsiyetçi dil karşımıza çıkmakta, hatta erkek yazarlara karşı da eril dil kullanıldığı görülmektedir. Sir Arthur Conan Doyle için yazılan “iktidarsız politikacı” tanımlamasına “had aşımı ve ciddiyetsiz yaklaşım” demek, söylenebilecek en kibar eleştiri olur sanırım. Ancak yazının tamamına hâkim olan ögelerin postmodernist bakışa yaklaşmak adına kullanıldığını, eril dilin ise oyunun bir parçası olarak yazıya dâhil edildiğini düşünüyorum.
Sanat ve edebiyat bir yaratı alanıdır. Farklı olanı denemek, cesaret edebilmek önemlidir. Ama başka yazarlara, yapıtlara, düşünce ve görüşlere karşılık gelen tanımlamalar yaparken daha özenli olmak gerekir.
Ancak her ne olursa olsun farklı görüşlere ve yazılanlara şiddet ile karşılık vermenin de hiçbir açıklaması olmaz. Fikirler, sadece karşıt fikirlerle savaşır.
Pınar K. Üretmen – edebiyathaber.net (14 Mart 2016)